Kürt Hareketinin zor dönemeci (2)

Kürt Hareketinin zor dönemeci (2)

31 Mart ve Van direnişi sonrası tablo HDP/HDK projesinin tekrardan cazibe ve momentum kazanabileceğine dair emareleri sunuyor. Bu bağlamda bir kritik gelişme bugüne kadar Türkiye siyasetinde sosyalist sola sıkışmış HDP, Türkiye dayanışma ağının sosyal demokrat ve hatta merkez çevrelere yayılma potansiyelinin ortaya çıkması ve bunun DEM Parti’ye daha geniş manevra alanı açıyor olması.

Bir önceki yazıda 14 Mayıs seçim sonuçlarının neden HDP/Yeşil Sol Parti’nin Kürdistani bir siyasal partiye daralma emareleri sunduğunu tartıştım. Bu durum aslında HDP/HDK projesinin krizi olarak da adlandırılabilir. Zira HDP veya onun daha geniş siyasi ittifak tabanı olarak HDK Kürt Hareketi’nin özellikle son 25 yıldaki stratejik hedefinin özeti bir oluşum olarak ortaya çıktı. Bu hedef iki yönlüydü. Birincisi Kürt illerinde kolektif hak ve statü talebine öncülük etmek. Diğer amaç ise, oldukça ayrıksı bir anti-kolonyal stratejiye işaret ediyor: Türkiye siyasetini, toplumunu ve bunların Kürtlerle ilişkisini dönüştürmek.

AYKIRI BİR ANTİ-KOLONYAL STRATEJİ

Eğer özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası ulusal kurtuluş hareketlerinin şiar edindiği ve de 1960lar sonrası biriken post-kolonyal literatürün salık verdiği neredeyse kanonikleşmiş kolonyalistten arınma fikrine bakılırsa, Kürt Hareketi’nin bu anti-kolonyal stratejisinin hem bölgenin son yüzelli yıllık tarihinde hem küresel ölçekte bir istisna arz ettiğini söyleyebiliriz. Kolonyalistten arınma stratejisinin vaat ettiği sonuca, yani kolonize edilenin, madunun nihai kurtuluşuna, bir başka deyişle, zihnini, dilini, bedenini, çevresini ve toplumunu kolonyalistten arındırarak özgürce şekillendirebilmesi amacına ulaştığını gösterir başarılı örnek bulmak neredeyse imkansız. Arınmacı anti-kolonyal hareketlerin tarihi bir dökümünü yaparsak neredeyse istisnasız bir tutarlılıkla nihayetinde değişik versiyonlarda kültürcü, özcü ve otoriter retoriklere sığlaşmış olduklarını görürüz. 

Bu bağlamda son yirmi beş yılda Kuzey Kürt Hareketi’nin kolonyalisti ya da uygun Türkçe ismiyle müstemlekeciyi, kendi uzamsal, fikri ve sembolik bedeninden izale ederek özgürleşme yerine, onu yeniden şekillendirme ısrarı özellikle Kürt siyaseti içerisinde tartışma ve tepkilere yol açtı. Bu ısrar –yani yaygın bilinen ve bence kötü seçilmiş tabiriyle, Türkiyelileşmek— geleneksel ve muhafazakâr ulusçu, rakip Kürt siyasal kesimleri arasında Kürt toplumunun Kürt siyaseti eliyle yeniden-kolonizasyonu ve hatta Kürt ulusunun önüne gelen tarihsel fırsatları fütursuzca tepmek olarak okundu, okunuyor. Ayrıca, bu tutum hareketin tepesi ile ‘hakiki’ tabanı ve taşıyıcı unsurları arasında hakkaniyetsiz bir güç, nüfuz ve temsiliyet bölüşümü olarak hedef tahtasına oturtuldu: ‘Yerel’, ‘otantik’ bir organizasyon olmaktan çok ‘Türk solunun’ gölgesi ve ‘dogmatik Marksist’ eski yöneticilerinin sultası altında ve onların güncel siyasette karşılığı olmayan ütopyası etkisinde bir hareket.

Kürt Hareketi oldukça pragmatist eğilimlerine rağmen şu ana kadar Kürt kamuoyundaki kimi entelektüel ve siyasi çevrelerin bu tenkitlerine kararlı bir biçimde sırtını çevirdi. Ancak yukarıda genel olarak tarif etmeye çalıştığım karşı argümanlar bir tek hareket dışından değil içerisinde de beliren gerilimlerde farklı gerekçelerle ve ajandalarla itiraz ifade edenlere hazır, jenerik ve kullanışlı bir retorik imkan sunuyor. Bir parantez açarak, Kuzey Kürt Hareketi’nin kolonyalisti dönüştürme pozisyonunun özgün olmak yanında oldukça iddialı olduğunu da eklemem gerekir; yani, her zaman sürdürülmesi kolay olmayan bir özgüven, irade ve organizasyonel kapasite talep eden bir iddia. Ne zaman ki mezkur anti-kolonyal stratejinin darboğaza giriyor, mezkur retorik imkan özellikle HDP/DEM Parti içerisine de yayılan karşılık buluyor.

Kürt Hareketi son 45 yıllık oldukça dolambaçlı ideolojik yolculuğunu en genel tanımıyla sol içerisinde tutmakta ısrar etti. Gayet eklektik ve flu yanları haiz olmakla beraber salt bir ulusal harekete indirgenmeyi reddetti ve kendine ait bir sol toplumsal dönüşüm anlayışı geliştirme iddiasında bir hareket olarak günümüze ulaştı.

KUZEY KÜRT HAREKETİ’NİN İDEOLOJİK YOLCULUĞU

Öte yandan son seksen yıllık deneyimlere bakarsak da bilhassa Soğuk Savaş döneminde, Kıbrıs hariç, ulusal kurtuluş hareketlerinin sol ve/ya Marksist bir çerçeve ile başlayıp yine sağcı ve otoriter bir söyleme evrilmelerinin ironik örnekleriyle dolu olduğunu görürüz. Ortadoğudaki diğer Kürt hareketleri de büyük ölçüde bu duruma emsaldir. Kuzey Kürt hareketi zamandaşı birçok Kürt siyasi çevre gibi Türkiye solu içerisinde doğdu. Uzun yıllar kendini Marksist-Leninist bir örgüt olarak tanımladı.

Ancak diğer Kürt oluşumlarından bir önemli farkı geleneksel elite dayanmaması, alt, orta sınıf ailelerin eğitimli kesimlerinin ve de topraksız köylülük arasında gelişmesiydi. 2000’li yıllarda bu taban uzamsal olarak genişledi ve metropol marjinlerinde ağırlıklı kısmı şehirli alt sınıf Kürtler de eklendi. Erken dönemlerinde büyük ölçüde çatışmalı ilişki yasadığı Kürt elitleri arasında destek bulması ise 1990ların ancak ikinci yarısında yaygınlaşacaktı. Her halükarda, yoksul köylülük ve şehirli alt sınıflar hareketin en dinamik ve taşıyıcı gücü olmaya devam etti. SSCB’nin çöküşünden sonra reel sosyalizm eleştirisini,Marksizm’den yolunu ayırmaya evriltti. 1993 sonrası orak-çekiç hareketin sembollerinde giderek görünmez oldu. Ancak sol iddia ve arayış devam etti. Bu durum 1995’te sosyalizme yaratıcı, demokrasiye ve ulusallığa ise devrimci yaklaşım olarak ifade edildi.

Bu arayış Kürdistan deneyimleri ötesinde dünya çapındaki anti-kolonyal mücadelelerden ve kuramlardan da esinlendi. 2000’li çatışmasızlık yıllarında Gandhi’nin hakikat, şiddet karşıtlığı ve sivil itaatsizlik anlayışı siyasi dağarcığa adapte edildi. 2010’larda ise anarşist teorisyen Murray Bookchinin komünalist projesinden uyarlanarak demokratik özerklik kavramı öne sürüldü.Demokratik uygarlık ise Wallerstein ve Baudlaire’den de esintiler yanında bu kuramları yerel anlatı, destan ve mitolojilerle harmanlayarak kavramsallaştırıldı. Radikal demokratik bir model olarak demokratik konfederalizm etnik/ulusal talepler yerine sivil hakları öne çıkarıyordu, anti-kapitalist ekonomi, sosyal ekoloji, kadın mücadelesi ve adem-i merkeziyetçiliği vurguluyordu. Bu çerçevede çokca kullanılan demokratik ulus kavramı ise teritoryel egemenlik hedefini reddeden çok kültürlü bir toplum anlayışına işaret ediyor. Bu ifadenin  siyasi olarak ifadesi ise hareketin kuruluş düsturlarından bağımsız devlet yerine demokratik özerkliği, dört  parçadan Kürtlerin teritoryel birliği ve egemenliği yerine ise her ülkede diğer gruplarla eşit birlikteliği koymasıydı. Yukarıda kaba hatlarıyla özetlediğim bu ideolojik dönüşümün adım izlerini HEP’ten DEM’e partilerin söylem ve hatta isimlerine takip etmek mümkün.

Bu yeni dünya görüşü 2013 sonrası ilan edilen Kuzey-Doğu Suriye (Rojava) kantonlarında hayata geçirilmeye çalışıldı. İlginçtir ki, post-Marksist dönemdekidünyada sosyalizmin ideolojik öncülüğünü de üstlenmegibi oldukça iddialı önermesi 2014 sonrası bir ölçüde de olsa karşılık buldu. Rojava devrimi küresel ölçekte radikal sol – anarşist akımlar arasında ilgi gördü.Kısacası hiçbir noktada çok katı doktiriner çerçeveler içerisine sokulamasa da Kürt Hareketi son 45 yıllık oldukça dolambaçlı ideolojik yolculuğunu en genel tanımıyla sol içerisinde tutmakta ısrar etti. Gayet eklektik ve flu yanları haiz olmakla beraber salt bir ulusal harekete indirgenmeyi reddetti ve  kendine ait bir sol toplumsal dönüşüm anlayışı geliştirme iddiasında bir hareket olarak günümüze ulaştı.

Kuzey Kürt hareketinin solda kalmakta ısrarı ve özgün anti-kolonyal stratejisinin kesiştiği nokta Türkiye soluyla ittifak. Şekillendiği 1970’lerden başlayarak en tanınmış, en saygın birçok kadroları Kürt olmayan topluluklardan geldi.

KÜRT HAREKETİ VE TÜRKİYE SOLU

Kuzey Kürt Hareketi’nin solda kalmakta ısrarı ve özgün anti-kolonyal stratejisinin kesiştiği nokta Türkiye soluyla ittifak. Şekillendiği 1970’lerden başlayarak en tanınmış, en saygın birçok kadroları Kürt olmayan topluluklardan geldi. Marksist paradigma içerisinde enternasyonalist dayanışma olarak övünülen bu durum, hareketin post-Marksist yeniden şekillenmesiyle ve özellikle 2000 sonrası yukarıda bahsettiğim gibi ulus-ötesi toplum inşası, devlet-ötesi egemenlik modeli geliştirme çabalarıyla programatik bir ısrara dönüştü. HDP/HDK projesi bu bağlamda doğdu. Bu projesi çerçevesinde Kürt Hareketi kendini Türkiye’nin demokratikleşmesi, idari desantralizasyonu ve sembolik/kültürel çoğulculaşması mücadelesinin merkezi ve itici gücü olarak konumlandırdı. Bu amaçla sol-sosyalist çevrelerden, ekoloji, inanç ve toplumsal cinsiyet hareketlerine geniş bir yelpaze bu radikal demokrasi projesinin potansiyel müttefikleri olarak görüldüler. Yukarıda değindiğim gibi, özellikle Türkiyeli devrimci hareketlerle Kürt Hareketi’nin ittifak çabası yeni değil. Ancak HDK bu gibi akımlarla dikey değil paralel ilişki kurulduğu bir zemin oldu.

HDP/HDK icin 7 Haziran 2015 şüphesiz bir zafer anıydı. Ancak, bu projenin Kürt Hareketine en belirleyici geri dönüş yaptığı nokta kesinlikle 24 Haziran 2018 seçimleriydi. Kürt illerinde %10’a yakın düşüş yaşayan parti, diğer bölgeler ve özellikle metropollerden gelen oylarla sadece baraj altı kalmaktan kurtulmadı. Aynı zamanda 1 Kasım 2015’e göre 0.9 puan artışla ülke ölçeğinde oy payının %11.7’ye çıkmasını sağladı. Bunun en baş sebebi partinin özellikle metropollerde (ve de birçok Anadolu ilinde) CHP’nin konformist tutumundan rahatsız kesimlere alternatif bir söylem, ittifak modeli ve aday profili sunabilmesiydi. Bu şekilde HDP Kürdistani bir parti görüntüsüne daralmadan Kürtlerin siyasal birliğinin temsilcisi ve radikal demokrasi, çoğulculuk ve özyönetim programı etrafında Türkiye muhalefetinin en temel ve dinamik adresi olma arasındaki tansiyonu büyük ölçüde dindirmiş ve hatta uzlaştırmış görünüyordu. Çünkü iki tarafa da sunacağı ikna edici ve ayakları yere basan argümanlara sahipti: ‘Batı’ya’ Kürtlerin kolektif hak taleplerindeki ısrarı, Kürt kamuoyuna ise somut, sokakta ve mücadelede karşılığı olan bir yatay Türkiye ittifakı.  

HDP/HDK modeli 14 Mayıs öncesinden başlayarak sol ittifak ağı içerisindeki çatlaklar, Kılıçdaroğlu’nu destekleme siyasetinin hüsranı ve seçim sonuçlarıyla kaosa sürüklendi.

HDP/HDK PROJESİ’NİN KRİZİ

Ne var ki, Haziran 2018’de sonunda olgunlaştığı ve meyve vermeye başladığı düşünülen HDP/HDK modeli 14 Mayıs öncesinden başlayarak sol ittifak ağı içerisindeki çatlaklar, Kılıçdaroğlu’nu destekleme siyasetinin hüsranı ve seçim sonuçlarıyla kaosa sürüklendi.

Eğer krizin sol-ittifaklar boyutuyla başlarsam, Kürt Hareketi’nin Türkiye solu ile mevcut ilişkisi genellemek yerine iki ana başlıkta incelenmeli. Birincisi ESP gibi stratejik işbirliği içinde olduğu çevreler. İkincisi ise dar anlamda Türkiye siyaseti ve esas olarak da seçim ittifakı kurduğu TİP vb. çevrelerle ilişkisi. Bu yazıdaki tartıştığım ikinci grupla ilişkilenme biçimi.

Mayıs seçimleri öncesinde HDP listelerinden vekil seçilen isimler tarafından kurulan TİP’in YSP amblemi altında seçime girmeyi reddetmesi, EMEP’in uzun süre ayak diretmesi 14 Mayıs arifesinde YSP’yi oldukça yıpratıcı bir polemiğin tarafı haline getirdi ve parti tabanında tepkiye ve ayrışmaya yol açtı. Durumu daha da vahim yapan, daha önce de vurguladığım gibi, YSP yetkililerinin, HDP ileri gelenlerinin bu krize siyasi tavır almak yerine sitem, küçümseme ya da romantik uzlaşma/dostluk mesajlarıyla karşılık vermeleri oldu.

Bu noktada vurgulamak gerekir ki, HDP aslında Kürt Hareketi’nin sol paradigmasına yakınlığı olmayan birçok oluşumu Türkiye devrimci geleneği başlığı altında kendisi ile beraber aynı sepete koymakta ısrar ederek, kendi iddiasının görünürlüğünü zayıflattı. Yani, Türkiye kamuoyu nezdinde Kürt Hareketinin uyarladığı Radikal Demokrasi modeli, ortodoks Marksizm yorumlarının gölgesinde fark edilemez kalmaya devam etti, ediyor.

Bu bağlamda partinin mevcut sol ittifaklar siyasetindeki bir genel sorun, ÖDP örneğinde dramatik biçimde iflas eden sekteryen birliktelik gibi gün geçtikçe kendi içerisinde daha gerilimli ve rekabetçi bir yığına dönüşmesi. HDK veya Emek Özgürlük İttifakı içerisinde bulunan bu gruplara dair büyük kısa devre sebebi Kürt Hareketi’nin umduğu gibi HDP/HDK’nın ülke solunun temel çatı kurumuna dönüşmesine derin itirazları ve hatta bu konuda kaygıları. TİP örneğinde bu tutum parti sözcüsünün ‘havuz problemi’ ile ifade ettiği gibi Kürt Hareketinin Kürt olmak yanında bir sınıf, bir kadın, bir çevre hareketi olma ihtimalini değilleyen, onu sol dışına itme çabası gösteren, ‘Kürtsün sen ancak ve salt Kürt kalabilirsin!’ diyen bir hal aldı. Çok çarpıcı olan ise bu tür bir yaklaşımın Kürt Hareketi’ne muhafazakâr veya geleneksel milliyetçi Kürt çevrelerden gelen eleştirilerle örtüşmesi. Tabii burada büyük bir farkı da belirtmek gerekiyor, Türkiye solunun salvolarındaki kolonyalist ağır ton!

Kulağa paradoksal gelebilir ancak Türkiye solunun kimi gruplarıyla girdiği ilişkilenme biçimi ve bu grupların talep ve tutumları Kürt Hareketi için sağa itici bir baskı unsuru haline dönüşmüş durumda. Bu iki şekilde tezahür ediyor. Bazı klişe retorik kıstaslarla (sınıf partisi olmak, anti-emperyalizm vb) kimi grupların sol olma hallerini sağa koydukları HDP’ye karşı tanımlamaları. İkincisi ve daha da önemlisi, HDP/DEM’in özellikle Kürt tabanında temsiliyette hakkaniyetsizlik hıncı biriktirip kategorik olarak sol paradigmalardan mesafelenme eğilimini tetiklemek.

Bütün bu tabloda Kürt Hareketi’nin kamuoyuna sunduğu görüntü, sol siyasetini Türkiye sosyalist hareketinin irili ufaklı gruplarına ihale ettiği. Bir baska ifadeyle, Kürt hareketinin, Türkiyelileşmek diye kavramsallaştırdığı Türkiye siyasetini, toplumunu ve bunların Kürtlerle ilişkisini dönüştürmek iddiasından uzak olduğu ve sol müttefikleriyle bile ancak eşitsiz bir pazarlık, tek taraflı ödün ve öz kaynaklarından ödüllendirerek irtibatlanabildiği. Buradan potansiyel seçmen veya destek kitlesinin aldığı mesaj ise kendi radikal demokratik anlayışını (bilhassa metropollerdeki) tabanına görünmez kılmak pahasına sol vitrinini mezkur gruplara terketme mecburiyeti hisseden bir anlayış.

İşte 14 Mayıs seçimleri stratejik mahiyet taşımayan, dönüş(tür)me kapasitesinden mahrum ve salt sandıkta kazan(dır)maya indirgenmiş bu ilşkinin artık mevcut biçimiyle sürdürülemez olduğunu ortaya koydu. Buna rağmen bu tür bir ittifak tarzını sürdürmek ise HDK/HDP projesini krizden çözülmeye doğru itmek olacağı ise aşikar.

Bu bağlamda bir kritik gelişme bugüne kadar Türkiye siyasetinde sosyalist sola sıkışmış HDP Türkiye dayanışma ağının sosyal demokrat ve hatta merkez çevrelere yayılma potansiyelinin ortaya çıkması ve bunun DEM Parti’ye daha geniş manevra alanı açıyor olması. Bu noktada kent uzlaşısı ile kazanılan yerler ve özellikle de Türkiye’nin en büyük ilçe belediyesi Esenyurt önemli bir laboratuvar olacak.

ARINMACI RETORİĞİN YÜKSELİŞİ

HDP krizinin bir baska dinamiği ise 14 Mayıs öncesi Kemal Kılıçdaroğlu’na sunulan açık çek. Esasında HDP/YSP tabanında çok kuvvetli karşılık bulan bu hamle, hem CHP’li adayın beklentilerin aksine bırakın seçimi ilk turda kazanmayı, ikinci turda az olmayan bir farkla kaybetmesi ve özellikle de 14 Mayıs sonrası Kılıçdaroğlu’nun Özdağ ile girdiği pazarlığın ortaya çıkması hem parti elitinde hem de tabanda büyük hayal kırıklığına yol açtı. Bunun üzerine YSP’nin özellikle metropollerde seçmeninin bir kısmını EÖİ içerisinde taktik seçim ittifakı yaptığı TİP’e, daha önemli bir bölümünü ise cumhurbaşkanlığı seçiminde desteklenen Kılıçdaroğlu’nun partisine kaybederek seçimin en önde gelen yenilenleri arasında çıkması tuz biber ekti. Kısacası sol ittifak ile çatlaklar, Kılıçdaroğlu’na destek siyasetinin hezimete uğraması ve seçim yenilgisinin birleşik etkisi ile beliren darboğaz parti içerisinde yazının girişinde tanımladığım Kürt Hareketi’nin anti-kolonyal stratejisine karşı arınmacı retoriğe ilgiyi kuvvetlendirdi.

Türkiye’yi dönüştürme düsturunu bir kenara bırakmak arınmacı anti-kolonyal stratejiye içkin bir pozisyon. Zira, sol-sosyalist ittifakın hüsranı ve mevcut muhalif aktörlerin ülkede zemin kaybetmesi arzulanan dönüşümün zaten aktörsüz, karşılıksız olduğu savını kuvvetlendiriyor. Bu noktada arınmacı retoriğe yönelmek bir tek Kürt Hareketi’ne sağa direksiyon kırma çağrısı seslendirmiyor. Aynı zamanda Türkiye’de de sağ ile diyalog seçeneğini önceliyor. Hal böyle olunca da Türkiye’de çoğulculuk ve özgürlük alanlarının genişlemesiyle ilişkilendirilmeyen Kürtler adına çözüm veya çıkış (daha da) mümkün görülebiliyor. Çünkü, otoriter yani karmaşık rıza süreçlerinden ari bir muhatapın daha pratik ve hızlı bir geri dönüş ve sonuç alma sürecini beraberinde getireceği varsayılıyor.

Kısacası 14 Mayıs sonrası yaklaşık on ay DEM veya Kürt siyasi eliti içerisinde farklı ajandalarla arınmacı retoriğin kayda değer ve artarak karşılık bulduğu bir dönem oldu. Bir başka yazıda değerlendirdiğim 31 Mart sonuçları ve Van direnişinin ise bu retoriğe ilgiyi şimdilik, daha doğru ifadeyle, bir sonraki darboğaza kadar dindireceğini düşünüyorum. Ancak daha kalıcı bir sorun ise HDP/HDK projesinin başarısının Türkiye solu ile ittifakın randımanına endeksli kalması.Bununla beraber, 31 Mart ve Van direnişi sonrası tablo HDP/HDP projesinin tekrardan cazibe ve momentum kazanabileceğine dair emareleri sunuyor. Bu bağlamda bir kritik gelişme bugüne kadar Türkiye siyasetinde sosyalist sola sıkışmış HDP Türkiye dayanışma ağının sosyal demokrat ve hatta merkez çevrelere yayılma potansiyelinin ortaya çıkması ve bunun DEM Parti’ye daha geniş manevra alanı açıyor olması. Bu noktada kent uzlaşısı ile kazanılan yerler ve özellikle de Türkiye’nin en büyük ilçe belediyesi Esenyurt önemli bir laboratuvar olacak.

Yazı dizisinin bir sonraki bölümünde Türkiye’deki Kürt siyasal pozisyonların çoğullaşmasının HDP/DEM Parti için yarattığı olanak, zorluk ve gerilimleri tartışacağım.

Kürt Hareketi’nin zor dönemeci (1)

Yektan Türkyılmaz
Latest posts by Yektan Türkyılmaz (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir