Makro ihtiyati politikalar ve Cemil Meriç

Makro ihtiyati politikalar ve Cemil Meriç

Kamu Bankalarının ihtisas bankacılığını bırakıp en özel bankaya taş çıkaran ticari bankacılık pazar payı seviyeleri ekonomiyi değil de başka şeyleri ısıtıyor olmalı. Ne diyordu Cemil Meriç, kavramları metafizik bir sergüzeşt olmaktan çıkaralım. Buna bence Makro İhtiyatlılık kavramından başlayın. Siz seversiniz Cemil Meriç’i.

TCMB’nin o dönemki başkanı Erdem Başçı 2014 yılında Portekiz’e kadar gitmiş ve Türkiye ekonomisi hakkında bir sunum yapmıştı.

Başçı’nın sunumunun en ilginç bölümü faiz hakkında söyledikleri:

Bundan 7 yıl sonra faiz sebep enflasyon sonuç ifadesiyle başlatılan iktisat politikalarından çok önce kurduğu cümlede Başçı şunları söylüyor:

“Faiz oranı ikilemi, makro ihtiyati tedbirleri gerekli kılmaktadır. Fiyat istikrarını sağlamak için bir dereceye kadar döviz kuru ve kredi istikrarına sahip olmanız gerekir. Mevcut küresel ortamda kur istikrarı için düşük küresel faiz oranlarıyla uyumlu oranlara ihtiyacımız varken, kredi istikrarı için küresel faiz oranlarından daha yüksek yurtiçi faiz oranları gerekiyor. Bu ikilemi nasıl çözüyorsunuz? Türkiye örneğinde çözüm, faiz oranlarını normalde olacağından daha düşük tutmak ve makro ihtiyati politikayı aksi takdirde olacağından daha sıkı tutmaktır. Dolayısıyla, makro-ihtiyati duruşumuz uluslararası asgari standartlardan çok daha sıkıdır.”

Makro ihtiyati tedbirler normal şartlarda bankalar sistemik risklere maruz kalmasın diye hayata geçirilirken Türkiye’de bu tedbirler ex Merkez Bankası Başkanı’nın çekinmeden ifade ettiği gibi para politikasını ikame etti. Makro İhtiyati tedbirlerin muz misali kahvaltıda ana yemek, öğlen ara öğün, akşam tatlı niyetine servis edilmesi yaşanan onca olumsuzluğa karşılık devam ediyor.

MAKRO İHTİYATİ TEDBİRLER, BANKALAR SİSTEMİK RİSKLERE MARUZ KALMASIN DİYE HAYATA GEÇİRİLİR

Sokaktaki adamın anlayacağı Türkçeyle, faiz artırmaya gerek yok biz Bankacılığın kuralları ile oynar ekonomiyi düzeltiriz diyor eski Başkan. Ali Babacan’ın ülkeye sivri uçlu hediyesi olan Makro ihtiyatlılık kavramının muz misali sabah öğlen akşam yendiği bir ülke olarak yıllarımızı geçirdik.

Makro ihtiyati tedbirler normal şartlarda bankalar sistemik risklere maruz kalmasın diye hayata geçirilirken Türkiye’de bu tedbirler ex Merkez Bankası Başkanı’nın çekinmeden ifade ettiği gibi para politikasını ikame etti.

Makro ihtiyati tedbirlerin muz misali kahvaltıda ana yemek, öğlen ara öğün, akşam tatlı niyetine servis edilmesi yaşanan onca olumsuzluğa karşılık devam ediyor. Allahın sopası yok bu defa faizi düşürmeye değil çıkarmaya yarıyor.

Son Makro İhtiyati Tedbir de Döviz Kredisi kullanımının sınırlanması oldu. Yapılan düzenlemeye göre fazla döviz kredisi veren Bankalar belirlenen oranı aştığı takdirde ceza olarak Hazine Bonosu alacaklar.

Daha önce TL kredilerde de uygulanan bu mekanizma döviz kredilerine de teşmil edilince son derece doğal bir mevzuat değişikliği olarak görüldü. Hatta bu uygulamanın döviz üzerinden borçlanıp parayı TL mevduata yatıran uyanıklara(!) önlem olarak yapıldığı ifade edildi.

Türkiye’de Bankaların, Bankacılığın uğratıldığı ve Bankaların Bankacıların da göz yummak zorunda kaldığı itibar kaybının geldiği seviyeyi göstermek açısından ibret verici ifadelerdi bunlar. Türkiye’de döviz kredisi kullanmak için ya 15 milyon Dolardan fazla kredi almanız ya da kullandığınız krediyle uyumlu miktarda ülkeye döviz girdisi sağlayan ihracatçı veya hizmet sağlayıcı (otel vs) olmanız gerekir.

Kredi kullanıcı havuzu böylesine kısıtlı olan döviz kredisine ihtiyacı olan firmanın kullanım planlamasını nakit akışı ve kur riskini gözetmek suretiyle yapması gerekir. Bankalar ise 40 iğne deliğinden geçirerek kredi tahsislerini yaparlar. Çok az banka 15 milyon Doları Yönetim Kurulandan, ya da asgari Kredi Komitesinden geçirmeden onaylar. Zaten Bankaların pozisyon sınırlaması da onların kullandırabileceği döviz cinsi kredi miktarını belirler.

Makro ihtiyatilik önlemleri krediler büyümesin, ekonomi ısınmasın ambalajı ile piyasaya çıkarken arka planda Hazinenin düşük faizle borçlanmasının yolu yapılıyor. Vatandaşa yüksek, Hazineye düşük faiz. Boşuna Osmanlının bakiyesi diye hava atmıyorlar. Fındık ihracatı yapan bir KOBİ krediye daha yüksek faizle ulaşacak ya da hiç ulaşamayacak. Hazine kağıtlarını satmak için daha iyi bir yol bulsa olmaz mı?

VATANDAŞA YÜKSEK, HAZİNEYE DÜŞÜK FAİZ

Firma finans yöneticilerine ve Banka yöneticilerine “şen bakkal” muamelesi yapan finansal cehaletin gizlediği asıl gerçeklik ise “ceza” olarak Hazine Bonosu alınmasında yatıyor.

Enflasyonun altında getirisi olan bu Bonoları Bankalara satmak için bulunan dahiyane bir çözüm olarak da görebilirsiniz yapılan bu düzenlemeyi.

Makro ihtiyatilik önlemleri krediler büyümesin, ekonomi ısınmasın ambalajı ile piyasaya çıkarken arka planda Hazinenin düşük faizle borçlanmasının yolu yapılıyor.

Vatandaşa yüksek, Hazineye düşük faiz. Boşuna Osmanlının bakiyesi diye hava atmıyorlar.

Fındık ihracatı yapan bir KOBİ krediye daha yüksek faizle ulaşacak ya da hiç ulaşamayacak.  Hazine kağıtlarını satmak için daha iyi bir yol bulsa olmaz mı?

Gelelim ekonomiyi ısındırmamaya ve meşhur tasarruf tedbirlerine.

Bütün bunlar olup biterken bir başka Bankacılık haberi düşüyor. Demirören grubunun gayrımenkullerini Ziraat Bankası satın almış.

Tasarrufun bu kadar önemli olduğu bir ortamda Kamu Bankasının gayrımenkul alması sizce makul mu? Demirören mahallede emlakçı olmadığına göre malını kredi karşılığı ipotek vermiş olmalı. Kredi ödenememiş ki; “enflasyon sonuç faiz sebep ve faiz tavan” olunca yük artmasın diye borç takas ile kapatılmış.

O zaman sayın Mehmet Şimşek’e ben ekonomiyi soğutma önerisi yapayım:

“Kamu Bankalarının Demirören Hürriyet Gazetesini alsın diye kullandırdığı kredilere ihtiyaç olup olmadığını değerlendirmek ve bu kredilerden feragat etmek daha akılcı bir çözüm olmaz mı?”

Kamu Bankalarının ihtisas bankacılığını bırakıp en özel bankaya taş çıkaran ticari bankacılık pazar payı seviyeleri ekonomiyi değil de başka şeyleri ısıtıyor olmalı.

Ne diyordu Cemil Meriç, kavramları metafizik bir sergüzeşt olmaktan çıkaralım. Buna bence Makro İhtiyatlılık kavramından başlayın. Siz seversiniz Cemil Meriç’i.

Çağatay Arslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir