Gerçeğin ne önemi var?

Gerçeğin ne önemi var?

Bu kadar siyah-beyaz bir dünya algısının yayılması beni ürkütüyor. Dahası gerçeğin ne olduğunun önemini yitiriyor. Diğer bir deyişle, inanmak istediğinize inandığınız ve inandığınızı sorgulatacak hiçbir farklı veriyi önemsemediğiniz bir dogmatizm giderek yayılıyor ve gerçek bu ortam da önemini yitiriyor.

Şimdiden bölge genelinde hayatlarımızı değiştirmeye başlayan bir dönüm noktası oldu 7 Ekim. İsrail-Hamas Savaşı’nın “kayıplarından” biri de, “gerçek” oldu.

Her savaşta “dezenformasyon”, “propaganda”, gerçeğin yerini almak için yarışır. Ama bu savaşta, “gerçeğin” kaybı çok hızlı ve acımasızca oldu. Herkes, inanmak istediğine inanıyor ve-ya gerçeklikle alakası olmayan görüntü-haberleri inancını savunmak için kullanıyor ya da gerçeklere de -kendi inancına göre- “seçici” yaklaşıyor. Kendine uyan gerçeği kullanıyor çoğunluk; inancına aykırı düşene ise algısını, kulaklarını, gözlerini kapatıyor.

“İnanç” derken illâ dini inancı da kastetmiyorum: ideolojik inançlar da olabilir, kişisel kanaatler de olabilir ve tabii, dini inançlar da olabilir. Bölge de ve dünya da körü körüne bir “inançla” yaklaşıyor Hamas’ın 7 Ekim Saldırıları’ndan beri, olup bitenlere.

Bu kadar siyah-beyaz bir dünya algısının yayılması beni ürkütüyor. Dahası gerçeğin ne olduğunun önemini yitiriyor. Diğer bir deyişle, inanmak istediğinize inandığınız ve inandığınızı sorgulatacak hiçbir farklı veriyi önemsemediğiniz bir dogmatizm giderek yayılıyor.

17 Ekim’de Gazze’de, İngiltere Anglikan Kilisesi’nin yönettiği el-Ehli Hastanesi’nin vurulduğu haberleri ilk geçmeye başladığında gözlerime inanamadım. Can kayıplarının boyutları, bir hastanenin hedef olması, bu şiddetin tüm çatışmada sadece İsrail-Filistin açısından değil bölge genelinde-hatta ötesinde yaratacağı etki; hepsi birden afallatıcıydı.

Konu üzerine yorum da yapmam gereken bir programa yetiştiğimden; kimler hedef olmuş, tam olarak ne olmuş, nasıl olmuş tüm verilere ulaşmaya çalıştım. Tabii, bu beyhude bir çaba oldu. Olayın üzerinden haftalar geçmesine rağmen birçok soru işareti var. Ve artık biliyoruz ki, “el-Ehli Hastanesi vakası” herkesin, kendi inancına göre inanmak istediği bir kör nokta olarak kalacak.

İşin tuhafı ve beteri, birçok farklı kaynağı karşılaştırarak okumaya, anlamaya çalışanlar için bile bir “kör nokta” oldu el-Ehli.

Ürdün Dışişleri Bakanı Ayman Safadi’nin, 18 Ekim’de CNN International’a verdiği bir mülakatta, ülkesinin el-Ehli Hastanesi’nin kimin tarafından vurulduğuna inandığına ilişkin soruya yanıtı şöyleydi:

Burada herkes İsrail’in sorumlu olduğuna inanıyor. İsrail Ordusu, kendisinin sorumlu olmadığını söylüyor. Ancak, dürüst olmak gerekirse; dünyanın bu tarafında, buna inanacak birini gelin de bulun.

Safadi, bu sözlerinin ardından, uluslararası bir araştırma gerçekleştirilmesi için de çağrıda bulunmuştu.

Türkiye’de Mayıs seçimleri ertesi “kara propaganda” ve sandık sonuçlarına etkisi üzerinde çok duruldu. “Kazananın her şeyi kazandığı” bir siyaset ortamında, sürekli ağır kutuplaşmalar içinde yaşarken; yarın öbür gün Türkiye’deki “linç ortamlarının” olmayacağının garantisi var mı?

HAÇLI POPÜLİZMİ BİZİ NERELERE GÖTÜRECEK?

Bu dönem ve ortamda, Türkiye’de de “Hilâl ve Haç’ın savaşı”, “Kudüs düşerse her şey düşer!” gibi “Haçlı Savaşları” metaforlarının muhafazakâr siyaset genelinde yayılmasına da şaşmamak lazım.

Her ne kadar bölgesel bir savaşa dönüşme olasılığı yüksek de seyretse, şu an için İsrail ve Hamas’ın savaşına uzaktan bakıyoruz. Ancak, “Haçlı Savaşları popülizmi” üzerinden, İsrail’in savaşının Türkiye’de bir iç politika aracı haline getirilmesi son derece mümkün.

29 Ekim gecesi, Dağıstan’ın Makhachkala Havaalanı’na İsrail’den bir uçağın geleceğini duyanların nasıl bir linç girişiminde bulunduğu malum. Bu uçakta İsrail vatandaşları olsaydı; bu durum elbette linç girişimini haklı çıkarmazdı. Ama, uçakta İsrailli kimse olmadığı gibi, sadece çocuklarını, hastalarını İsrail’e tedaviye götürenler mevcuttu.

Tabii, belki bu da bir komplodur. Rusya’da siyasi çevreler, Dağıstan’daki havalanı baskını tam da böyle yorumladı: “Dış mihrakları”, Ukraynalıları, Ukrayna’nın lideri Vlodimir Zelensky’yi (Yahudi olduğuna da referansla) suçladılar. Oysa Dağıstan’da yaşananların gösterdiklerinden biri de, Rusya’nın güvenlik ağının ve güçlerinin ne kadar zayıfladığı idi. Ukrayna Savaşı’na askeri ve istihbarat gücünü yığdıkça yığan bir Rusya, kendi içinde, Federasyon genelinde havaalanlarının güvenliğini bile sağlamaktan uzaklaşıyor.

Neyse, gerçeğin ne önemi var?

Unutmayalım ki, Türkiye’de Mayıs seçimleri ertesi “kara propaganda” ve sandık sonuçlarına etkisi üzerinde çok duruldu. “Kazananın her şeyi kazandığı” bir siyaset ortamında, sürekli ağır kutuplaşmalar içinde yaşarken; yarın öbür gün Türkiye’deki “linç ortamlarının” olmayacağının garantisi var mı? Şimdiden sosyal medya üzerinden, şu veya bu kanaat-inanç üzerinden “linç ortamları” oluşup durmuyor mu? İnsanlar, kendi “gerçekliğini” silahmışçasına kullanmıyor mu?

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir