Sokak köpekleri popülasyonunun azaltılması ve kontrolüne dair proje

Sokak köpekleri popülasyonunun azaltılması ve kontrolüne dair proje

Son günlerin tartışma konusu olan sokak köpeklerinin geleceğine dair bir grup hayvan hakları savunucusunun hazırladığı çalışma ve çözüm önerilerini paylaşıyoruz.  

GİRİŞ VE TARİHE GENEL BAKIŞ

Günümüzde başıboş sokak köpekleri nedeniyle yaşanan sorunlar aşikardır. Sokak köpeklerinin bir kısmının gerek soğuk ve açlık yüzünden gerekse sokakta oldukları süre boyunca maruz kaldıkları kötü muamele sonucu gelişen travmaları nedeniyle saldırganlaşabildikleri bir gerçektir. Gittikçe artan sokak köpeği sayısı, toplumun, neredeyse hayvanseverler ve köpeklerin sokaklardan toplanmasını isteyenler olarak ikiye ayrılmasına yol açmıştır.  Belediyelerin ne kadar yeterli ve başarılı olduğunun tartışmalı olduğu kısırlaştırma seferberlikleri ve köpekler için ne kadar sağlıklı ve güvenli olduklarının da yine tartışmalı olduğu barınakların yetersiz kalması sebepleriyle, devlet makamları bu soruna çözümler düşünmekte, batılı ülkelerde uygulanan modellerin ülkemizde uyarlanabileceğini vurgulamaktadır. Tarafların bir diğerini saldırganlıkla suçladığı, ortak uzlaşma zemininin ortadan kalktığı bir dönemde olmamız sebebiyle batılı ülkelerin modelleri dışında da, Türk kültür ve inancı ile örtüşen, geçmişten ders alan ve tüm toplumun ortak bir paydada buluşabileceği başkaca çözüm önerilerinin de düşünülmesi ve değerlendirilmesi gerekli görülmektedir.

Sivri Ada’ya sürgün edilir ve başıboş, aç, susuz bir halde üzerinde ot dahi bitmeyen adaya bırakılarak kaderlerine terk edilirler. Köpekler adada ağlayıp, bağırarak, birbirlerini parçalayarak, kıyıdan geçen gemilerin, teknelerin kendilerini kurtarmaları için denize atlayarak, çığlıkları Anadolu sahilinden duyularak çaresizce can verirler. Bu süreç iki, üç yıl sürer ve Sivri Ada artık Hayırsız Ada olarak anılmaya başlar.

KÖPEKLER SİVRİ ADA’YA SÜRGÜN EDİLİR

Tarihe bakacak olursak Türkiye’de Hayırsızada’ya yapılan köpek sürgünü ve ardından yaşananları hatırlamak faydalı olacaktır. 1910 yılında Fransa, Türkiye’den sokak köpeklerinin toplanarak kendisine gönderilmesini ister ve iki ülke arasında bu konuda anlaşma imzalanır. Ardından 80 bin sokak köpeği toplanarak gemiye yüklenmek üzere Tophane’de bekletilir, ancak Fransa’dan bir türlü gemiye yükleme talimatı gelmez. Köpeklerin bakımı sorun olmaya başlayınca, Türkiye köpeklerin fiyatını düşürüp ardından ücretsiz yollamayı da önerir ancak Fransa sessizliğini bozmaz. Sonunda köpekler, Sivri Ada’ya sürgün edilir ve başıboş, aç, susuz bir halde üzerinde ot dahi bitmeyen adaya bırakılarak kaderlerine terk edilirler. Halk bir süre ekmek, su taşıyarak hayvanlara bakmaya çalışırsa da bu çabalar da bir yere kadar sürdürülebilir ve köpekler adada ağlayıp, bağırarak, birbirlerini parçalayarak, kıyıdan geçen gemilerin, teknelerin kendilerini kurtarmaları için denize atlayarak, çığlıkları Anadolu sahilinden duyularak çaresizce can verirler. Bu süreç iki, üç yıl sürer ve Sivri Ada artık Hayırsız Ada olarak anılmaya başlar. Sonrasında ülkenin neler yaşayacağının işareti ilk olarak Ağustos 1912 yılında yaşanan 7.3 şiddetindeki İstanbul depremi ile görülür. 7 Ekim 1912’de ise Osmanlı İmparatorluğu, 10 yıl sürecek ve ardından ülkenin belini çok zor doğrultabileceği, pek çok genç evladını kaybedeceği Birinci Balkan Savaşı’na adım atar. Sonrasında kaç savaş yaşandığını, ödenen acı bedelleri hepimiz biliyoruz.

16 Kasım 2022’de Konya barınağında bir köpeğin kürekle katledilmesi, kamuda duyulan vakalardan sadece birisiydi. Ardından başka barınakların ismi duyuldu. Hayvanseverlerin akın ettiği barınaklardan yürek burkan görüntüler sosyal medyaya yağmaya başladı. Mazlum hayvanların ahı belki de 6 Şubat 2023 depremi ile ilintilendirilebilir. Ancak, ne yazık ki bu ilişkiyi kuramayanlar da olsa gerek ki, Ocak 2024 tarihinde Kahramanmaraş’taki barınakta, bakılmaları ve korunmaları için barınağa “emanet edilmiş” olan onlarca köpeğin yine zehirlenerek öldürüldükleri haberi duyuldu. Ne yazık ki bu tür haberleri aralıksız duymaya devam ediyoruz.

Dünyaya bakacak olursak, Temmuz 2015’de Avustralya, ülkenin bioçeşitliliğine tehdit oluşturdukları gerekçesiyle iki milyon kedinin (kimi kaynaklara göre altı milyon) beş yıllık bir süre içerisinde uçaklardan atılan zehirli yemler ile öldürülmesi kararı aldı ve tüm tepkilere rağmen bu karara sadık kaldı. Haziran 2019’da tamamlanmış olan infaz sürecinin hemen ardından ise 240 gün süren, Avustralya’nın bioçeşitliliği, ekosistemi ve ekonomisinde çok ağır yaralar açan yangınlarda 8 milyar hektardan fazla orman alanı ve 2.000’den fazla ev yok oldu.

Kedilerin öldürülmesinin bir gerekçesi de ekonomik olarak Avustralya halkına ve devletine yarar sağlamak “hayvanlara yardım eden insanların, artık paralarını kendilerine harcayacağının” düşünülmesi, buradan bir getiri sağlanacağının ümit edilmesi idi, ancak sonuç beklendiği gibi olmadı. Orman yangınlarının sebep olduğu ağır maddi kayıplar dışında kedilerin yokluğunda sayıları doğal olarak artan fareler, ülkeyi, özellikle de tarım alanlarını istila etmeye başladı. Fare istilasının sebep olduğu maddi kayıp milyonlarla ifade edilmeye başlarken, öte yandan hastaneler ve kafeler gibi yaşam alanları da bu istiladan nasibini aldı. Refah için kedileri katleden Avustralya, fare istilasının yol açtığı sağlık kaybı riskiyle karşı karşıya kaldı.

Bioçeşitliliği korumak adına kediler öldürüldüğünde Avustralya’nın bioçeşitliliği yangınlar ile yerle bir oldu; su için develer katledildiğinde ise gökten yağan su Avustralya’ya milyonlarca dolarlık zarar verdi. Belirli bir düzende kurulmuş sistemi ve yaratılan canların sayısını beğenmeyerek, daha güzelini kendisi oluşturmak için cana kıyanların maruz kaldıkları cezaların, şaşırtıcı derecede katliam sebepleri ile örtüşmesi oldukça dikkat çekicidir.

KEDİLER ÖLDÜRÜLDÜĞÜNDE AVUSTRALYA BİOÇEŞİTLİLİĞİ YANGINLARLA YERLE BİR OLDU

Ne yazık ki bu acı tecrübeden ders çıkarılmadığını gösterir şekilde Ocak 2020 tarihinde, 2 binin üzerinde otelin ve bir milyon 200 bin evin yüzme havuzunun olduğu[1]Avustralya’da bu sefer çok su içtikleri gerekçesi ile yaklaşık 10 bin yabani deve infaz edildi ve ardından önce saatte 100 km hıza ulaşan şiddetli kum fırtınası ve ceviz büyüklüğünde dolu, sonrasında ise son 30 senenin en şiddetli yağışları görüldü. Bu yağışlarda Sidney ve çevresine normalden 3 kat fazla yağış düşmesi sonucu sular bir buçuk metre yükseldi ve Avustralya aylarca mücadele ettiği yangınların yanı sıra sel felaketi ile de mücadele etmek durumunda kaldı.

Bioçeşitliliği korumak adına kediler öldürüldüğünde Avustralya’nın bioçeşitliliği yangınlar ile yerle bir oldu; su için develer katledildiğinde ise gökten yağan su Avustralya’ya milyonlarca dolarlık zarar verdi. Belirli bir düzende kurulmuş sistemi ve yaratılan canların sayısını beğenmeyerek, daha güzelini kendisi oluşturmak için cana kıyanların maruz kaldıkları cezaların, şaşırtıcı derecede katliam sebepleri ile örtüşmesi oldukça dikkat çekicidir.

Bir arada, doğaya ve birbirimize saygılı ve sevgiyle yaşayabilmek için, aynı inanca mensup olmak zorunda değiliz. Geçmişte yaşananlar, ister Yaratıcı veya Allah, ister doğa veya karma, ne isimle anılırsa anılsın, yaratılan düzene haksız müdahalenin bedelini ağır bir şekilde ödetmektedir.

Tüm inançlar ve kutsal kitaplarda da, geçmiş kavimlerin yaptıkları hatalara ve aldıkları cezalara bakarak ibret alınmasını, türlü kıssalar ve misaller ile anlatarak haksız yere cana kıyılmamasını öğütler. Geçmişe baktığımızda ise çıkarılacak ders çok net görünmektedir.

Konuya Kur’an özelinde baktığımızda şu tespitleri yapmak mümkündür:

En’am 38: “Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.

Bu ayet ile hayvanların da aynı bizler gibi Yaradan’ın kulları ve halkı olduğu, onların da sorgu günü toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekleri anlatılmaktadır. Hayvanların yaptıklarından mesul olmadıkları, sevap ve günah kavramlarının hayvanlar için geçerli olmadığı ve sorguya tabi olmayacakları malum olduğundan, Rablerinin huzurunda şahitlik yapmak için toplanacakları anlaşılmaktadır.

İsra 33, “Haklı bir sebep olmaksızın Allah’ın kutsal kıldığı cana kıymayın […]” ayetini içermektedir.

En’am 151, yasak kılınan faaliyetleri açıklarken “De ki: Gelin Rabbinizin size neleri haram kıldığını okuyayım: […] Allah’ın kutsal kıldığı cana haksız yere kıymayın […]” ifadesini içerir.

Furkan 68, iyileri anlatırken “[…] Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar […]” ifadesini kullanır.

Tüm kutsal kitaplar ‘öldürmeyeceksin’ derken, bizler kendimizde bu hakkı nasıl bulabiliriz? Bu noktada öyle ironik bir durum oluşmuştur ki üç milyon sokak köpeğinin öldürülmesini savunanlar, buna kuvvetle karşı çıkanları saldırganlıkla suçlamaktadır. Yaşam hakkını savunanların saldırganlıkla suçlanması anlaşılır gibi değildir.

TÜM KUTSAL KİTAPLAR ‘ÖLDÜRMEYECEKSİN’ DERKEN…

Allah, sadece Kur’an’da değil, tarih boyunca göndermiş olduğu tüm ilahi mesajlarda haksız yere cana kıymayı yasaklamıştır. Tüm kutsal kitaplar ‘öldürmeyeceksin’ derken, bizler kendimizde bu hakkı nasıl bulabiliriz? Bu noktada öyle ironik bir durum oluşmuştur ki yaklaşık üç milyon sokak köpeğinin öldürülmesini savunanlar, buna kuvvetle karşı çıkanları saldırganlıkla suçlamaktadır. Yaşam hakkını savunanların saldırganlıkla suçlanması anlaşılır gibi değildir.

Burada denebilir ki sokak köpekleri “haksız” yere değil, insanlara saldırdıkları için öldürülecekler. Aslında Kur’an buna da yanıt veriyor:

Şura 30: “Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir […]”. Gerçekten de çocuklara karne hediyesi, bir arkadaşa, eşe hediye olarak alınan yavru köpeklerin bir süre sonra sokağa atılması, köylerde çoban köpeği olarak kullanılan köpeklerin hastalanıp, sakatlandığında veya yaşlandıklarında sokağa atılmaları, yavruladıklarında sadece bir iki yavrunun büyüdüklerinde kullanılmak üzere tutularak diğerlerinin sokağa atılması, bu canların sokakta soğuk ve açlığa maruz kalmaları, insanlar tarafından eziyet edilerek travmatize edilmeleri, insanların sebep oldukları ve bazı sokak köpeklerinin saldırganlaşmaları sonucunu doğuran durumlardır. Belediyelerin geç kalınmış ve yetersiz kısırlaştırma faaliyetleri, sokak köpeklerinin sokakta plansız şekilde çoğalmalarına engel olamamaktadır. Öyleyse kendi sebep olduğumuz bir sorun ile karşı karşıyayız demektir ve hayvanları öldürerek bu sorunu çözmeyi hedeflemek haklı görülemez.

Hud 64: “Ey kavmim! İşte bu, sizin için bir mûcize olmak üzere Allah’ın gönderdiği dişi devedir. Onu kendi hâline bırakın, Allah’ın arzında yesin içsin. Sakın ha, ona bir kötülük yapmayın; yoksa çok geçmez, sizi bir azap yakalayıverir.

Avustralya’nın başına gelenleri en iyi izah eden ayetlerden birisi belki de yukarıda alıntılanan Hud Suresi 64. ayettir. Allah, kendi kurduğu düzenin bozulması halinde, düzeni bozanları gazaba uğratacağını önceden bildirmektedir. Allah’ın yarattığı canların Allah’ın arzında yemesini, içmesini çok görmek, onları öldürmenin toplum refahı için gerekli olduğunu düşünerek hak görmenin sonuçlarının hiç de beklendiği gibi olmadığı, dünya tarihinde tecrübe edilmiştir.

Bu soruna “her ne ararsan kendinde ara” kültürü ile uyumlu, sevgi ve şefkata dayalı bir çözüm bulmak ile yükümlü olunduğunu düşünüyor, toplu bir infaz halinde ileride ülke olarak çok ağır bedeller ödeyeceğimizden endişe ediyoruz. İyi niyetle ve azimle yola çıkarsak belki de başka ülkelerin, Türkiye bu sorunu nasıl çözmüş diye inceleyebilecekleri bir model oluşturabiliriz.

ÖNERGE

Gerek tarihte yaşanmış olaylar gerekse ilahi düzene ait işaretler incelendiğinde bu yaşanan sorunun, belki de ülkemiz için bir sınav olduğu düşünülebilir. Bu sınavdan en güzel şekilde, alnımızın akı ile çıkabilmemiz için elbette batılı ülkelerde uygulanan modelleri incelemek faydalı olacaktır. Oradaki barınakların ne kadar temiz ve bakımlı olduğu, köpeklerin kaldığı alanların hijyeni, köpeklere sağlanan oyun alanları, onların rehabilite edilerek sahiplendirilmeye çalışılması, barınak görevlilerinin hayvanları seven ve ehil kişilerden seçilmesi, bu kişilere çalışmaya başlamalarından önce gerekli eğitimlerin verilmesi örnek alınacak noktalardır. Ancak batının yaptığı yanlışları tekrarlamak, örneğin sahipsiz hayvanların belirli bir süre içinde sahiplenilememesi halinde öldürülmeleri yöntemine dayalı İngiltere modelini uygulamak, bizleri doğru sonuca götürmeyecektir. Türkiye’deki milyonlarca sokak köpeğinin varolduğu dikkate alındığında, bu popülasyonun 30 gün içinde sahiplenilemeyeceği aşikardır. Bu kadar fazla köpeğin “uyutulma” adı altında ilaç verilerek öldürülmeleri bile ekonomik açıdan mümkün olamayacaktır ve ne yazık ki bu canlar sonsuz acılar içinde, ucuz kimyasallar kullanılması suretiyle ölümle yüzleşeceklerdir.

Bu soruna “her ne ararsan kendinde ara” kültürü ile uyumlu, sevgi ve şefkata dayalı bir çözüm bulmak ile yükümlü olunduğunu düşünüyor, toplu bir infaz halinde ileride ülke olarak çok ağır bedeller ödeyeceğimizden endişe ediyoruz. İyi niyetle ve azimle yola çıkarsak belki de başka ülkelerin, Türkiye bu sorunu nasıl çözmüş diye inceleyebilecekleri bir model oluşturabiliriz.

Öngörülen bazı çözüm önerileri aşağıda paylaşılmıştır:

  1. Barınaklara alternatif çözüm: Yaşananlar göstermiştir ki barınaklar, sokak köpekleri için uygun bir yaşam alanı değildir. Sokakta özgür bir şekilde dolaşmaya alışmış bu hayvanlar, tel kafeslerin arkasında bir nev’i hapis hayatı yaşamakta; topluca kapalı alanda kalmaları sebebiyle barınak hastalığına (kennel cough) ve benzeri hastalıklara yakalanmakta ve ölene kadar kafes arkasında gün geçirmektedirler. Ayrıca; açlık, agresiflik, küçük-büyük ırk ayırımsız birliktelik gibi nedenlerle, barınak köpeklerinin birbirleriyle mücadelesi, kendi aralarında da vahşi kırıma neden olmaktadır. Barınaklar, ancak köpek sayısının az olduğu ve sahiplenmenin alışkanlık haline geldiği yerlerde, geçici ve alternatif, kısmi bir çözüm olabilir. Zira az sayıda köpek olunca görevliler de daha ilgili olabilir, köpekler oyun ve gezinti alanlarında dolaşabilir, barınaktaki veteriner hekim(ler) her bir hayvanın sağlığını yakından takip edebilir, vs. Ancak ülkemizde milyonlarca sokak köpeğinin olduğu dikkate alındığında, bu kadar çok köpek için tesis inşa edilmesi ve bu canların barınakta tutulması zaten mümkün olmayacaktır, işte bu nedenle itlaf, bir çözüm olarak düşünülmeye başlanmıştır.

Barınak yerine orman veya hazineye ait ağaçlık bölgelerde her ilde il büyüklüğüne gore 100-300 hektarlık alanın etrafını tel örgü ile çevirerek ve doğal ekosisteme dokunmaksızın, inşaat yapmaksızın, bu alanların içine köpekleri serbest bırakmak bir çözüm olabilir. Zaten halihazırda her ilde belediyelere ve Tarım İl Müdürlüklerine bağlı, ancak muhtelif nedenlerle atıl kalmis klinik ve rehabilitasyon merkezleri, görevli veteriner hekimleri ile birlikte bu alanlarin içine taşınabilir. Bu alanların içine yine inşaat yapılmaksızın, sadece basit konteynırlar yerleştirilerek basit ameliyathanelere dönüştürülebilir ve bu suretle yoğun kısırlaştırma ve hasta hayvanların tedavisi yapılabilir. Bu alanların içine alanın büyüklüğüne göre belirlenecek sayıda (toplamda 10-15 kişinin kalabileceği) küçük prefabrik evler (kulübe boyutunda) yerleştirilerek, alandaki köpeklerin beslenmeleri, takip ve kontrollerinin yapılmasını teminen, bu işe hayatını adamış onlarca gönüllüyü Proje’ye dahil etmek suretiyle personel masrafı olmaksızın sevgi ve şefkat yoğun bir bakım ve takip sağlamak mümkün olacaktır. Saldırgan köpeklerin rehabilitasyonu da yine bu alanlarda sağlanabilecektir.

Proje’nin realizasyonu için elbette önce orman müdürlüklerinden orman tahsisi onayı almak, ardından idari iradenin onayıyla belediyelerin mevcut klinikleri ve veteriner kadrolarını bu alanlara taşımaları için gerekli adımların atılması, Proje’nin mimari çiziminin yapılarak prefabrik kulübelerin nerelere yerleştirileceği, hayvanların farklı gruplar halinde kalabilecekleri belirli iç alanların tespit edilmesi ve mama kaynağının tespit edilmesi önemlidir. Belirtmekte fayda görüyoruz ki, bu şekilde oluşturulabilecek örnek bir alanın, halihazırda mimari çizimleri yapılmış, proje olarak hazırlanmış ve kullanıma hazır durumdadır.

Lokantaların her gün bitiminde çöpe dökmek durumda kaldıkları atık yemekler, cüz’i bir toplama maliyetiyle toplanarak, bunların karıştırılıp, kurutulması yöntemiyle çok basit ve ucuz şekilde mama üretilebilmektedir. Aslında halihazırda bazı belediyeler bu şekilde mama üretmekte ve hatta Sıfır Atık Projesi kapsamında bu yöntem desteklenmektedir. Dolayısıyla düşük maliyetle elde edilen mamalar ile belirlenen alanlarda kalan gönüllüler tarafından besleme yapılması mümkündür.

Proje’nin hayata geçirilmesi, alan tahsisi ve gerekli onayların alınmasından itibaren en fazla bir ay zaman alacaktır ve en fazla üç ay içinde yoğun bir toplama faaliyetiyle şehirlerdeki  sorunun %80’ini çözmek mümkün görünmektedir. Yapilan istatistiklerde bu canların bakım durumuna göre ancak 4-5 yıl yaşadıkları görülmektedir. Bu yöntemle yoğun kısırlaştırma sonucu çoğalma duracağı için kısa sürede bakılan sayı da düşmeye başlayacaktır.

Belediyeler halihazırda barınaklar için ciddi masraf yapmaktadır. Oysa bu Proje’de devletin masrafı neredeyse yok denecek kadar azdır, sadece boş arazinin etrafı tel ile çevrilmekte, 5-10 prefabrik konut ve 3-5 konteynır ile mesele çözülmekte, atık yiyeceklerden düşük maliyet ile mama üretilmekte, insan kaynakları konusunda ise gönüllüler organize edilerek gönüllülerin  zaten yapmakta oldukları işi daha organize şekilde ve devlet güvencesiyle, şehirdeki insanlarla  kavga etmeksizin yapmaları temin edilmektedir.

Proje’nin hayata geçirilmesine karar verilmesi halinde, alan tahsisi ve onaylardan sonra bir basın toplantısı yapılarak halkın bilgilendirilmesi önemli görülmektedir. Zira, köpekler toplanmaya başlandığında, önceki deneyimleri nedeniyle hayvanseverler endişeye kapılacak ve muhtemelen Proje’nin karşısında duracaklardır. Bu Proje’nin hem şehirlerdeki insanları köpek saldırılarına karşı korumak hem de hayvanların mutlu ve özgür olacakları ve aynı zamanda beslenip, tedavi görecekleri güvenli alanlara alınmaları için yürütüldüğü, gönüllülerin Proje’ye dahil edildiğine dair açıklamalar, detaylı bir sunum ile izah edilmeli, tüm hayvanseverlerin bu alanları kontrollü bir şekilde ziyaret edip hayvan bakımına destek verebilecekleri vurgulanarak Proje gerçek bir işbirliği ile hayata geçirilmelidir.

  1. Hayvanları koruma derneklerinin tek çatı altında toplanması: Ülkemizde bu alanda faaliyet gösteren pek çok dernek mevcuttur. Ancak, hepsinin aynı paydada buluştuğunu, toplanan bağışları gerçekten hayvanları barındırmak, tedavi ve rehabilite etmek için kullandıkları söylenemez. Günümüzde öyle bir noktaya gelinmiştir ki bazı dernekler rant kapısı haline dönüşmüştür ve bu durum özverili şekilde çalışan diğer derneklere de zarar vermektedir. Bu derneklerin faaliyetlerinin, alınan bağışların harcandığı yerlerin incelenerek denetlenmeleri, hayvanseverlerin iyiniyetini suistimal edenlerin faaliyetlerinin engellenmesi ve gerçekten de faydalı şekilde faaliyet gösteren derneklerin devlet tarafından desteklenerek güçlendirilmeleri gerekmektedir. Örneğin İstanbul Silivri’de faaliyet gösteren Encander Derneği, engelli kedi ve köpekleri tedavi ve rehabilite eden, bağışlarla ayakta durmaktan öte, kurucusunun kendi gelirini sonuna kadar sarf ederek finanse ettiği, başka dernek ve bölgelere de destek vererek değerli çalışmalar yapan derneklerden birisidir. Ankara’da, aralarında engelli canlarında bulunduğu 1.000 civarında köpeğe ev sahipliği yapan Patiliköy, diğer bir örnek olarak verilebilir. Bu tür derneklerin kullandıkları elektrik, su, doğal gaz bedellerinde indirim yapılması ya da ücretsiz temin edilmesi, düşünülebilecek teşviklerdendir.

Derneklerin hem denetimi hem de desteklenmelerini teminen, bu kuruluşların tek bir çatı altında toplanmaları, tek bir yönetim kurulu tarafından idare edilen özerk yapılara dönüştürülmeleri ve en tepedeki yönetim kurulunda da devletin bir temsilcisinin bulunması doğru olacaktır. Bu yapıda elbette her bir derneğin kendi yönetim kurulu görevine devam edecek, tepedeki yönetim kurulu tarafından tespit edilen ilke ve kurallara göre özerk bir yapıda faaliyetlerine devam edecek ve denetime tabi olacaklardır.

Dernekler dışında, kendi arazisinde köpeklerin tedavi, bakım ve rehabilitasyonunu üstlenen, felçli hayvanlara bakan veya orman alanlarında, belirli bölgelerde besleme yapan, kendini bu konuya adamış pek çok gönüllü vardır. Bu gönüllülerin de bu tek çatı tarafından organize edilip yönlendirilmeleri, birbirinden kopuk çabaların bir araya gelerek daha büyük bir fayda sağlanmasını temin edecektir.

  1. STK ve Belediye Barınakları arasında işbirliği tesis edilmesi: Yukarıda izah edilen Proje, Türkiye çapında geliştirilir ve uygulanır, her ilde hayvanlar için barınıp, beslenebilecekleri güvenli alanlar tesis edilebilirse, barınaklara ihtiyaç olmayacağı aşikardır. Ancak Proje tüm Türkiye çapında yerleştirilene kadar, bir süre daha barınakların devrede kalması gerekli olacaktır. İleride belki de sadece sahiplendirilebilecek yavru veya cins köpekler için daha küçük boyutlarda bu barınakların devrede tutulması, bu barınakların sadece rehabilitasyon ve sahiplendirme amaçlı kullanılması düşünülebilir.

Kars’ın Susuz ilçesinde 2023 yılında STK-Belediye işbirliğinin en güzel sonucu yaşanmıştır. Mutlu Patiler Derneği ve Susuz Belediyesi, işbirliği ile atıl durumdaki bir ahırı onararak modern bir barınağa dönüştürmüş ve toplanan köpeklerin veteriner kontrolünden geçirilerek tedavilerinin de yapıldığı bir kısırlaştırma istasyonu kurmuşlardır.

KARS’IN SUSUZ İLÇESİNDE STK-BELEDİYE İŞBİRLİĞİNİN GÜZEL SONUCU

Bugün STKlar ile belediye barınakları arasındaki kutuplaşma o boyuttadır ki her iki taraf da aynı gemide olduklarını unutmuş, karşı tarafa saldırıp karalayarak kendilerini öne çıkarmaktadırlar. Ortak amaç, hem hayvanların korunması, hem de insanların sokakta sürü halinde gezen köpeklerin saldırılarına maruz kalınmasının önüne geçmek iken, amaçlar farklıymış gibi bir durum vardır ortada. Oysa Kars’ın Susuz ilçesinde 2023 yılında STK-Belediye işbirliğinin en güzel sonucu yaşanmıştır. Mutlu Patiler Derneği ve Susuz Belediyesi, işbirliği ile atıl durumdaki bir ahırı onararak modern bir barınağa dönüştürmüş ve toplanan köpeklerin veteriner kontrolünden geçirilerek tedavilerinin de yapıldığı bir kısırlaştırma istasyonu kurmuşlardır. Cana duyarlı ve yardımsever bölge halkı da bu projeye el vermiş, kimisi çimento, kimisi kiremit, bir başkası mama bağışlayarak destek sağlamış ve halen de sağlamaya devam etmektedir. Cilavuz Şefkat Evi olarak isimlendirilen barınak 3.000 köpek kapasiteli olup, halihazırda bölge halkının bağışları ile faaliyetlerini sürdürmektedir.

Yukarıda da vurgulandığı gibi barınaklar, sahipsiz köpek popülasyonun azaltılması ve kontrolü için bir çözüm olarak görülmemektedir. Proje Türkiye çapında geliştirilip uygulandığında, tek çatı altında toplanan STK’lar ile projeyi yöneten idari birim ve gönüllüler arasında işbirliği muhakkak surette sağlanmalıdır. Bu konuda basılı medya ve kamu spotları önemli rol oynayabilir.

  1. İdarenin, hayvanların yaşadığı alanların kapılarını kontrollü bir şekilde gönüllülere açması: Yukarıda da izah edildiği gibi Proje kapsamında yoğun şekilde gönüllülerden faydalanılması önerilmektedir. Köpeklerin beslenme ve bakımı, gönüllüler tarafından yapıldığı sürece bugüne kadar bazı barınaklarda yaşanan üzücü olayların tekrarlanması sözkonusu olmayacaktır. İdarenin, Proje kapsamında görevli olan gönüllüler dışında da, diğer hayvanseverlerin düzenli olarak ve belirli görevleri üstlenmek üzere bakım alanına gelmelerinin özendirmesi önemli görülmektedir. Böylece, hayvanseverler düzenli olarak yaptıkları ziyaretlerde hayvanların temizliği, bakımı, gezdirilmesi gibi konularda görevlilere destek olabilecek, kendilerini Proje’nin bir parçası göreceklerdir. Özellikle hayvansever gençlerden bu konuda destek alınabilir ve böylelikle köpeklerin bakım alanları üzerinde sadece devletin denetim değil, halkın da gözlem yapabilme imkanı sağlanabilir.
  2. Okullarda öğrencilere hayvan sevgisi aşılanması: Okullarda, yaradılışın sırrını barındıran sevgi ve şefkatin tüm canları kapsadığının öğretilmesi, barınaklara okul gezilerinin yapılması, çocuklardan sevdikleri hayvanlar ile ilgili sunumlar yapmalarının istenmesi, çocuklara el işi derslerinde kartondan, plastikten kedi evleri yaptırılması, hayvan sevgisinin aşılanması için verilebilecek örneklerdendir. Çocuklara bir köpeğin nasıl sevileceği, köpeğe gözünü dikip bakmaması ve doğrudan kafasına el uzatmaması, bir köpeğin yüzüne çok fazla yaklaşmaması gerektiği, köpeğin önce insanın elini koklaması gerektiği gibi bilgiler verilerek hayvan ile nasıl iletişim kurulacağı, okullara davet edilen gönüllü köpek eğitmenleri tarafından eğitimli köpekleri ile uygulamalı olarak anlatılabilir. Hayvandan korkmayan, nefret etmeyen nesiller yetiştirilebilirse, sokak hayvanlarının ayaklarının üzerinden motorsikletle geçip ayaklarını ezerek ya da tekmeleyerek veya benzer şekillerde travmatize olmalarının ve saldırganlaşmalarının önüne geçilebilir. Aslında batılı ülkelerin bu konuya dair uygulamaları örnek alınabilir. İzlediğimiz bir uygulamada ilkokul öğrencileri barınağa götürülerek, padokların önüne konulmuş minderlere oturup köpeklere kitap okuyorlar ve köpekler de bu ilgiyi hissedip tellere yaklaşarak sakin sakin çocukları izliyorlardı. Örnekler çoğaltılabilir. Şüphe yok ki yüreğinde sevgi ve şefkat hisseden gençler, ülkeleri için faydalı ve kıymetli bireyler olacaklardır.
  3. Televizyon dizileri ile konuya dikkat çekilmesi: Bilindiği üzere televizyon yaşamımızda önemli yer tutmakta, çoğunluğumuz akşamlarımızı ailecek televizyon karşısında geçirmekteyiz. Televizyon dizileri toplumu yönlendirebilen en önemli araçlardandır. Kişiler izledikleri dizilere göre belli akımları takip etmekte, zaman zaman sevdiğimiz dizide kullanılan özel bir kelime hemen dilimize yerleşivermektedir. Çocukken hepimizin çok sevdiği Lassie, Flipper gibi hayvan sevgisini ve insan-hayvan iletişimini işleyen diziler vardı. Dizilerde hayvan sevgisine yer verilmesinin, örneğin dizi karakterlerinden birisinin köpeğinin olmasının, ya da gözleri görmeyen bir sokak köpeğinin sahiplenmesinin, onunla yaşananların da paylaşılmasının, ve benzeri detayların, çocuklarda hayvan sevgisini yerleştirebileceği düşünülmektedir. Hayvansever nesil yetiştirmeyi başarabilirsek, köpeklerin travma yaşayarak saldırganlaşmalarının önüne geçilebilir.
  4. Barınaklarda kötü örneklerin önüne geçilmesi: Barınaklarda kötü örneklerin engellenmesi son derece önemlidir. Bu da ancak faillerin ağır şekilde cezalandırılması ile olabilir. Çalışanlar, yaptıklarının hesabını yargı önünde vereceklerini bilmeleri halinde muhtemeldir ki hayvanlara en azından kötü davranmayacaklardır. Bu da Proje kapsamında muhakkak gerekli görülen STKlar ve idari birim işbirliğinin olmazsa olmaz şartı görünmektedir; zira hiçbir STK hayvanlara eziyet eden, kafasına kürekle vurulan bir barınak ile işbirliği yapmak istemeyecek, kendisini o barınak ile aynı gemide görmeyecektir.
  5. Köpek sahiplenenlere kısırlaştırma koşulu getirilmesi: Sahipsiz köpek sayısının kontrolsüz artışının önüne geçmek amacıyla köpek sahiplerine köpekleri bir yaşına geldiğinde kısırlaştırma şartı getirilmesi düşünülebilir. Köpek üretiminin sadece kontrollü şekilde ve devlet denetimi altında yapılması, sorunun çözümlerinden birisini oluşturacaktır.
  6. Köpek çiftlikleri ile işbirliği: Köpek eğitimi veren köpek okulları ile gönlüllülük esasına dayalı işbirliği yapılarak, okul ziyaretleri ile çocukların bilinçlendirilmesi ve ayrıca barınaklardaki travmatize köpeklerin davranışsal rehabilitasyonu sağlanabilir.
  7. Devlet Kurumları ve okullara köpek sahiplendirilmesi: Belirli bir çalışan sayısını aşan (örneğin 30) her bir devlet kurumuna bir veya iki sokak köpeği sahiplendirilmesi, bu köpeklerin bahçede, içinde kulübelerin bulunduğu ve etrafı tel ile çevrilmiş bir alanda bakımlarının, kurumdaki gönüllülerce sağlanması bir çözüm olabilir. Köpeklerin durduğu alanın anahtarı sadece iki veya üç gönüllüde bulunabilir ve köpeklerin bakımı bu kişilerin sorumluluğunda olabilir. Aynı şey okullar için de düşünülebilir, çocuklara alanın anahtarı ve köpeklerin sorumluluğu verilmez, ancak okul bahçesinde yavru ya da yaşlı, uyumlu bir köpeğin bakılması ve köpeğin gezdirilmesi sırasında sorumlu gönüllünün denetiminde köpek ile iletişim kurabilmeleri, çocuklar için olumlu mesaj olacaktır. Okullara yapılacak sahiplendirme sırasında, rehabilite edilmiş olsalar bile travmatize köpekler değerlendirilmemelidir. Fabrika ve şirketlerin de gönüllü olarak bu uygulamaya katılmaları özendirilebilir ve bir veya iki köpek sahiplenmeleri sağlanabilir. Bu konu televizyonda kamu spotları ile ve dizilerde de işlenerek teşvik edilir ve böylece bu kampanya, toplu bir harekete dönüştürülebilirse önemlli sayıda köpek sahiplendirilmiş olacaktır.
  8. Barınaklardaki köpeklerden görev köpekleri yetiştirilmesi: Barınaklarda koruma, rehabilitasyon, narkotik gibi alanlarda görev köpeği olarak yetiştirilebilecek olan köpeklerin, eğitmenler vasıtasıyla görev köpeği olarak yetiştirilmesi değerlendirilebilir. Halihazırda Ankara Üniversitesi’nin bu yönde yürüttüğü bir proje mecuttur ve bu proje örnek alınarak geliştirilebilir.
  9. Görüş alınması: Köpek konusunda bilgi ve deneyimi olan, bu alanda faaliyet gösteren gruplardan, örneğin veteriner hekimlerden, köpek okullarından, STK’lardan, özel veya belediye barınaklarından olası çözümlere dair görüş alınması, üzerinde farklı kesimlerin mutabık kalabileceği başkaca çözümler üretilmesine faydalı olabilecektir.

SONUÇ

Mevcut sorunun çözülmesi için “hayvanseverlerin de elini taşın altına koyması gerekir” söylemi doğrudur; ancak bir yandan da gerçeklerden bihaber olunduğunun işaretidir. Zira, şu bir gerçektir ki hayvanseverlerin elleri zaten çok uzun zamandır maddi, manevi taşın altındadır. Her hayvansever kendi çabası ile sokaktan yakaladığı kediyi, köpeği kısırlaştırmakta, belirli bölgelerde ve orman alanlarında besleme yapmakta, evine alarak sahiplenmekte, tedavi ettirmekte ve bir kısmının çabaları bununla da kalmayıp dernekleşmektedir. Yapılması gereken, bu özverili çaba ve katkıların, planlı bir organizasyon altında, devletin ilgili birimlerince koordine edilmesidir.

Bu önergeyi, faydalı olması ve sonuç getirmesi dileğiyle hazırladık. Bu çalışmayı yaparken, boşa çabaladığımızı, kimsenin bu çalışmayı dikkate almayacağını söyleyenler oldu, biz de bu söylemi yine Kur’an ayeti ile yanıtladık:

Araf 164: “Hani onlardan bir topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helak edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbimize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)” demişlerdi.”

Araf 165: “İşte böylece onlar kendilerine yapılan uyarıları göz ardı edince biz de kötülüğü önlemeye çalışanları kurtardık, haksızlığa sapanları da yapmakta oldukları kötülüklerden ötürü dehşetli bir azap ile cezalandırdık.

İyilik yapmaktan öte, kötülüğü önlemenin farz olduğu inancıyla, ülkemizi ağır vebal altına sokacak ve ağır bedeller ödetecek uygulamalardan sakınılarak şefkat çerçevesinde, dünyaya örnek olacak Türk modelinin geliştirilebilmesini ümit ediyoruz.

Saygılarımızla,

Bir Grup Hayvan Hakları Savunucusu


[1] https://ilkha.com/dunya/ictikleri-su-nedeniyle-10-bin-deveyi-katleden-avustralya-da-sel-felaketi-115411

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir