Suriye Esad döneminde mezhepçi ve otoriter bir rejimin laik orijinli Baas Partisi eliyle inşa edilmesi tecrübesini yaşadı. Bu defa da İslamcıların eliyle mezhepçilik ve otoriterlik yaşamamalı. Otoriter laiklik Suriye’nin kompleks toplumsal sorunlarına çözüm olmadı, şeriat rejimi de olmaz.
Suriye’nin siyasi geleceğine dair tartışmalar hükümete karşı silahlı başkaldırı ortamında yüzlerce Nusayri Alevinin katledilmesi ile yeniden alevlendi. Suriye'nin mevcut liderleri şu an ılımlı bir söyleme sahip olsalar da radikal İslamcı bir geçmişten geliyorlar. Suriye’deki gayri Müslim ve gayri Sünni azınlıklar için temel endişelerden biri yeni yönetimin şeriat temelli bir devlet kurmaya çalışması ihtimali.
Suriye’de, Esad rejiminin iki temel dayanağı olan otoriterlik ve mezhepçilik sorunlarının nasıl çözüleceği belirsizliğini korumakta. Geleceğe yönelik tartışmaların temelinde Sünni Müslüman olmayan vatandaşların eşit muamele görüp görmeyeceği sorusu yer almakta. Ahmet eş-Şara hükümeti katı şeriat kuralları uygulamaya kalkarsa Suriye’deki toplumsal çoğulculuğu barış içinde yönetebilecek mi?
Eşit Vatandaşlık İdeali
Şeriat’dan kastedilen İslam dinin adalet, ahlak gibi evrensel prensipleri ise bundan kimse rahatsızlık duymaz. Ama şeriatı bir ülkede hakim kurmak isteyenlerin yaptığı 11. yüzyıl ve sonrasında yaşamış ulemanın ürettiği hukuk kurallarını -sanki Tanrının kutsal buyruğu imiş gibi- günümüz insanına dayatmaktır. Bu kurallar manzumesi modern ve çoğulcu bir toplumun barış içinde bir arada yaşamasını zorlaştıracak unsurlar içermektedir.
Adına ister fıkıh deyin ister şeriat, 11. yüzyıl sonrasının mirası İslam hukuk kuralları ile günümüzde eşit vatandaşlık tesis etmek zordur. İran, Suudi Arabistan gibi örneklerde bu görülmüştür. İslam hukukunun klasik yorumlarına göre Müslüman vatandaşlar gayrimüslim vatandaşlardan üstündür. Osmanlı ve diğer Müslüman ülkelerde 19. yüzyıla kadar Hıristiyan, Yahudi ve diğer gayrimüslim tebaa “zimmi” yani korunan azınlık statüsünde idi. Bu statü, Orta Çağ’da Hıristiyan ülkelerdeki azınlıkların durumundan çok daha iyiydi. Bugün ise -tarihi değeri ne olursa olsun- korunan azınlık statüsü ayrımcılık anlamına gelmektedir.
Osmanlı Devleti bile 19. yüzyılda reformlar yaparak sistemini Batılı hukuk ile İslam hukukunun karışımı bir hale getirmiştir. Bu reformlar sonucunda gayrimüslim vatandaşlara eşit haklar sunmaya çalışmıştır.
20. yüzyılda, Suriye dahil olmak üzere çok sayıda Müslüman ülke laik anayasaları benimsedi. Ancak bu ülkeler etnik ve dini azınlıklara karşı ayrımcılık yapan otoriter rejimler inşa ettiler. Suriye'de laik orijinli Baas Partisi Alevici politikalar izlerken, Irak'ta laik orijinli Baas Partisi Sünnileri kayıran mezhepçilik yaptı. Bu durum, laik bir hukuk sisteminin eşit vatandaşlık için gerekli olsa bile yetersiz olduğunu göstermektedir.
Laik bir devlet neden gereklidir? Çünkü devlet bir dini resmi ilan ettiğinde, o dine mensup olmayan vatandaşları birinci sınıf statüsünden çıkarmış olur. Günümüzde Yahudiliğin resmi din olduğu İsrail’de Müslüman ve Hristiyanlar ikinci sınıf vatandaş durumundadırlar.
İran'da İslamcı devrimden sonra ve Irak'ta Amerikan işgali sonrasında Şii ulema ve politikacılar güçlendi. Sünni vatandaşlar ayrımcılığa uğradı. Pakistan ve Mısır'da ise tersi oldu. Tüm bu ülkelerde dinden çıkmayı ve dine hakareti cezalandıran yasalar çıkarıldı ve din siyasi muhalefeti cezalandırmak için kullanıldı. Suriye bu yaşananlardan ders alarak tüm vatandaşlarına eşit haklar sağlayan bir hukuk sistemine geçmeli.
Yirminci yüzyılda Suriye, Irak, Tunus ve diğer bazı Müslüman ülkeler laik hukuk sistemlerini benimsediler. Fakat bu ülkelerin yöneticileri dışlayıcı laik ve otoriter rejimler inşa ettiler. Yasa yapma sürecinin katılımcı olmasına izin vermediler. Kısacası laiklik, katılımcı yasama süreci için de gerekli olsa bile yeterli değildir. Laikliğin liberal demokrasi ile beraber olması şarttır.
Yasa Yapımı Katılımcı Olmalı
Suriye'nin Esad döneminin yanlışlarını tekrarlamamasının bir diğer önemli koşulu da halkın siyasete ve kanun yapımına katılımının sağlanmasıdır. Aksi takdirde Suriye, İran'ın hatasını tekrarlamış olur. İran’da Şah’ın otoriterliği devrilerek yerine ulemanın otoriterliği tesis edildi. İslamcı devrim ve dönüşümlerin yaşandığı başka ülkelerde de ulema halkı kanun yapma sürecinden dışladı.
Ulemaya göre yasalar dini metinler esas alınarak yapılır; toplumun talepleri ve yaşam koşullarının nasıl değiştiği ikincil öneme sahip olabilir. Ulema kendi hukuki yorumlarını şeriat yani Allah’ın kanunu olarak sunmaktadır. Bu söyleme inanan toplumlar kanun yapma sürecinden dışlanır ve bu duruma din adına teslimiyet gösterirler.
Bu durumun iki kötü sonucu olur. Birincisi ulema siyaset, ekonomi, bilim ve sanat gibi alanlarda yeterli uzmanlığa sahip olmadığı için ürettikleri hukuk toplumun ihtiyaçlarına cevap veremez. İkincisi kanun yapma sürecinden dışlanan toplum geniş anlamda siyasetten de izole olur ve ülke otoriterliğe mahkum hale gelir.
Yirminci yüzyılda Suriye, Irak, Tunus ve diğer bazı Müslüman ülkeler laik hukuk sistemlerini benimsediler. Fakat bu ülkelerin yöneticileri dışlayıcı laik ve otoriter rejimler inşa ettiler. Yasayapma sürecinin katılımcı olmasına izin vermediler. Kısacası laiklik, katılımcı yasama süreci için de gerekli olsa bile yeterli değildir. Laikliğin liberal demokrasi ile beraber olması şarttır.
Ne Şeriat Ne Dışlayıcı Laiklik
Suriye’nin siyasi istikrar ve toplumsal barışa ulaşabilmesi için tüm vatandaşlara eşit haklar sağlayan bir hukuk sistemine ihtiyacı var. Bu sistemde kanunlar halkın ihtiyaçlarına ve değişen hayat şartlarına uygun olarak toplumsal katılım ile yapılmalı. Şu anki yöneticiler İslamcı gömleklerini sözde değil, özde çıkarmalı.
Suriye Esad döneminde mezhepçi ve otoriter bir rejimin laik orijinli Baas Partisi eliyle inşa edilmesi tecrübesini yaşadı. Bu defa da İslamcıların eliyle mezhepçilik ve otoriterlik yaşamamalı. Otoriter laiklik Suriye’nin kompleks toplumsal sorunlarına çözüm olmadı, şeriat rejimi de olmaz.

Yorum Yazın