Mustafa Kemal ‘den günümüze: “Bir şahsi mesele”

Mustafa Kemal ‘den günümüze: “Bir şahsi mesele”

Günümüze değin yaşadığımız süreçte de ne yazık ki Sayın Özel’in kurultayda eleştirdiği şekle paralel bir davranış modeli sergilediğine şahitlik etmekteyiz. Özellikle, artık Mustafa Kemal’in şahsi meselesi olmaktan çıkarak neredeyse tüm Türkiye’nin şahsi meselesi haline gelen Hatay’da bu durumun netliğini görmekteyiz.

4 Kasım 2023 günü sadece Cumhuriyet Halk Partililer değil artık bir “zorunlu birleşim” olarak ele alabileceğimiz “Anti-Ak Parti”lilerin hepsinin heyecanla izlediği ve belki de bundan yıllar sonra siyaset bilimi araştırmalarına konu olabilecek bir kurultaya şahitlik etmiştik, hatırlarsınız. 2023 genel seçimleri sonrası doğal bir refleks olarak sorumluluğu üstlecek bir lider ve o liderin de almış olduğu sorumluluk gereği artık “Bana müsaade” diyeceği anı sabırsızlıkla bekledik. Haklı olarak…

Kurultay öncesince, hatta genel seçimin ikinci turunun sonuçlandığı günden itibaren edindiğimiz kulisler zaten parti içindeki çatlak seslerin varlığını bize fısıldamaya başlamıştı. Yeni bir parti kurulacağı ile ilgili inşa edilmeye çalışılan algılar bir yandan, diğer yandan genel başkan değişikliğinde sürpriz isimler telafuz edildi kulaktan kulağa. Kurultay günü ise bana kalırsa kimseyi çok da tatmin etmeyen bir karşı aday üzerinden artık taraflar oluşmaya başladı. O güne dönüp Sayın Özel’in birkaç cümlesini hatırlayalım isterim, çünkü o cümleler bize ne kadar da unutkan olduğumuzu hatırlatacak.

Özel’in konuşmasının ilk 5 dakikasını Türkiye’yi il il selamlamaya ayırdıktan sonra tabii ki partisinin Atatürk’ün partisi olduğunu bizlere tekrar hatırlattığı görülmekte. Konuşmasına devam eden Özel’in diğer partilerin tam tersi şekilde Cumhuriyet Halk Partisi’nin kurultaylarında, hali hazırdaki delegelerin zaten üzerine anlaşmış oldukları genel başkan adayını usülen yeniden seçmek yerine bir demokrasi şöleni şeklinde, tam bağımsız ve hür olarak seçime gittiklerini ilettiğini de gördük, duyduk. Daha da ileri giderek partililerinin “Liderden, yöneticiden talimat almaması, yalnızca onlara görev vermesi” ile de gurur duyan Özel’in bu söylemleri hepimizi oldukça heyecanlandırdı 4 Kasım 2023 günü. Çünkü ortalama 20 yıldır muhalefet olarak iktidar partisini en çok da bu biat kültürü nedeni ile eleştirdik. Çok uzatmayacağım, her birimiz için Sayın Özel’in CHP’nin nasıl bir demokrasi temsilcisi olduğu yönündeki gurur verici konuşmalarının bu şekilde devam ettiğini tahmin etmek zor değil.

Siyasi metinler hazırlanırken, söylemlerin popülizme kayma durumunu metni hazırlayan kişi için fark edebilmek biraz zorlu bir süreçtir ve yüksek bir algı gerektirir. Akademik araştırma merakını popülizm üzerine kuran ben, popülizm kavramını siyasetçileri suçlamak adına kullanmanın yanlışlığına inanıyorum. Bir siyasetçiyi “Popülizm yapıyor”, “Bunlar popülist söylemler” şeklinde itham ederken popülizmin ne olduğuna dair çokça araştırma, okuma ve biraz da analiz yapmış olmak gerek kanaatindeyim.

Bir kişinin çıkıp “Biz burada yıllardır konuştuğumuz ve eleştirdiğimiz konuları yeniden ve yeniden üreterek, birbirimizi onaylayarak, karşının -onlara göre-yanlışlığını birbirimize yeniden anlatarak zaman kaybetmekten başka bir şey yapmıyor muyuz?” demeyişinin de bir iç iletişim hatası olduğunu düşünmekteyim.

KENDİNE ELEŞTREL BAKABİLEMEK

O nedenle Sayın Özel’i popülizm yaptığı şeklinde suçlamayacağım, çünkü bana kalırsa herkes kendi siyasetini yaparken “popülist” söylemlerden faydalanmak zorundadır. Bizim analiz etmemiz gereken kısım popülizm kavramını “şov”culuk, “abartı”cılıktan hangi noktada ayıracağımızdır. Yoksa dünyada karizmatik lider özelliğine sahip olan her lidere “Popülist” deyip geçmek çok kolaydır.

Fakat popülizmin literatür dışı-toplum içi algılanışı nedeni ile, Sayın Özel’in devam eden konuşmasında kendi partisinin haklılığı ve doğruluğunu diğer partilerin haksızlığı ve yanlışlığı üzerinden ifade eden söylemlerle kurmaya çalışmasının, popülizm olup olmadığı bağlamında tartışmaya değer olduğunu düşünmekteyim. Cumhuriyet dönemi ve Kemalizmin çok katı duruşu ile sert ayak seslerinin devam ettiği süreçte -doğruluğu yine tartışılır ama- kabul edilebilir olsa bile yılın 2024 olduğu dönemde ve koalisyonsuz şekilde durmaksızın 20 sene iktidara gelen bir partinin karşısında halen bu söylemlere başvurmanın yine kabul edilebilir olması bana kalırsa tek bir şarta bağlı idi: Söylemlerin gerçek hayatta karşılık bulması.

Çünkü söylemlerinde popülist öğelerin çokça var olduğunu iddia edebileceğimiz iktidar partisine karşı bir dil geliştirmek istiyorsak öncelikle bizim popülist söylemleri bir kenara bırakmış olmamız gerekmekte. Daha yerel bir dille söylemek gerekirse, her zaman herkese “anladığı dilden konuşmak” faydalı olmaz ve her zaman “çivi çiviyi sökmez.” Özel’in uygulamaya çalıştığı belki de bu “Anladığı dilden konuşmak” durumudur, bilemiyorum. Fakat bir popüliste, popülist söylemler ile karşılık vermenin hiçbir üretkenliği olmayacaktır.

Örneğin bu sene 100. yılını kutlayan bir partinin genel başkan adayının “Türkiye siyasetini değiştirmeye geldik.” şeklindeki söylemi televizyon başında “haberi okumak” konusunda az biraz fikri olan en azından benim için, bir iletişim hatası olarak ele almaya çok müsait. Çünkü söyleminiz ya 100 yıllık parti olmak üzerine kurulmalı ya da “Türkiye siyasetini değiştirmeye gelen parti” üzerine. Hem 100 yıllık bir parti olup hem de siyasete yeni girmişcesine bir söylem inşa etmek, çok yalın bir dille: İletişim hatası’dır.

Yine konuşmasının devamında özellikle üzerine basa basa “Sokağın sesini duymazdan gelemeyecek yüreğimiz var.” dediğinde gerçekten de kendi örgütüne kulak vereceğine gönülden inandık. Metinde tam yerel örgütlerine ve delegelerine verdiği değerden bahsetmeye başlamış, biz tabanda heyecana coşkuya sebep olmuşken konunun yeniden iktidar partisi ve partinin dış politikası üzerinden eleştirilere evrildiği görülmekte; kaçınılmaz olarak iç sesimizin de “Bunun bu kurultay ile ne ilgisi var?” dediği… İletişim hatası 2.

Üzülerek söylüyorum ki, insan neyi eleştireceğini şaşırıyor. Bir kurultay düşünün ki-hangi parti olduğu önemli değil-binlerce kişi toplanmış tek bir hedefi odağına koymuş ve tüm söylemini bu hedef üzerinden oluşturmakta. Kürsüdeki bir kişinin söylediğine binlerce kişi alkış tutmakta. Hedefteki kişi veya partinin her eleştirildiği noktada alkışın desibeli daha da artmakta. İşte hata zannediyorum ki tam da burada filizlenmekte. Bir kişinin çıkıp “Biz burada yıllardır konuştuğumuz ve eleştirdiğimiz konuları yeniden ve yeniden üreterek, birbirimizi onaylayarak, karşının -onlara göre-yanlışlığını birbirimize yeniden anlatarak zaman kaybetmekten başka bir şey yapmıyor muyuz?” demeyişinin de bir iç iletişim hatası olduğunu düşünmekteyim.

Bir siyasetçi için vaad ettiklerini yapamamak başka bir şeydir, yapmamayı tercih etmek başka bir şeydir. Bu iki durum arasındaki farkın seçmende de mutlaka bir karşılığı olacaktır.

VAATLER VE GERÇEKLER

Cumhuriyet Halk Partisi geleneği olarak alışılagelen bu sosyalleşme ortamını yine de görmezden gelip en azından seçmen olarak bizi heyecanlandıran kısımlarına odaklanmak istediğimizde Sayın Özel’in yeniden o çok bıçak sırtı talep olan “örgütün partinin öznesi olma” durumuna yeşilin de yeşili ışıklar yaktığını görmekteyiz: “Ve biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak tüm siyaset anlayışımızla değişmeliyiz. Halkın sesine kulak vererek değişmeliyiz. Partimizin kaderini değiştirmek için değişmeliyiz… Biz sosyal demokrat bir partiyiz, biz emeğin partisiyiz. Partimiz iktidara benzer yöntemlerle ortak aklı reddeden kararlarla yönetilemez. Toplumun sesine kulak tıkayarak, hatalarda ısrar ederek, değişime direnerek yönetilemez. Bu cümleler Sayın Özel’in kendi ağzından çıkan ve bizim kulaklarımızda anbean şahitlik ettiğimiz cümleler. İnsanın bugünleri yaşarken “Keşke bu kadar kesin ve kati konuşmasaymış” diyesi de geliyor çünkü bir siyasetçi için vaad ettiklerini yapamamak başka bir şeydir, yapmamayı tercih etmek başka bir şeydir. Bu iki durum arasındaki farkın seçmende de mutlaka bir karşılığı olacaktır. Günümüze değin yaşadığımız süreçte de ne yazık ki Sayın Özel’in kurultayda eleştirdiği şekle paralel bir davranış modeli sergilediğine şahitlik etmekteyiz.

Özellikle, artık Mustafa Kemal’in şahsi meselesi olmaktan çıkarak neredeyse tüm Türkiye’nin şahsi meselesi haline gelen Hatay’da bu durumun netliğini görmekteyiz. Yaraları henüz çok taze olan Hatay’ın beşeri bileşenlerine biraz daha hassas, biraz daha kucaklayıcı davranılması gerektiği kanaatindeyim. Ülkenin bir ucundan diğer ucuna dayanan örnekleri karşılaştırabilme fırsatını bana veren Sinop ve Hatay aday seçimleri aslında tam olarak ne demek istediğimi de açıklamakta. CHP Sinop Belediye Başkan Adayı Sayın Metin Gürbüz’ün ön seçimle meşrulaşan adaylığı biz seçmende nasıl bir kabullenmişlik yarattıysa, ön seçimsiz atanan adayların da seçmende bir huzursuzluk yarattığı aşikar. Sanıyorum günümüzde Hatay’ın durumunun kişilerin şahsi meselesi olma durumu Mustafa Kemal’in anlatmaya çalıştığından çok daha farklı şahsi meseleler üzerine kurulu.

O halde Sayın Kılıçdaroğlu neden “değiştirildi”? Buna gerçekten gerek var mıydı?

Özgür Bey’in bu gidişatının sonucunda olabilecekleri düşünmenin de faydalı olacağını belirterek hukuktaki o meşhur soruyu sormak isterim: “Kime yaradı?” Bence Sayın Kılıçdaroğlu’ndan başkasına değil…

Buse Köseren
Latest posts by Buse Köseren (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir