Gerçekte göründüğün gibi misin?

Gerçekte göründüğün gibi misin?

Persona, Antik Yunan tiyatrosunda oyuncuların kullandıkları maskeye verilen addır. Hepimiz kendi yaşamımızda benzer maskeler takarız. Bu maskeler ebeveynlerimizin bizi kabul etmesi ve topluma uyum sağlamak için zaman içinde belirlenir. Çevreyle ilişkilerimizi düzenlerken bu tür ifadeye ihtiyaç duyarız, maskeyi takmak zorundayızdır.

– Patavatsızlık edecek olmayacaksam sorabilir miyim? Niçin yazıyorsunuz mösyö?

– Doğrusu, ben de bilmiyorum. Öyle işte yazmış olmak için yazıyorum.

– Issız bir adada olsan yazar mıydınız? Başkaları tarafından okunmak için yazmaz mı insan? [1]

Sartre’ın Bulantı adlı romanından bu satırlar. Yapıp ettiklerimizi kimin için ortaya koyuyor olduğumuz önemli bir soru. Çoğumuz bize biçilen elbiseyi sorgusuz sualsiz kabul ederiz ve rolümüz neyse onu oynarız. Bu noktada analitik psikolojiinn kurucusu Carl Gustav Jung’un önem verdiği arketiplerden biri olan personadan bahsetmek gerekir. Jung, ilk örnek olarak Türkçeleştirilebilecek arketiplerin kolektif bilinçdışında yer aldıklarını savunur. İnsanlığın karanlık kutusunda yer alan arketiplerin sayısının gerçek hayattaki obje ve olayların sayısıyla aynı olacağını belirtir: Doğum, ölüm, anne, baba, çocuk gibi sayısız arketip mevcuttur. Üzerinde önemle durduğu arketip personadır.

Usta yönetmen Bergman’ın 1966 yılında çektiği ‘Persona’ adlı filmde, dışarıdaki ben ile içerideki ben arasında yaşanan çatışma anlatılır. Filmde tiyatrocu Elizabeth sahnede tam oyunu performe ederken birden susar ve konuşmayı tamamen bırakır. Bunun üzerine dinlenmesi için bir sahil evinde kalır. Kendini sanatçı kimliğiyle tanımlayan kadının artık bu kimliği sürdürecek takatinin kalmadığını anlatır film.

USTA YÖNETMEN BERGMAN’IN FİLMİ: PERSONA

Persona, Antik Yunan tiyatrosunda oyuncuların kullandıkları maskeye verilen addır. Hepimiz kendi yaşamımızda benzer maskeler takarız. Bu maskeler ebeveynlerimizin bizi kabul etmesi ve topluma uyum sağlamak için zaman içinde belirlenir. Çevreyle ilişkilerimizi düzenlerken bu tür ifadeye ihtiyaç duyarız, maskeyi takmak zorundayızdır. Personamız yeri geldiğinde mesleğimiz olabilir. Kendimizi avukat, mühendis, doktor olarak tanımlarken bu mesleğin ne kadar özümüze uygun bir seçim olduğunu sorgulamayız. Hatta bu rolü bazen öyle abartırız ki kendimizi göründüğümüz haliyle tanımlamaya başlarız. Yeni birisiyle tanıştığınızda da kişi, size kartvizitinden bahsettiğinde aslında personasından bahsetmiş olur. Gerçekte kim olduğunu söylemez.

Usta yönetmen Bergman’ın 1966 yılında çektiği ‘Persona’ adlı filmde, dışarıdaki ben ile içerideki ben arasında yaşanan çatışma anlatılır. Filmde tiyatrocu Elizabeth sahnede tam oyunu performe ederken birden susar ve konuşmayı tamamen bırakır. Bunun üzerine dinlenmesi için bir sahil evinde kalır. Ona bu süre içinde eşlik eden hemşire Alma’dır. Filmde iki kadın arasındaki sınırlar iyice bulanıklaşır ve personaları biribiri içinde eriyince geriye kişilerin kendileriyle yüzleşmesi kalır. Kendini sanatçı kimliğiyle tanımlayan kadının artık bu kimliği sürdürecek takatinin kalmadığını anlatır film. Gölgesi, sahteliğe izin vermez. Sosyal maskesi düştüğünde içerdeki derin çatışmalar ortaya çıkar.

Sorunlarımız, sıkıntılarımız yokmuş gibi davranıyoruz ve sosyal medyadaki personalarımızı sürekli besliyoruz, besledikçe iyice yabancılaşmış ve izole hissediyoruz.

PERSONALARIMIZI BESLEDİKÇE YABANCILAŞIYORUZ

Bazı insanlar persona şişmesi dediğimiz durumu yaşar. Persona şişmesi kişinin toplumsal maskesinin gerçek kimliğinin üzerine geçme durumudur. Örneğin bir kadın anne olma rolünü hayatının her yerine taşıyabilir. Artık kendi ortada yoktur o sadece bir annedir. Annelik rolünü abartılı bir şekilde oynarken kendi duygularını ve ihtiyaçlarını göz ardı eder. Sonra hayat kadını bir köşede kıstırır. Personası kuvvetli olan birinin bastırdığı yanı bir o kadar güçlüdür. Bu yüzden zaman içinde kişinin yaşamını bloke ederek tükenmiş ve çaresiz hissettirir ve zorunlu olarak ilgiyi kendisine çevirir.

Bugünün dünyasında sanal personamızı şişirdik. Digital dünyadan sosyal medyada yarattığımız kimliklere sığınmış durumdayız. Sadece birilerinin beğenisini alabilmek için kendi kimliğimizi gölgede bırakıyoruz. Sorunlarımız, sıkıntılarımız yokmuş gibi davranıyoruz ve sosyal medyadaki personalarımızı sürekli besliyoruz, besledikçe iyice yabancılaşmış ve izole hissediyoruz. Uzakdoğu düşünürlerinden Lao Tzu dediği gibi: Soğan gibi ol  özgür olmak için, farklı katmanları bırak. Ne olduğunu bıraktığında olabildiğin şey olmaya başlarsın!

[1] Bulantı, Sartre, S.174

Gülden Bulut
Latest posts by Gülden Bulut (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir