Johannesburg mutfağı

Johannesburg mutfağı

Avrupa’da gittiğim Afrika lokantaları daha “otantik” gözükmek için ciddi çaba sarf ederken Johannesburg’dakiler Batılıydı. Tabii Johannesburg’da yemek diyorum ama akşamları yürümek diye bir şey olmadığı için benim lokantalar da hep Mandela meydanının çevresinde oldu.

Afrika lokantasına Bologna’da ve Berlin’de gittiğimi, Amsterdam’da gittiğimin ise özellikle Kenya lokantası olduğunu hatırlıyorum.

Dolayısıyla, Güney Afrika’ya giderken, aklımda oradakilere benzer bir lokantalar silsilesi bulacağımı düşünüyordum.

Büyük bir lavaşın üstünde çeşitli -genellikle farklı soslarda- etler olacak ve elinle yiyeceksin -çatal bıçak istediğinde de garson sana önce sertçe bakacak sonra getirecek.

Benim Afrika lokantasına dair fikrim buydu ama Johannesburg’da gittiklerimin hiçbirinde böyle bir seçenek görmedim.

Avrupa’da gittiğim Afrika lokantaları daha “otantik” gözükmek için ciddi çaba sarf ederken Johannesburg’dakiler Batılıydı.

Tabii Johannesburg’da yemek diyorum ama akşamları yürümek diye bir şey olmadığı için benim lokantalar da hep Mandela meydanının çevresinde oldu.

Şehrin öteki kısımlarındaki lokantalar nasıldır bilmiyorum ama bu meydan şehrin en lüks yeriydi ve benim düşündüğüm tarzda bir tane bile lokanta yoktu.

Güney Afrika’da antiloba benzer çeşitli hayvanlar var: springbok, kudu, venison…

Springbok, özellikle carpaccio’suyla diğerlerinden ayrışıyor, sevimli olduğu kadar lezzetli de bir hayvan. “Kudu” ise kuru ette Güney Afrikalıların en büyük tercihi.

“KUDU” KURU ETTE GÜNEY AFRİKALILARIN EN BÜYÜK TERCİHİ

Buraya gelmeden “springbok” denen antilop ve “kingklip” denen balık türüne dair biraz bilgi edinmiştim, springbok’un carpaccio’su çok lezzetli olurmuş.

İlk gün gittiğim Trumps’ın menüsünde “springbok carpaccio” görünce bu şehrin beni gastronomik açıdan yanıltmayacağına dair güçlü bir kanaat geliştirdim.

“Springbok”a Türkçede “keseli ceylan” diyormuşuz ama şimdi bunun adı değil -zaten ben keseli ceylan diye bir hayvan hiç duymadım- tadı önemli.

Güney Afrika’da antiloba benzer çeşitli hayvanlar var: springbok, kudu, venison…

Springbok, özellikle carpaccio’suyla diğerlerinden ayrışıyor, sevimli olduğu kadar lezzetli de bir hayvan.

“Kudu” ise kuru ette Güney Afrikalıların en büyük tercihi.

Bunun yemeği de oluyor ama etinin tadı biraz ekşi, açıkçası yediğim iki örnekten yola çıkarak şunu söyleyebilirim: “Kudu”yu sıcak değil kuru yemeli.

Kuru et demişken, dana haricinde venison’un da -bu aslında bir geyik türü- hayli rağbet gördüğünü söyleyebilirim.

Son gün markette dolanırken venison’un köftesini falan da aldım ama springbok bu kadar kullanışlı bir hayvan değil anladığım kadarıyla.

Johannesburg’dan dönerken kuru et olarak kudu ve venisonun yanı sıra dana, devekuşu falan da aldım, hepsi de çok lezzetliydi.

Springbok ve salyangozu tamamlayan ana yemek olarak ise devekuşu söyledim ki bu da hayli lezzetli bir başka yemekti. Yanında da bir kırmızı Güney Afrika şarabı, gel de bu şehri sevme kolaysa…

GEL DE BU ŞEHRİ SEVME

Trumps’ta ısmarladığım ikinci başlangıç yemeği ise sarımsak soslu salyangozdu -ve tek kelimeyle nefisti.

Springbok ve salyangozu tamamlayan ana yemek olarak ise devekuşu söyledim ki bu da hayli lezzetli bir başka yemekti.

Yanında da bir kırmızı Güney Afrika şarabı, gel de bu şehri sevme kolaysa…

Böylece, ilk akşamımda, Johannesburg’da bir ziyafet çekmeyi başardım.

İkinci akşam, yine aynı meydanda ama bu kez bir üst katta yer alan Nanno adlı lokantaya gidip “baby kingklip” balığını yedim.

Ben aslında küçük balık yemem, yani hamsi ya da istavrit yerim ama sarıkanat yemem.

Sorduğumda kingklip için böyle bir yasak olmadığını söylediler, artık doğru mu değil mi günahı onların boynuna.

Kingklip’in boyu yaklaşık iki metre oluyormuş, onbeş kiloya kadar da büyüyebiliyormuş.

Bir sonraki gün, soluğu bir başka lokantada aldım: Trumps’ın tam karşısındaki Butcher’s.

Bu sefer kingklip söyledim.

“Baby kingklip” derisi çıkarılmış ve başıyla kuyruğu kesilmiş bir şekilde geliyor, eti bembeyaz bir balık.

Bunu limon tereyağı ya da peri peri gibi çeşitli soslarla sunuyorlar.

Kingklip ise “Norveç somonu” gibi dilimlenmiş şekilde getiriliyor.

Ne yalan söyleyeyim, baby kingklip’i diğerine göre çok daha lezzetli buldum.

Gelelim, meyvelere diyeceğim ama Johannesburg’un bahtı avokado haricinde pek açık değil.

Biraz kuzeye gidildiğinde çok güzel mangolar yetişiyormuş -aldığım kuru mangolar da çok güzeldi.

Cape Town ise, zamanında Fransa’dan kaçıp gelen Heugenotlar sayesinde üzümün ve dolayısıyla küresel bir marka olan Güney Afrika şarabının şehri.

Başlangıcı söyledik, yemeği yedik, meyveler de geldi…

Şimdi bir de çay söyleyebiliriz.

Güney Afrika, “rooibos” adlı çalının anavatanı.

Siyah ve yeşil çayların aksine rooibos’un içinde kafein bulunmadığı için bolca tüketilebiliyor.

Rooibos’un sağlığa pek çok faydası varmış ama sanırım en önemlisi kalbe iyi gelmesi.

Orada yediklerim haricinde elim kolum epey dolu döndüm.

Bilgehan Uçak

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir