Nedir bu iktidarların Taksim korkusu?

Nedir bu iktidarların Taksim korkusu?

Nedeni çok basit: İktidarların korkusunun temelinde Taksim’in fazlasıyla milli devletin bir temsil sahnesine dönüşmüş olması yatıyor. Daha açık söylersek, Taksim devlet iktidarının simgesi. Kim ki orada başka bir şey yapmaya kalkıyor, iktidara açık olarak bir tehdit oluşturuyor.

1 Mayıs bayramı neden Taksim’de kutlanamıyor? Dünyanın her yerinde şehirlerin meydanları gösteriler için kullanılabilirken neden Taksim kullanılamıyor? Taksim neden iktidarlar için korkulacak bir yer?

Yunanistan Parlamentosu’nun önündeki Sentagma meydanı mesela… Gezi benzeri gösterilerin olduğu, çadırların kurulduğu, kalabalıkların toplandığı zamanlarda bile. Şehrin en güvenli ve rahat yerlerindendi. Seyyar satıcıların çok çeşidi oraya yerleşmişti. Çünkü en iyi “müşteriler” de oradaydı. İnsanlar -hatta turistler bile- renkli bir ortamda sohbet edip bir şeyler atıştırabiliyor, içebiliyordu…

Nedeni çok basit: İktidarların korkusunun temelinde Taksim’in fazlasıyla milli devletin bir temsil sahnesine dönüşmüş olması yatıyor.

Daha açık söylersek, Taksim devlet iktidarının simgesi. Kim ki orada başka bir şey yapmaya kalkıyor, iktidara açık olarak bir tehdit oluşturuyor.

İlginç olan hangi görüş olursa olsun, iktidarların bu fikirde son derece ikna edici olmaları. Kim orayı kullanma yetkisine sahipse, diğeri kesin devlete itaatsizlik eden “öteki”.

Bu durumda Taksim’den korkulmaz mı? Korkulur, elbette.

Kim onun kontrolünü kaybederlerse, iktidarını da kaybediyor. İşte iktidarların Taksim korkusunu yaratan mit bu.

Resmi hafıza inşa pratikleri mekan ile sabitlenmeye çalışılıyor

Kim onun kontrolünü kaybederlerse, iktidarını da kaybediyor.

İşte iktidarların Taksim korkusunu yaratan mit bu.

20.yüzyıl başında şehrin dışında, tramvay atlarının ahırlarından, mezarlıklardan ve bir kışla kalıntısından ibaret olan önemsiz bir yerin geçirdiği bu inanılmaz değişim dudak uçuklatıcı.

 Nasıl oldu da bu mekan neredeyse ülke tarihini belirleyecek bir hale geldi? Belki de şöyle sormak mümkün: Taksim nasıl kutsallaştı?

Bu yalnızca tramvayların dönüş çemberinin içine konan bir anıt sayesinde olmadı elbette.

Bu soruya cevap vermek için zannedersem biraz geçmişe uzanmak, Taksim’in ne olduğunu hatırlamakta yarar var.

Devletin modernleşme sürecindeki resmi ritüel alanı Tophane meydanına taşındı. 2. Mahmut zamanında yeniçeriler katledilerek burada bunun nişanesi olarak inşa ettirdiği Nusretiye(Zafer) Camii ile, Batılı devletlerin misyonlarının tam da irtibat merkezine, Tophane’ye yerleştirildi.

İbadet mekanı, cami böylece geleneksel imparatorluk ritüellerinden ayrıştı, padişahın zaferini simgeleyen resmi bir anıt halini aldı.

Ancak orada kalamadı. Şehrin Pera’nın sınırlarını aşmasıyla Dolmabahçe’ye uzandı. Sonra da Yıldız’a… Bu sarsıntılı dönemde devletin resmi ritüel alanının sürekli bir yeniden inşası söz konusu oldu.

Önemli bir kırılma noktası Cumhuriyet’le birlikte gerçekleşti. Cumhuriyet’in ilanı sonrası artık bu Yeni Osmanlıcı devletin resmi ritüel alanın yerini yeni bir mekanın alması gerekiyordu.

Laik Cumhuriyet kıyıdaki resmi ekseni terk etti ve onu sivil olanın, İstiklal Caddesi’nin nihayetine yerleştirdi. 

Ancak ulus-devlet bu temsil sahnesini bu sivil eksenin üzerine yerleştirdiğinde bu resmi simgenin, yani caminin yerini “Şehir Operası” almıştı. Pera’nın kozmopolit kültürel alanını devletin resmi bir ritüel mekanı olarak yeniden tanımlayan.

Örneğin burada gerçekleşen bir katliam Pazar ayini için Pangaltı’ya doğru yola çıkmak isteyen Veba Hastanesi (bugünkü Fransa Başkonsolosluğu ve Fransız Kültür) sörlerinin tuttukları günlüklerinde yer alır. İnfaz edilen kışladaki erlerin cesetleri o kadar her yeri kaplamıştır ki, yolda yürümek imkansızdır. Yürünecek yer kalmadığı için ayine katılamamışlardır. Ama bu bilgi hiçbir yerde, kitapta yer almaz.

Dikkat edilirse bu resmi ritüel alanın birbirini örten hafıza katmanlarından oluştuğu görülebilir. Bu hafıza katmanları yalnızca birbirlerini örtme, gizleme işlevi görmekle kalmıyorlar. Aynı zamanda kendilerini de görünmez kılıyorlar. Öyle ki kendileri bile neye tanıklık ettiklerini, neden var olduklarını bilmiyorlar. Korku işte bu bilinmeyenlerden kaynaklanıyor.

1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması neden önemli?

Dikkat edilirse bu resmi ritüel alanın birbirini örten hafıza katmanlarından oluştuğu görülebilir. Bu hafıza katmanları yalnızca birbirlerini örtme, gizleme işlevi görmekle kalmıyorlar. Aynı zamanda kendilerini de görünmez kılıyorlar. Öyle ki kendileri bile neye tanıklık ettiklerini, neden var olduklarını bilmiyorlar. Korku işte bu bilinmeyenlerden kaynaklanıyor.

Biraz basitleştirme pahasına günümüzde ulus-devlet projesinin iki resmi hafıza katmanından oluştuğunu söylemek mümkün.

İlki 20. yüzyıldan önce inşa edilmeye çalışılan ve “Birinci Milli” adı verilen Yeni-Osmanlıcı  katman. Diğeri Birinci Dünya Şavaşı’ndan sonra, 1930’larda inşa edilmeye çalışılan ve “İkinci Milli” adı verilen etnisite temelinde inşa edilmeye çalışılan bir katman.

Ankara merkezli “İkinci Milli” öncekini tasfiye etmeye çalışarak arınmacı, modernist, ulusun değerlerini temsil etme iddiası kendi kültürel iktidarını kurmaya çabaladı. Bu iki akım devlet iktidarı içinde iki ayrı temsil iddiası, iki ayrı kültür programı olarak kimi zaman çatışan, kimi zaman birbirine eklemlenen, iç içe giren rekabet halinde olan iki ayrı milli seçkinler zümresi yarattı.

Bu iki soylulaştırma dinamiğine önce örtük bir biçimde, sonra açık bir biçimde Aleviler’in, bir de Kürtlerin temsili eklendi.

Dikkat ederseniz bu iki katmanı oluşturan, soylulaştırıcı (eliti inşa eden) dinamikler tam da dünya savaşlarının öncesine rast geliyor.

Milli bir kamusal alan inşa etme, toplulukları tasarlama idealleri savaşlarla, yıkımlarla, krizlerle sonuçlansa da kamusal alan sekülerleşmediği, iktidarların gölgesi altında kaldığı sürece yok olmuyorlar.

Bu noktada belki tarihçi Marc Nichanian’ın söylediklerine kulak vermeli:

Çoğu zaman unutkanlıklar birbirinin üstüne binen katmanlar olarak birbirlerini örtme, gizleme işlevi görüyorlar.  Eğer resmi hafızada boşluklar bulunuyorsa, neye tanıklık edildiği dahi bilinmiyorsa ve neyin bilinmediği dahi bilmiyorsa, bu boşluklar da onun parçalarını oluşturuyorlar.

Bu yeniden inşa sürecini oluşturan süreçlerde kaybolan, görünmez kılınan gerçekte sınıfsal perspektif. Gezi ise resmi hafıza inşa modeline karşı bu mekandaki ilk deneyim. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması bu açıdan önemli.

GÖRÜNMEZ KILINAN GERÇEKTE SINIFSAL PERSPEKTİF

Silindikleri zannedildiği anda dahi ısrarla mevcudiyetlerini gösteriyorlar ve yeniden inşa süreçlerine musallat oluyorlar. Varlıklarını resmi inşa süreçlerinde ortaya koyuyormuş gibi yapan güçler nasıl varlıkları temsil etmekten aciz ise, yoklukları da silmekten aciz kalıyorlar. Sildikleri yokluklarıyla varlıklarına musallat oluyor.  

Sonuç:

Bu yeniden inşa sürecini oluşturan süreçlerde kaybolan, görünmez kılınan gerçekte sınıfsal perspektif. Gezi ise resmi hafıza inşa modeline karşı bu mekandaki ilk deneyim. 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması bu açıdan önemli. Resmi hafıza inşasına -şiddetine de denebilir- karşı özgürleştirici bir perspektifle bu bayramın deneyimlenmesi travmaları iyileştirici olabilir.

Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir