İstanbul’a ihanetin tablosu: 197 bin 811 projeye “ÇED Gerekli Değildir” kararı

İstanbul’a ihanetin tablosu: 197 bin 811 projeye “ÇED Gerekli Değildir” kararı

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin İstanbul Çevre Durum Raporu’na göre, ÇED Yönetmeliği 30 yılda 23 kez değiştirildi. 30 yılda İstanbul’da 277 projenin “ÇED Olumlu” kararı ile, 197 bin 811 projenin de “ÇED Gerekli Değildir” kararıyla uygulanmasına izin verildi. Böylece ekolojik yıkıma yol açan projeler ÇED süreçlerinden muaf tutuldu.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, her yıl olduğu gibi bu yıl da Ekolojik Yıkımla Mücadele Haftası kapsamında İstanbul Çevre Durum Raporu’nu 5 Haziran Dünya Çevre Günü’nde kamuoyuyla paylaştı.

Bu yılki raporda İstanbul’un içme, kullanma ve atıksu durumu, atık yönetimi, toprak kirliliği, hava kalitesi, arazi kullanımı, kentleşme baskısı, afete karşı direnci, iklimi ve ÇED süreçleri incelenirken, incelemeler sonucunda çarpıcı pek çok sonuca ulaşıldı.

“Ekolojik Yıkımla Mücadelede İstanbul’un Gerçekleri: İstanbul Çevre Durum Raporu 2024” başlığıyla paylaşılan raporda farklı inceleme alt başlıkları altında çarpıcı tespitler, durum değerlendirmesi ve çözüm önerilerine yer verildi.

AKP hükümetleri dönemini kapsayan 20 yıldan fazla sürede en fazla eleştirilen, tepki gören ve çevre örgütleri tarafından mücadelesi yürütülen konuların başında çevre düzeni planlarına uyulmaması, ÇED süreçlerinin doğru şekilde işletilmemesi, projelerin kamu denetiminden kaçırılması, kentin betona, asfalta teslim edilmesi, orman varlıkları başta olmak üzere doğal ekosistemlerin bozulması, parçalanması ve çarpık kentleşmeye göz yumulması gibi konular geliyor. 

Bu açıdan raporda en önemli bulduğum başlıklardan bir tanesi “İstanbul’da ÇED Süreçlerinin Değerlendirilmesi” başlığı. Bu başlık altında çok önemli veri ve tespitlere yer veriliyor. 

ÇED Yönetmeliği’nde verilen tanımı çerçevesinde ÇED, “gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları” ifade ediyor.

İlk defa yürürlüğe girdiği 1993 yılından bu yana 23 kez değişikliğe uğrayan ÇED Yönetmeliği nedeniyle onlarca yıkım projesinin önündeki yasal engeller kaldırıldı.

Sadece İstanbul’da 30 yılda 277 projenin “ÇED Olumlu” kararı ile 197 bin 811 projenin ise “ÇED Gerekli Değildir” kararıyla uygulanmasına izin verildiği görülüyor. 

Verilen bu kararlarla birlikte geri dönülemez ekolojik yıkıma yol açan projeler ÇED süreçlerinden muaf tutuldu.

İstanbul özelinde sadece 2023 yılında ise 10 projeye “ÇED Olumlu” Kararı verildi.

Çevre koruma mevzuatında bu kadar sıklıkla değiştirilen başka bir yönetmelik bulunmadığı gibi bu durum sermaye baskısının çevreyi korumakla yükümlü kurumlarda ne derece etkin olduğunun da başka bir göstergesi. 

Raporda bu konuya ilişkin, “Yapılan bu değişikliklerle yönetmeliğin etkinliği sıfırlanmış ve amacının tersine ekolojik yıkımın önünü açan ve onu yasallaştıran bir aparata dönüştürülmüştür” ifadesine yer veriliyor. 

“Buradan çıkan sonuç, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvurusu yapılan her 10 projeden 9’unun aynı Bakanlığın vermiş olduğu kararlarla, çevresel etki değerlendirmesi sürecinin dışında bırakıldığıdır. Sadece bu istatistikler bile ÇED süreçlerinin işlevsizleştirildiğinin somut delilidir.”

10 PROJEDEN 9’UNA YOL VERİLMİŞ

Raporda, ÇED süreçlerine dair başka önemli değerlendirmeler ise şöyle:

“Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanan 1993-2023 yılları arası ÇED Karar Sayıları’nı gösterir istatistiklere göre; 30 yıllık dönem içinde yapılan toplam 86 bin 306 proje başvurusundan sadece 77 proje hakkında “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumsuz” yani proje yapılamaz kararı verilmiştir. “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı verilen, yani çevresel etki değerlendirmesi süreci dışında bırakılan proje sayısı ise 77 bin 434’dür.

Buradan çıkan sonuç, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na başvurusu yapılan her 10 projeden 9’unun aynı Bakanlığın vermiş olduğu kararlarla, çevresel etki değerlendirmesi sürecinin dışında bırakıldığıdır. Sadece bu istatistikler bile ÇED süreçlerinin işlevsizleştirildiğinin somut delilidir.”

ÇED konusundaki değerlendirmelerle ilgili diğer önemli tespitler şu başlıklar altında ifade edildi:

“Çevresel etki değerlendirmesi süreçleri, bir projenin ekosistemler üzerinde yol açacağı tahribatın önceden değerlendirilmesi ve önlem alınması, oluşabilecek ekolojik tahribatın çok yüksek olacağı durumlarda da projenin kamu yararına aykırı olacağının öngörülerek doğa katliamının oluşmadan önlenebilmesi açısından son derece kritik ve önemli süreçlerdir.

Türkiye’de İstanbul’da yaşanan ekolojik yıkımın temel sebeplerinde biri, bu yıkıma yol açan projelerin Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinin bilime ve uluslararası yasalara aykırı şekilde yürütülmesidir. 

Ekolojik yıkıma yol açacak projeler “ÇED Gerekli Değildir” Kararları ile ÇED süreçlerinden ve dolayısıyla kamu denetiminden muaf tutulmaktadır.

ÇED sürecini, yatırımcının önünde bir ‘engel’ olmaktan çıkaran ve koruma/kullanma dengesini “ne pahasına olursa olsun kullanma” yönünde değiştiren politikaların acilen terkedilmesi gerekmektedir.

Çevresel Etki Değerlendirmesi süreçlerinde yer alan tüm tarafların özeleştiri yaparak bilimi, doğayı ve canlıyı önceleyen yaklaşımları benimsemesi en temel gerekliliktir.”

Marmara Denizi’ndeki kirliliğin boyutu İstanbul’un yaşadığı en önemli çevre sorunlarının başında geliyor. Deniz ekosisteminin olmazsa olmazı sudaki çözünmüş oksijen oranı pek çok noktada sıfıra inerken ve deniz ekosistemi tamamen yok olurken, müsilaj gibi gözle görülebilen çevresel sorunlar da gün yüzüne çıktı.

MARMARA DENİZİ’NDEKİ KİRLİLİĞİN BOYUTU VE MÜSİLAJ

Raporda dikkat çeken diğer başlıklardaki temel tespitler ise şöyle:

  • İstanbul’un 2023 verilerine göre su ihtiyacını karşılayan baraj kapasitelerinin yüzde 59,42’si Avrupa Yakası’nda, yüzde 40,58’i Asya Yakası’nda yer alıyor. Buna karşılık İstanbul nüfusunun yüzde 64,07’si Avrupa Yakası’nda yüzde 35,92’si ise Anadolu Yakası’ yaşıyor. Kanal İstanbul ve Yenişehir Projesi ile Avrupa Yakası’nda İstanbul’un su havzaları yapılaşmaya açılırken aynı zamanda bölgede nüfus artışı gerçekleşecek, Avrupa Yakası için kişi başına düşen su miktarındaki dezavantajlı durum daha da kötüleşecek.
  • Mevcut durumda İstanbul, Sakarya’da bulunan Melen Havzası’nın suyuna muhtaç. Kente 200 kilometre uzaklıkta yer alan ve yüksek enerji tüketimiyle İstanbul’a içme ve kullanma amacı ile iletilen suyun kalitesi ise 3. veya 4. sınıf su niteliğinde. Ayrıca Düzce’nin tüm kirleticileri Melen suyuna karışıyor ve havzanın korunması ile ilgili ciddi bir önlem alınmıyor. Bu durum İstanbul halkına sağlıklı su verilebilmesi için uygulanması gereken arıtma ihtiyacını ve maliyetini artırıyor.
  • İstanbul’un atıksu yönetimi de tıpkı içme suyu gibi acil çözüme kavuşturulması gereken sorunları bünyesinde barındırıyor. Kentteki 90 adet atıksu arıtma tesisinde, toplam atık suyun yüzde 43’ü sadece ön arıtmadan geçirilerek Marmara Denizi’ne deşarj ediliyor. Bu tesislerde atıksudan sadece fiziksel olarak içindeki iri ve çökelebilen katı maddeler ayrılıyor, biyolojik arıtma işlemi yapılmıyor. 2023’te atıksu arıtma tesislerinden geri kazanılan atıksu miktarı da çok düşük. İstanbul’da geri kazanılan atıksu miktarı 29.285.760 metreküp, bu miktar toplam atık suyun yalnızca yüzde 1,78’i kadar. Geri kalan atıksu alıcı ortama deşarj ediliyor.
  • Mega projeler, 16 milyona yaklaşan resmi nüfusuyla, düzensiz kentleşmesiyle ve ihtiyacı karşılayamayan altyapısıyla, herhangi bir müdahale olmasa dahi doğal taşıma kapasitesini çoktan aşmış İstanbul ekosistemini yok olmanın eşiğine getirdi. Özellikle 2009 yılında onaylanan İstanbul ili 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı’nın kentin kuzeyindeki hassas ekosistemlerin korunmasını gözeten esasına sadık kalınmalı. Ancak gerçekleştirilen Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve bağlantı yolları, Kuzey Marmara Otoyolu ve İstanbul Havalimanı projeleri ile birlikte bu ilke açıkça ihlal edildi. Yatırım programına alınan projeler incelendiğinde de bu ihlalin ve İstanbul’un yaşam alanlarına yönelik yapılaşma baskısının devam edeceği görülüyor. Kanal İstanbul ve Yeni Şehir Rezerv Alanları Projesi ile Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nca Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü kullanacak şekilde İstanbul’un kuzeyinden geçecek Gebze-Çatalca demiryolu hattı projesi, bu ihlalin ve İstanbul’un kuzeyindeki yapılaşmanın devam edeceğini gösteriyor.
  • Marmara Denizi’ndeki kirliliğin boyutu İstanbul’un yaşadığı en önemli çevre sorunlarının başında geliyor. Bir iç deniz olan Marmara Denizi, birbiri üzerinde yer alan ve hidrografik özellikleri çok farklı iki su kütlesinden oluşuyor. Üstteki akıntı Karadeniz’den gelen akıntı, alttaki akıntı ise Akdeniz kökenli akıntı ve en iyi şartlar altında bile sadece yüzde 10’u Karadeniz’e ulaşabiliyor. Buna rağmen, deniz tabanındaki bu akıntı 30 yılı aşkın süredir “derin deniz deşarjı” adı altında arıtılmamış atıksuların deşarj alanı haline getirildi. Deniz ekosisteminin olmazsa olmazı sudaki çözünmüş oksijen oranı pek çok noktada sıfıra inerken ve deniz ekosistemi tamamen yok olurken, müsilaj gibi gözle görülebilen çevresel sorunlar da gün yüzüne çıktı.
  • Raporda gürültü kirliliği ise İstanbul’da plansız kentleşmenin getirmiş olduğu sorunların en önemli sonuçlarından biri olarak değerlendiriliyor. Gürültü kirliliğini yaratan başlıca etmenler, ulaşım, sanayi, inşaat ve şantiye çalışmaları, eğlence amaçlı müzik yayını yapan işletmeler, rekreasyon faaliyetleri olarak sıralanıyor. Rapora göre, merkezi hükümetlerin uyguladığı hatalı ekonomi politikalarının bir sonucu olarak İstanbul’un aldığı kontrolsüz göçün plansız kentleşmeye yol açtığı vurgulanırken, “Konutlarla eğlence mekanlarının, sanayi kuruluşlarının, atölyelerin iç içe olması, gürültüye hassas alanların oluşturulmaması, çevre düzeni planlarında yapılan değişiklikler gibi nedenlerle gürültü kirliliği canlı yaşamını tehdit eder boyutlara ulaştı” tespiti yapıldı.
  • İstanbul’da hava kirliliği de önemli çevre sorunlarından biri. Raporu göre sanayi, ısınma, inşaat ve trafik kaynaklı kirlilik, hava kalitesini ciddi şekilde etkiliyor. Raporda Kuzey Ormanları’nın bu olumsuz tabloyu bir nebze olsun iyileştirdiği ifade ediliyor. Hâkim rüzgâr yönü poyraz olan İstanbul, kuzeyinde yer alan ormanlar sayesinde kötü olan tablosunu iyileştirebiliyor. Ancak, hava kirleticilere dair yapılan ölçümlerin de standartlara uygun şekilde açıklanmadığına dikkat çekiliyor.

Çevre Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, İstanbul’daki yaşamı daha iyi hale getirebilmek için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:

“İstanbul’da uygulanan kar amaçlı yatırım programları sonucu ortaya çıkan kirlilik ve yapılaşma baskısı, canlı yaşamını tehdit eder boyuta ulaşmıştır. 

Kentleşme politikalarının gözden geçirilmesi, iklim değişikliğine karşı dirençli altyapı çözümlerinin uygulanması, kentin iklim değişikliği etkilerine karşı daha dayanıklı hale gelmesi için yeşil alanların artırılması, geçirimsiz yüzeylerin azaltılması ve enerji verimliliğinin artırılması ertelenemez zorunluluklardır. 

Kentin iklimini, flora ve faunasını tehdit eden mega projelerden vazgeçilmeli, en önemli varlıklarından biri olan Kuzey Ormanları tahribatına son verilmeli, İstanbul’un su havzalarına, tarım, orman ve mera alanlarına zarar verebilecek, kentin kirlilik yükünü artıracak tüm projeler iptal edilmeli ve yenilerine izin verilmemelidir.

İstanbul mevcut yapısıyla dahi kendi kendine yetebilir bir kent olmaktan çıkmış, başta su kaynakları olmak üzere çevre illerin doğal varlıklarını tüketen bir kente dönüşmüştür. Bu durum yaşamın devamlılığı için derhal tersine çevrilmelidir.”

Pelin Cengiz

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir