Otoriterlik bulaşıcıdır

Otoriterlik bulaşıcıdır

Adını nasıl koyarsak koyalım, ister otoriterliğin dirilişi, ister milli devletin yeniden doğuşu diyelim, gerekçe olarak kültür savaşlarına olmadı globalleşmenin sonuçları işaret edelim, şu değişmiyor: Başta liberal-özgürlükçü değerlerin doğduğu ülkeler olmak üzere, global satıhta büyük bir liberal değer ve demokrasi krizi yaşanıyor.

Siyasette, siyasi algı ve bakışta hemen her zaman içe kapalı, sadece kendimizle meşgul bir ülke olduk.

Buna karşın iç siyaset dalgalarından siyasi iktidar hallerine, siyaset-devlet ilişkilerinden toplum-siyaset ilişkilerine değin, ülkemizin siyaseti global dalgalarla, dünyanın siyasi iklimiyle yakından ilişkili oldu.

Avrupa’daki, Amerika’daki dip akıntılar çok geçmeden gelip Türkiye’yi de kuşatmadığı bir dönem yoktur.

AK Parti’nin iki evresini düşünün.

İlki, 2000’lerin ilk on yılına, Batı’da, Bush’un varlığına ve politikalarına rağmen, çok-kültürlülük vurgusunun, liberal demokratik ilkelerin önde durduğu bir evreye tekabül ediyordu. Ve Türkiye izlediği politikalarla model ülke ilan ediliyordu.

İkinci evre ise, sistemlerde, toplumlarda, rejimlerde tek kültürlülük arayışlarının, milli egemenlik ve milli devlet vurgularının, yabancı sevmezliğin, aşırı sağın, velhasıl her seviyede otoriter önerilerin öne çıktığı yıllar oldu. Türkiye, Erdoğan’la yeni otoriterliğin, popülizmin taşıyıcılarından birisi haline dönüştü.

Bu sadece bir durum değil, bir tercihti. Nitekim AK Parti’nin siyasi arayışları en azından varoluş meşruiyeti bakımından bu dönemlerle son derece uyumludur. Sadece Arap Baharı’nın çeşitli evreleri (model ülkeden Batı değerleriyle çatışan ülke imajına geçiş), sadece Suriye iç savaşının girdileri (Kürt sorununun sınır ötesi bir hal alması, bunun askeri bakışı beslemesi, göçmen meselesi ve bekçiliği) iki dönem arasındaki geçişle ilgili pek çok ipucu barındırır.

Bugün neredeyiz?

6-9 Haziran arası yapılan Avrupa Parlamentosu seçimleri, bir kez daha, Avrupa’nın birçok ülkesinde toplum-siyaset ilişkilerinde yaşanan tedrici demokratik gerileyişe işaret etti.

Fransa’da aşırı sağcı, yabancı karşıtı Ulusal Birlik Partisi, Macron’u, aradaki oy farkını ikiye katlayarak geçti ve bir erken seçim ilanını tetikledi. İtalya’da Mussolini’nin partisi birinci oldu. Neo-nazi yüklerle dolu Adf, Almanya’da ikinci sırada.

Eğilim yeni değil yıllardır yaşanıyor, ancak her seçimde biraz daha derinleşiyor.

Adını nasıl koyarsak koyalım, ister otoriterliğin dirilişi, ister milli devletin yeniden doğuşu diyelim, gerekçe olarak kültür savaşlarına olmadı globalleşmenin sonuçları işaret edelim, şu değişmiyor: Başta liberal-özgürlükçü değerlerin doğduğu ülkeler olmak üzere, global satıhta büyük bir liberal değer ve demokrasi krizi yaşanıyor. Toplumların tepkileri ötekine yöneliyor, kültürel dışlayıcı bir milliyetçilik yükselirken, tırpan liberal değerlere yöneliyor.

Demokrasileri demokrasi kılan iki temel meşruiyet vardır. İlki toplumsal meşruiyettir. Kökeninde toplumun iradesi yatar, özgür seçimler ise bunun mekanizmasıdır. İkinci meşruiyet evrensel değer meşruiyetidir. İnsanoğlunun büyük mücadelelerle, emek ve bedellerle asırlar boyu kazandığı haklar, özgürlükler, onları koruyan hukuk fikri ve düzeni, bu meşruiyetin temelini oluşturur.

TOPLUMSAL MEŞRUİYET VE EVRENSEL DEĞER MEŞRUİYETİ

Sadece Batı değil sorunlu olan. Dünyanın diğer yakalarında da benzer sonuçlara yol açan bir gelişme yaşanıyor, uzunca bir süredir. Doğrudur, Varşova paktının çökmesinden bu yana, demokrasi istikametinde Doğu Avrupa ülkelerini pek çok başka ülke takip etti. Ne var ki, bu ilerleyişte kabuk değiştiren ülkelerin siyasi dokuları gelenekleri değil bizzat demokrasi oldu.  Örneğin Güneydoğu Asya’da Singapur’dan Malezya’ya, Güney Kore’den, Tayland ve Tayvan’a birçok ülke sandık düzenine geçti. Ancak sandık kurulan bu ülkelerde ve pek çok diğer ülkede, hukuk devleti, azınlık hakları, basın özgürlüğü yerlerde sürünmeye devam etti. Bu ülkeler sandık demokrasilerine, seçimli otoriterlik düzenine dönüştüler. Demokrasiye ilişkin kabuk değişimi demokrasinin özünü, ruhu yaralayıp, onu demokrasi olmaktan çıkarmaya başladı.

Demokrasileri demokrasi kılan iki temel meşruiyet vardır.

İlki toplumsal meşruiyettir. Kökeninde toplumun iradesi yatar, özgür seçimler ise bunun mekanizmasıdır. İkinci meşruiyet evrensel değer meşruiyetidir.

İnsanoğlunun büyük mücadelelerle, emek ve bedellerle asırlar boyu kazandığı haklar, özgürlükler, onları koruyan hukuk fikri ve düzeni, bu meşruiyetin temelini oluşturur. Toplumsal meşruiyetin, çoğunlukçu ve dayatmacı değil, çoğulcu olmasını sağlayan bu meşruiyettir, ona can veren değer ve ilkelerdir. Demokrasi onlarsız olmaz. Sandık, Rusya’da da var, İran’da da, Suriye’de de…

Velhasıl demokrasi esas olarak (siyasi anlamda) liberaldir.

Global satıhta, onun bir parçası olarak Türkiye’de örselenen, bu ikili meşruiyet bütünlüğünün bozulması, dokunun ayrışmasıdır. İlk ayağın öne çıkıp, ikinci ayağın giderek yok sayılması, hatta yokluğunun talebidir.

İlliberal demokrasi kavramını ortaya Ferid Zakaria atmıştı, 1997’de. Ama geliştiren yıllar sonra Macar lider Orban oldu. Orban’a göre liberal demokrasi küreselci ve çok-kültürcü̈ bir ideoloji. Küreselcilik liberalizm vesilesiyle, çeşitli siyaset üstü uluslararası sözleşme ve yasalarla milli iradeyi gasp ediyor. Çok-kültürlülük ise toplumun tabiatını bozuyor.

İLLİBERAL DEMOKRASİ

Toplumsal meşruiyet ve toplumsal çoğunluk, çoğunlukçuluk, kimi yerlerde milli devlet vurgulu milliyetçilik, açıktan liberal değerleri hedef alıyor.
Liberal olmayan demokrasi veya illiberal demokrasi bu hedef alışın esas manivelası.

İlliberal demokrasi kavramını ortaya Ferid Zakaria atmıştı, 1997’de. Ama geliştiren yıllar sonra Macar lider Orban oldu. Orban’a göre liberal demokrasi küreselci ve çok-kültürcü̈ bir ideoloji. Küreselcilik liberalizm vesilesiyle, çeşitli siyaset üstü uluslararası sözleşme ve yasalarla milli iradeyi gasp ediyor. Çok-kültürlülük ise toplumun tabiatını bozuyor.

2018’de şunları söylüyordu:

“Hıristiyan Avrupa’da çalışmaya saygı duyulurdu, insan onuruna sahipti, kadın ve erkek eşitti, aile ulusun temeliydi, ulus Avrupa’nın temeliydi ve devletler güvenliğin garantörleriydi. Günümüzün açık toplum Avrupa’sında ise artık sınırlar yoktur, Avrupalılar göçmenlerle değiştirilebilir, aile zevke göre değişen bir birlikte yaşama çerçevesi haline gelmiştir, ulus, ulusal bilinç ve bir ulusa ait olma duygusu olumsuz ve modası geçmiş olarak kabul edilmektedir ve devlet artık Avrupa’da güvenliği garanti etmemektedir.”

Orban’ın bu tarifi gelenek, ahlak ve içe kapalı toplum merkezli bir iddia olarak, veya yerellik, millilik, doğrudan halk iradesi, çoğunluçuluk, seçim ve lider kültünün karşımı bir öneri olarak, Hristiyan, Müslüman, Batılı, Doğulu insanları çeşitli biçimlerde ve dozlarda etkiliyor.

Batı’daki aşırı sağ, göçmen karşıtlığı, anti-küreselcilik, milliyetçilik, içe kapanma halleriyle örtüşüyor.

Türkiye gibi sağıyla soluya liberal alerjisine sahip bir ülke pek kolay yer buluyor.

Bu dalga bir gün geçer elbet, ama toplum zamanı uzundur.

Panzehiri değerlere dayanan siyasettir

 

 

Ali Bayramoğlu
Latest posts by Ali Bayramoğlu (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir