Selanik ve milliyetçilik

Selanik ve milliyetçilik

Selanik, Yunanların, Türklerin, Yahudilerin ve diğerlerinin birarada yaşadığı bir şehirken mi yoksa sadece Yunanların her yere mavi-beyaz bayraklarını astıkları bir şehirken mi daha güzeldir? Bu soruyu Türkiyeye de uyarlayabilirsiniz.

Selanik’e ilk gelişimin üstünden tam onbir sene geçmiş.

Yeniden Selanik’teyim.

Selanik, aklımda çok güzel bir şehir olarak kalmıştı; oysa bu gidişimde, o güzelliği bulamadım, onunla da kalmadım, kendiyi çok zaman hayıflanırken yakaladım.

Hayıflandığım şeylerin en başında mimari geliyor, hiçbir estetiğe sahip olmayan devasa binalar gözüme birer heyula gibi gözüküyor.

Sahilden başlıyor ve bütün şehri kuşatıyorlar.

Öte yandan, bu korkunç binaların sardığı şehrin aralıklarında camiler, hamamlar, surlar, taklar, arkeolojik kalıntılar, kısacası bir şehri güzelleştirecek ne ararsanız var.

Adeta şehrin yaşanmışlıktan gelen bütün güzelliğini örtmek için bu binaları dikmiş gibiler.

Atatürk’ün evini baz alalım ve bir an için gözümüzü kapatıp etrafımızdaki bu heyulaların yerine bu evleri koyalım, şehrin alabildiğine güzelleştiğini göreceğiz.

Yani, bu ikinci seferde bana öyle geliyor ki, Selanik’in güzelliğini ancak gözlerimizi kapatıp hayal ettiğimiz müddetçe görebiliriz.

O zaman da bu şehre çarpılıp kalmak için bir sebep bulunamıyor.

Selanike gelenler Beyaz Kulenin etrafında yürürlerken kaçınılmaz şekilde burayı İzmir Kordona benzetirler. Selanikle İzmir arasındaki paralelliği ben başka bir şekilde kurmak istiyorum: Şehirlerin yangınlardan sonra değişen kimlikleri.

SELANİK VE İZMİR: ŞEHİR YANGINLARI VE KİMLİK

Selanik’e gelenler Beyaz Kule’nin etrafında yürürlerken kaçınılmaz şekilde burayı İzmir Kordon’a benzetirler.

Selanik’le İzmir arasındaki paralelliği ben başka bir şekilde kurmak istiyorum: Şehirlerin yangınlardan sonra değişen kimlikleri.

Selanik Yangını, Yunanistan’ın muzaffer olduğu Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna doğru, Ağustos 1917’de çıktı, ve ne tesadüf ki, Türklerin ve Yahudilerin yoğun olduğu mahalleleri kül etti.

İzmir Yangını ise, Türklerin kazandığı Kurtuluş Savaşı’nın sonuna doğru, Eylül 1922’de çıktı.

Herhalde bu de bir tesadüf çünkü yangın esasen Rum mahallelerini küle çevirdi.

Böylece, Selanik’ten sonra İzmir’in çokkültürlü hayatının da izleri silinmiş oldu.

Bir de 1924’te Mübadele gelince Selanik bir Yunan şehrine, İzmir de Türk şehrine dönüştü.

Oysa, hem Selanik hem de İzmir çokkültürlü demografik yapısıyla bilinen şehirlerdi.

Ulus-devletleşme sürecinde şehirler de kendi paylarına düşeni alıp bilmedikleri bir millilik gömleği giymeye mecbur kaldılar.

Malum, Yunanlarla Türkler ulus-devletlerini birbirlerine karşı yüzer sene arayla kurdular: 1821’de Mora’da başlayan ayaklanma Yunanistan’ın bağımsızlığını getirirken, Türkiye de Kurtuluş Savaşı’nın ardından Lozan’da bağımsızlığını kazandı.

Ulus-devlet de, tanımı gereği, hakim etno-dinsel zümrenin diğer kültürleri yoksayması demektir.

Bunu becerdiği ölçüde de kendini başarılı addeder.

Tabii ki bu yoksayma, kültürel açıdan fakirleşmeyi ve vasatlaşmayı da beraberinde getirir.

Rumcanın duyulmadığı bir İzmir eksiktir; tıpkı, Türkçenin konuşulmadığı Selanikin eksik olduğu gibi. İnsanı esas üzense, her şeyin, bütün bu kültür silme faaliyetlerinin” bilinçli yapılması. Yani, hakim etno-dinsel zümreye mensup ve yetkisi olan biri, şehri vareden kültürlerden birini yok edebiliyor.

KÜLTÜR SİLME FAALİYETİ

Rumcanın duyulmadığı bir İzmir eksiktir; tıpkı, Türkçenin konuşulmadığı Selanik’in eksik olduğu gibi.

İnsanı esas üzense, her şeyin, bütün bu “kültür silme faaliyetlerinin” bilinçli yapılması.

Yani, hakim etno-dinsel zümreye mensup ve yetkisi olan biri, şehri vareden kültürlerden birini yok edebiliyor.

Türkiye’den bir örnek vereyim: İçişleri Bakanlığı dahi yapmış biri “Bizans’a karşı” bir çözüm olarak “İstanbul’daki surların yıkılması” gerektiğinden söz etmişti.

Bu zihniyetin sadece Türklerde olduğunu söylemek mümkün değil, eminim ki Yunanistan’da da bu kafada mebzul miktarda insan bulunur, siyasette de vardır.

Maalesef, uluslararası konjonktür de elverdiğinde, bu insanların amaçlarına ulaşabildiğini görüyoruz.

Selanik’i Yunanlaştırdıkça bir şey yapmış olduğunu düşünen, camileri yıkmakla, Türk kültürünü silmekle övünen insanlar var.

Yok etmeye yönelik bu çaba, aslında en büyük zararı o şehre ve o şehrin insanına veriyor.

Selanik, Yunanların, Türklerin, Yahudilerin ve diğerlerinin birarada yaşadığı bir şehirken mi yoksa sadece Yunanların her yere mavi-beyaz bayraklarını astıkları bir şehirken mi daha güzeldir?

Bu soruyu Türkiye’ye de uyarlayabilirsiniz.

Benim her iki soruya vereceğim cevap da ortada: Çokkültürlü bir hayat herkes için daha iyidir, kültürlerin iç içe geçtiği şehirler her zaman daha güzeldir.

“Üsküdar’a gider iken” şarkısını hangi dilde dinlerseniz dinleyin kendinizden bir parça bulursunuz.

Milliyetçiler ise kendilerininki haricinde bir dilde dinledikleri zaman öfkeden kıpkırmızı olurlar.

Ben bu şarkıya Selanik’te Türkçe, İzmir’de de Rumca eşlik ederken mutlu olan insanlarla birarada yaşamak istiyorum.

Bilgehan Uçak
Latest posts by Bilgehan Uçak (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir