İnsanlığın demir parmaklığı: Totalitarizm

İnsanlığın demir parmaklığı: Totalitarizm

Geçmişte Hitler döneminde olan şey ile bugün İsrailin Filistin halkına yaptığı soykırımlarda ortaya çıkan sonuç aynıdır. O gün toplama ve ölüm kamplarında sadece insanların bedenleri yok edilmemiş aynı zamanda yaşayan insanların ruhları da yok edilmiştir. Toplama kamplarında insanlığın yaşayabileceği en ağır seviyede işkence ve eziyet türleri bir deney gibi insanlık üzerinde kullanılırken, bir seyirci kitlesi oluşturulmuş ve her durumda sessizlikle izlemeleri sağlanmıştır.

Çağımızın en büyük problemlerinden birisi hiç şüphesiz totalitarizm konusudur. Her dönem, iktidarların ya da liderlerin despotizm içeren yöntemleri ve yönetimleri konuşulurken, daha geniş ve tehlikeli bir kavram olan totalitarizm aynı ilgiye sahip olamamaktadır. Bu durum, biraz da totalitarizmin ruhuna uygun olmasından kaynaklansa da, insan varlığına yönelik tehdit içeren bir kavram olması sebebiyle, totalitarizm, üzerinde daha detaylı düşünmeyi ve analiz etmeyi gerektirmektedir.

Totalitarizm en başta, görünmez olmayı ve yöntemlerinin fark edilmez olmasını istemektedir. Bu nedenle biz otorite, diktatörlük, tiranlık ve despotluk gibi kavramların etrafında dolaşırken asıl tehlike, tüm bu kavramları içinde barındıran ve sinsice hayatımızın bir parçası haline gelen totalitarizmdir.

Bir soruna çözüm bulmanın en önemli başlangıç noktası, soruna neden olan konuları belirlemek ve o konulara yönelik doğru bir kavrayış meydana getirebilmektir. Bunu yapamadığınızda, aynı sorunların tekrar ve tekrar karşınıza çıkması ve tüm insanlığı yok edebilecek bir mahiyete bürünmesi kaçınılmazdır. Tarihte yaşanan olaylar göstermiştir ki hafife alınan, görmezden gelinen, yok sayılan her şey, en güçlü ve en belirgin haliyle var olmaya devam etmektedir.

Bilinçli bir kötülükle, asıl sorunların üzeri örtülmek istenmekte, dikkatlerin başka taraflara yönlendirilmesi gerekmekte ve bu nedenle görece daha az tehlikeli olan suni tehditler yaratılmaktadır. Her dönem, insanlığın kendisini güvende hissetmemesine neden olacak olan bu tehditler, aslında daha büyük olan başka bir tehdidi gölgelemek görevinden başka bir amaç barındırmamaktadır.

Nazi Almanya’sı ve Stalin Rusya’sında olduğu gibi, yalnızca liderlerin diktatör yönetimlerine veya faşist iktidarlarına odaklanıldığında, asıl amacın varmaya çalıştığı nihai hedef görülemez ve karşısında durulamaz bir boyuta gelmektedir. Burada önemli olması gereken, liderlerin yönetimsel tutumlarından ziyade, toplumu dönüştürmek istedikleri ideolojik amaçları olmalıdır.

Bahsi geçen dönemde totalitarizm, o amaçlara hizmet eden en önemli ve en stratejik araçlardan biri olarak kullanılmıştır. Bu sayede, milliyetçilik ve ırkçılık söylemleri kitleler tarafından kabul görmüş, faşist ve şiddet barındıran otoriter yönetimlere rağmen iktidarlar milyonlarca kişi tarafından desteklenmiştir. Yine bu sayede ortaya çıkan ölüm kamplarında insanlar canice işkence görmüş ve yok edilmiştir.

Yaşanan bu büyük soykırım bile totalitarizm konusunun daha derin ve detaylıca ele alınmasına neden olamamıştır. Bugün hala totalitarizm konusu hak ettiği ilgiyi görememekte ve belki de geçmişte olduğu gibi, suni gündem ve tehditlerle gölgelenmektedir. Bu yok sayış bile, totalitarizmin, her dönemin geçerli ideolojisi olarak karşımızda yer aldığı gerçeğinin ispatı sayılmaktadır.

İnsanlığın içinde bulunduğu en büyük tehlike, tehditlerin nereden geldiğini kestirememesi ve o tehditlere yönelik önlemler alamamasından kaynaklanmaktadır. Nazi Almanya’sında yaşanan soykırımı ve o soykırıma neden olan sebepleri yeterince anlamış olsaydık, aradan geçen yıllara rağmen bir ilerleme, insanlık adına bir gelişme meydana getirebilirdik.

Özellikle son dönemdeki İsrail-Filistin Savaşı’nda yaşananlar, totalitarizmin en güçlü özellikleriyle var olmaya devam ettiğinin önemli göstergesi olmuştur. Üstelik öyle acı bir gösterge ki toplama ve imha kamplarında büyük felaketi yaşayan bir millet, bu konuda daha duyarlı ve hassas davranması gerekirken bunun tam tersine bir tutum almaktan, aynı felaketi başka bir millete yaşatmaktadır. Yine ırkçılık, yine milliyetçilik, yine emperyalizmin getirdiği yayılmacılık dürtüleri ile kendisinde bu hakkı görerek, insanlığa karşı büyük bir suç işlemiştir. Daha da acı olan kısmı ise, tıpkı yine Yahudi Soykırımı’na olan tepkisizlikte ve kayıtsızlıkta olduğu gibi, Filistin halkının yaşadığı soykırımda da aynı kayıtsızlık söz konusu olmuştur. Dünyanın gözleri önünde yaşanan bu büyük insanlık suçlarına ve katliamlarına rağmen bir millet görünmez hale getirilmiştir. İşte bu noktada totalitarizmi diğer otoriter rejimlerden ayırt edebilmekte ve sebep olduğu büyük tehlikeyi görebilmekteyiz.

Peki nasıl oluyor da insanlar büyük bir kötülük ve canice işlenen suçlar karşısında duyarsız ve kayıtsız kalabiliyorlardı? Koca bir millet, içinde küçücük bebeklerin, masum sivillerin öldürüldüğü bir katliamda, nasıl oluyor da görünmez olabiliyordu? Tüm dünya bu kadar kötü olabilir miydi? Yoksa totalitarizm denilen o tehlikeli silah, tüm insanlığı etkisi altına alarak, dünyaya hükmeden bir canavara mı dönüşmüştü?

Hitler, propagandanın gücünü keşfetmiş ve bu gücü kullanabilmek için bir bakanlık dahi kurmuştur. Çünkü totalitarizm, diktatörlükte olduğu gibi halka rağmen değil, halk ile beraber olunan bir sistemdir. Bu ayırt edici fark ile Hitler, totaliter bir lider olmanın en başarılı örneklerinden biri olarak tarihte yerini almıştır.

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TOTALİTARİZM

Modern toplumların içinde oluşan bir kavram olarak “totalitarizm”, en büyük gücünü modernitenin kendisinden almaktadır. Zira modernitenin en belirgin özelliği, bireyleri “kitle insanı”na, toplumları da “kitle toplumu”na dönüştürmüş olmasıdır. Dünya savaşlarının neden olduğu ekonomik ve işsizlik sorunu, kapitalizmin neden olduğu diğer sorunlarla birleşince, tüm dünyada mutsuz ve umutsuz insanların sayısı çoğalmaya başlamıştır. Kapitalizmin meta olmayan her şeyi yok saydığı bir sistemde, çalış(a)mayan, üretimin içinde yer alamayan insan, yalnızlaşmaya, toplum tarafından tecrit edilmeye başlamıştır.

Totaliter rejimlerin asıl amacı küresel yayılma ve küresel egemenlik kurma olduğundan, Hannah Arendt, totalitarizmin başlangıç noktası olarak emperyalizmi göstermiştir.[1] Emperyalizm ona göre, ulusların, yarışan imparatorlukların, birbirini boğazlama mücadelesine dönüştürdükleri, yoldan çıkmış bir milliyetçiliktir. “Yeryüzündeki tüm insanları topyekun tahakküm altına alma mücadelesi ve rekabet halindeki her bir totaliter olmayan gerçekliğin tasfiyesi, totaliter rejimlerin bizzat doğasında vardır.”[2] diyerek, totalitarizmin asıl ve nihai amaçlarını dile getiriyordu Arendt.

Ne pahasına olursa olsun, bir yerlere ait olmak isteyen insan, önce aşırı hareketlerin içinde yer alarak bu yalnızlığını gidermeye çalışmış, bu sayede milliyetçilik, ırkçılık gibi akımların güçlenmesi mümkün olmuştur. Kendini bir kimlik üzerinden tanımlama ihtiyacı duyan bireyler, vatanseverlik duygusunun etrafında birleştirilerek, kendi çıkarlarından önce ulusun çıkarlarını gözeten bireylere dönüştürülmüştür. “Her şey vatan için!” şiarını benimseyen bu insanlar, yapılan her türlü eylemin arka planında aynı gerekçeye sığınmışlardır. Zira başka çareleri de yoktur aslında; çünkü bu söylemin etrafında birleşmeyen herkes “vatan haini” olarak isyancı durumuna düşürülebilmekte ve hatta cezalandırılabilmektedir.

Hitler, propaganda tekniklerini en yoğun şekilde kullanarak, bireylerin milliyetçilik duygularını istismar etmiş ve milyonlarca insanı bu tekniklerle etrafında tutmayı başarmıştır. Alman yurttaş olmanın yegane görev olduğunu her konuşmasında vurgulayan Hitler, “Her şey Almanya için!” diyerek, yaptığı ya da yapacağı tüm kötülükleri bu fikir etrafında meşrulaştırmıştır. Tüm mecralarda, kendisini Alman halkına adayan bir lider olarak göstermeye çalışan Hitler, propagandanın gücünü keşfetmiş ve bu gücü kullanabilmek için bir bakanlık dahi kurmuştur. Çünkü totalitarizm, diktatörlükte olduğu gibi halka rağmen değil, halk ile beraber olunan bir sistemdir. Bu ayırt edici fark ile Hitler, totaliter bir lider olmanın en başarılı örneklerinden biri olarak tarihte yerini almıştır.

Bu bağlamda, totaliter düşünce Hannah Arendte göre, insanların özgürlüklerini ortadan kaldırmakla yetinmeyip, yeni bir insan doğası belirler ve toplumu bu doğaya uyarlamaya çalışarak, onları bir kitle haline dönüştürmeyi hedefler

BİR YÖNETME TARZI OLARAK SUÇLU İLE MASUMUN FARKININ BULANIKLAŞMASI

Büyük bir ulusun parçası olan, vatanı için birlik ve beraberlik içinde olduğunu düşünen bireyler, farkında olmadan daha büyük bir kötülüğün parçası haline dönüşmüşlerdir. Yalnızlıktan kurtulma, bir yerlere ait olma dürtüleriyle başlayan bu bütünlük hali, aslında daha büyük bir yalnızlığa ve ayrışmaya neden olmuştur. Totalitarizm ise tam olarak bunu istemektedir. Belirli bir ideoloji karşısında birleşen fakat kendi iç dünyalarında yalnızlaşan, birey olamayan, sadece bir sayıdan ibaret olan ve dolayısıyla bir dişli vazifesi gören kitle insanları meydana getirmek…

Birlik çağrısı, insanları her zaman savaşa götürmüş olan savaş çağrılarını andırıyordu tastamam; ne var ki kimse, bu evrensel ve kalıcı birlik aygıtındaki evrensel ve kalıcı savaş tohumunu sezemedi.[3]

Kendi başına düşünemeyen, düşünmesi istenmeyen, sadece kendilerine dayatılan düşünceye itaat etmesi beklenen bu birey olamama hali, insan bireyselliğinin, biricikliğinin ortadan kalkması tehlikesini de beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, totaliter düşünce Hannah Arendt’e göre, insanların özgürlüklerini ortadan kaldırmakla yetinmeyip, yeni bir insan doğası belirler ve toplumu bu doğaya uyarlamaya çalışarak, onları bir kitle haline dönüştürmeyi hedefler. İnsan doğasını değiştirmeye veya dönüştürmeye çalışırken, belirlediği doğaya herhangi bir şekilde uymayan herkesi (muhalif veya taraftar olsun) ortadan kaldırmayı amaçlar. Bu süreçte ahlaki ya da hukuki hiçbir yasa tanımadığı gibi, ideolojiyi yasalaştıran bir sistem ve korku yönetimi ile hareket etmektedir. Bu sistemde herkes her an suçlu konumuna düşebileceğinden totalitarizmde, “suçlu” ya da “masum” gibi kavramların ayırt ediciliği ortadan kalkar, bulanıklaşır ve keyfi müdahaleler kitleleri bu belirsizlik içerisinde korku ile yaşamaya mahkûm eder. Bu mefhumlardan ötürüdür ki totalitarizm, kötülüğün en radikal halini alabilmektedir.”[4]

Terörün ve korkunun olduğu bir yerde hiç kimse farklı bir duruş sergileyemeyecek ve böylece güçlü bir tahakküm söz konusu olabilecektir. Bu nedenle totaliter yönetimlerde hiç bitmeyen bir terör durumu mevcuttur.

TERÖRLE KORKU ARASINDA KALAN TOPLUMUN HALİ

Terörün, terör korkusunun vazgeçilmez olduğu totaliter rejimlerde Nazi döneminde bu korku antisemitizm ile meydana getirilmiştir. Bugün İsrail’in yaptığı zulümler karşısında yine aynı korku yaratma ve terörü gerekçe gösterme durumunu görmekteyiz. Hitler rejiminde olduğu gibi İsrail kendine taraftar bir kitle yaratamamış olsa da, terör karşısında meşru müdafaa hakkını kullandığı gerekçesi ile Filistin halkına katliam gerçekleştirmiştir. Terör sayesinde korku yaratma ve kitleleri bir arada tutabilme gayesi aynı zamanda kamusal alanın tamamen yok edilerek tüm farklı seslerin susturulması amacını da beraberinde taşımaktadır.

Korku, tahakküm ve bireyliğin kaybedilmesi durumu ise büyük bir kayıtsızlığa neden olacaktır. Olan biten her şey karşısında duyarsızlaşan ve kendini çaresiz hisseden insanlar topluluğu aslında yine aynı şekilde totalitarizmin meydana getirdiği yeni insan profilinin bir sonucu olarak ortaya çıkacaktır. Geçmişte Hitler döneminde olan şey ile bugün İsrail’in Filistin halkına yaptığı soykırımlarda ortaya çıkan sonuç aynıdır. O gün toplama ve ölüm kamplarında sadece insanların bedenleri yok edilmemiş aynı zamanda yaşayan insanların ruhları da yok edilmiştir. Toplama kamplarında insanlığın yaşayabileceği en ağır seviyede işkence ve eziyet türleri bir deney gibi insanlık üzerinde kullanılırken, bir seyirci kitlesi oluşturulmuş ve her durumda sessizlikle izlemeleri sağlanmıştır. Toplama kampları, totalitarizmin mutlak anlamda gerçekleştiği yerler olarak, artık insanı fiziksel olarak yok etmeden ruhen de yok edebileceğinin kanıtı olmuştur.[5] Bugün Filistin halkına yaşatılan tüm aşırı insanlık suçlarında “insanların insan olarak gereksiz kılınması” durumunun totalitarizm ile mümkün olduğunu görmekteyiz. İnsan hakları geçerliliğinin tamamen ortadan kalkabildiği bu tehlikeli durum, tüm dünya insanları için geçerlidir.

Tüm insanlık dışı uygulamaların dünyaya kabul ettirilmeye çalışıldığı bu yeni yüzyılda bir şeylerin artık farklı olması gerekmektedir. Totalitarizmin bizi dönüştürdüğü insan profilinin farkına vararak, bu bilinçli ve bir o kadar da tehlikeli olan kötülüğün karşısında durmak zorundayız. Geçmişte toplama kamplarında, bugün Filistin’de, yarın başka şekillerde karşımıza çıkacak olan bu insanlık yitimine daha fazla seyirci kalamayız. Ruhlarımızı ve bedenlerimizi yok eden bu canavar sistem karşısında, en azından bireysel olarak kendimizi muhafaza etmek ve direnmek durumundayız. Bu nedenle, ahlaki kişiliklerimizi öldürmek isteyen, bizi komutlarla çalışan robotlar haline getirmeyi amaçlayan totalitarizm konusunda daha detaylıca düşünmemiz gerekmektedir.

[1] Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları/2, Emperyalizm.

[2] Hannah Arendt, Totalitarizmin Kaynakları/3, Totalitarizm, s. 174

[3] Hannah Arendt. Totalitarizmin Kaynakları/2, Emperyalizm, s .61

[4] Hannah Arendt’te Totalitarizm Neliği- Tuğba Yazıcı, (2018).

[5] Hannah Arendt’te Totalitarizm Neliği. Tuğba Yazıcı (2018)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir