Avrupa’da demokrasi: Şeytan aldı götürdü…

Avrupa’da demokrasi: Şeytan aldı götürdü…

Sonuç olarak, aşırı sağın yükselişi geleneksel merkez siyasetin gerilemesiyle doğru orantılı bir şekilde devam ediyor. Demokrasilerde seçmenin oy verme davranışlarında artık yeni dinamikler etkili. Bu dinamiklerin başında “sosyal medya” geliyor. Almanya’da neofaşist parti Almanya için Alternatif (AfD), AP seçimlerinde genç seçmenin en fazla oy verdiği parti oldu. Bunun için yatıp kalkıp TikTok’a dua ediyor olmalı Alman faşistler.

26 Mayıs 2014 sabahı… Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin vatandaşları, Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinin ardından aslında içinde bulunduğumuz zamanların habercisi olan yeni bir güne endişe içinde uyandılar. Çünkü bu seçimde aşırı sağ, kendisinden beklenmeyecek ölçüde önemli bir başarıya imza atarak, “Avrupa siyasetinde ben de varım” dedi. O “endişe” hiç sönümlenmeden, giderek büyüyerek 10 yıl sonrasına taşındı ve o günlerde sadece “biz de varız” demekle yetinen aşırı sağcılar artık “Avrupa bana ait” diyor. Son AP seçimlerinde neofaşistler lehine ortaya çıkan tablo, bu söylemde çok da haksız olmadıklarını gösteriyor.

Mayıs 2014’teki seçimin ardından dönemin AP Başkanı Alman kökenli sosyal demokrat politikacı Martin Schulz, “Avrupa Birliği için kötü bir gün” demişti. Bugün bir başka Alman kökenli Hristiyan demokrat politikacı AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, partisinin (CDU) Almanya’daki galibiyetini kutlayıp, koltuğu için neofaşistlerle pazarlığa tutuşuyor. Bu görüntü, Avrupa’da siyasi psikolojinin uğradığı değişim konusunda fikir sahibi olmamıza yardımcı oluyor aynı zamanda.

Buralara nasıl gelindi peki? Merkez siyasetteki sol ve sağ partilerin “benzeşme sorunu” perspektifinde komformist ve soluk politik alanlara hapsolmaları neofaşistlere zirve yolunu açtı. Sol partilerin kıtada gelişen yeni sosyo-ekonomik koşulları anlayamaması ve beraberinde bu koşullara uyum sağlayamaması, giderek kamplara ayrışan Avrupa toplumlarını bir araya toplama yeteneklerini kaybetmelerine neden oldu. Hatta sol partiler, bu süreçte doğal tabanları olarak görülen emekçi sınıfını örgütleyemez hale geldiler. İşte neofaşistler tam bu noktada devreye girdi. Ekonomide yaşanan dönüşümler ve bu dönüşümlerden muzdarip olup işsiz kalan sol seçmene, emekçilere seslenmeye başladılar. Bugün yaşanan umutsuzluk sarmalının başrolünde yer alan merkez sağ partiler, oy kaybettikçe aşırı sağcı argümanlara sarıldılar. Popülist/ırkçı söylemlerin kendilerini kurtaracağını düşündüler. Örneğin, Fransa’da güya merkez sağın adayı Nicolas Sarkozy, 2012 seçimlerinde neredeyse Marine Le Pen’in kampanyasını taklit etti. Hatta Le Pen’in Sarkozy’e, “Ayıp olmuyor mu Nicolas? Başkası olma kendin ol diye” sitem ettiği dahi rivayet olunur. Şaka bir yana kısacası merkez sağ vaziyeti kurtarmak için neofaşist diskura sarıldıkça daha da dibi gördü.

İşte böyle gelindi özetle içinde bulunduğumuz zaman dilimine. Örneğin, Almanya’da, “Korkmayın ya şu AfD’den. Sadece doğudan oy alıyor” denilirken, AfD’nin mikro-milliyetçi bir siyasi yapı olmadığı aksine ülke genelinde ciddi bir oy potansiyeli olduğu AP seçiminde görüldü.

Açık olan şu ki neofaşistler, AP’nin sağladığı olanakları insanların beyinlerini iğfal etmek için kullanıyorlar. Son seçimin ardından görüldü ki neofaşistler artık demokrasiye düzenledikleri sözlü saldırıların yanı sıra AB içerisindeki güçlü pozisyonlara da talip olacaklar. Nitekim, İtalya’nın Mussolini hayranı Başbakanı faşist Giorgia Meloni’nin güçlü koltuklara doğru yaptığı ısrarlı hamleleri konuşuyor Avrupa kamuoyu günlerdir.

Bugünden bakıldığında neofaşist fraksiyonların, AP’de oluşturacağı tehlikenin büyüklüğü hakkında net yargılara varmak pek mümkün değil. Bu fraksiyonlar, son AP seçimlerinde sandalye sayılarını önemli miktarlarda artırdılar. Siyaset Bilimci Jan Rettig, neofaşistlerin sandalye sayılarını artırmalarının parlamentoda yapacakları konuşmalarda alacakları süreyi de uzatacağına dikkati çekiyor. Rettig, faşist milletvekillerinin söz haklarını, salt ideolojilerinin propagandasını yapmak için kullandıklarını anımsatarak, “Sağcı milletvekilleri, demokrasi karşıtı pozisyonlarını anlatmak için kendilerine ayrılan konuşma süresini geniş ölçüde kullanıyorlar ancak gerçekten politik katkı gerektiren işlerde kendilerini pek göremiyoruz” diyor. Göremezsiniz çünkü bu katkıyı sunacak bir entelektüel alt yapıları bulunmuyor. Ağızlarını her açtıklarında dışarıya “öteki”ye karşı besledikleri ırkçı nefret taşıyor, o kadar…

Açık olan şu ki neofaşistler, AP’nin sağladığı olanakları insanların beyinlerini iğfal etmek için kullanıyorlar. Son seçimin ardından görüldü ki neofaşistler artık demokrasiye düzenledikleri sözlü saldırıların yanı sıra AB içerisindeki güçlü pozisyonlara da talip olacaklar. Nitekim, İtalya’nın Mussolini hayranı Başbakanı faşist Giorgia Meloni’nin güçlü koltuklara doğru yaptığı ısrarlı hamleleri konuşuyor Avrupa kamuoyu günlerdir.

Bu bağlamda Fransa’da, ilk turu geçtiğimiz hafta sonu düzenlenen erken seçime de değinmek gerekiyor. Bu seçime ilişkin olarak en çok dile getirilen cümle, “Macron ayağına sıktı” oluyor. Ülkeyi erken seçime götüren Macron’un ittifakı ilk turda çöktü. Bir önceki seçimi sol oylarla kazanan ve hemen ardından ülkeye aşırı sağcı politikalar dayatan Macron, seçim öncesinde adeta “Ne olur aşırı sağcılara oy vermeyin” diye yalvardı seçmene ama aşırı sağın bu derece öne çıkmasının belki de birincil nedeni hep belirttiğimiz gibi “merkez sağ” ne yazık ki. Neofaşistlere yönelen seçmeni daha da faşistleşerek geri almaya çalışan muhafazakârlar ve liberaller, Avrupa’daki siyasi paradigmada telafisi çok zor olacak bir kırılmaya neden oldular. Şöyle ki göçmenlere yönelik ırkçı söylemleri sık sık yineleyerek, bu söylemlerin normalleşmesine katkı sunarak siyasetin merkezini bu söylemlerin gerçek sahibi olan neofaşistlere teslim etmiş oldular.

Bununla birlikte erken seçimin birinci turunu önde tamamlayan Ulusal Birlik’in (RN) lideri Marine Le Pen’in, “Vatansever partiler, halklarına özgürlüklerini geri vermek istiyor” söylemi elbette gelişigüzel sarf edilmiş değil. Bu cümlede, Avrupa Birliği’nin de “birlik” olarak yoluna devam edip edemeyeceğinin ipuçları gizli aslında. Zira neofaşistlerin, “AB’yi ülkelere pranga vuran bir sistematik” olarak algıladıkları sır değil. Muhafazakârların sırtına binerek siyasetin merkezine taşınan neofaşistler, artık başrolde. Bu nedenle neofaşist partileri “protesto oylarının yöneldiği yapılar” olarak değerlendirme çabasından vazgeçilmesi gerekiyor. Bu partilerin varlıkları bir siyasi kaza ya da güncel politik durumla ilgili değil. Onlar artık Avrupa siyaset sahnesinin en gerçek karakterleri. Bu bağlamda, demokratik cephede yer alan sağdan ya da soldan her partinin bundan sonraki en önemli görevi, neofaşist partilerin ve onları besleyen ideolojilerin neden olacağı tahribata ilişkin vatandaşları bilgilendirmek olmalı. Zira, Avrupalıların 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yaşadıkları travmaları unuttukları görülüyor.

Almanya’da neofaşist parti Almanya için Alternatif (AfD), AP seçimlerinde genç seçmenin en fazla oy verdiği parti oldu. Bunun için yatıp kalkıp TikTok’a dua ediyor olmalı Alman faşistler. Diğer yandan, AB’den bir beklentisi kalmamış, kitlesel göçlerin şokunu yemiş Avrupalıların aşırı sağ partilere yönelmesi yadırganmamalı.

Öte yandan, evet Fransa’daki parlamento seçimlerinin ilk turunda Macron’un ittifakı ağır bir yenilgiye uğradı. Peki şimdi ne olacak? Şu olacak, Macron yeniden sol ile flört etmeye başlayacak ama bu kez güçlü olan taraf sol ittifak. Çünkü Le Pen’in ardından ilk turu epeyce yüksek bir oy oranıyla ikinci tamamladılar. Macron’un solculara artık “benim etrafımda birleşelim” deme şansı yok bana göre. Bir de önceki seçimde ikinci turda sol seçmenin oyu ile seçilip aşırı sağa dümen kırmasının unutulduğunu sanmıyorum. Bu kez sandıkta birleşme solun şartlarının kabulü ile mümkün olacaktır diye düşünüyorum. Fransa siyaseti uzmanı, Siyaset Bilimci Ronja Kempin, aşırı sağa karşı birleşme sürecine ilişkin olarak, “Seçim akşamından bu yana ülkede büyük bir hareketlilik var. Cumhurbaşkanı’nın itifakı ve sol ittifak Yeni Halk Cephesi arasında RN’ye karşı birleşme girişimleri görüyoruz. Fransızlar buna ‘Cumhuriyetçi Birlik Cephesi’ diyorlar. Dolayısıyla RN’nin ikinci turda kaç sandalye kazanacağı henüz belli değil” yorumunu yapıyor.

Kempin ayrıca, ülkede birçok Fransız’ın Macron’u, “merkez siyasete zarar vermekle” suçladığına dikkati çekerek, “merkez sağ siyasetin toplumsal bölünmede ne kadar sorumluluğu var” sorusunu yöneltiyor. Doğru bir soru. Bu soru, Almanya için de geçerli. Yukarıda da belirttiğim gibi çok fazla sorumluluğu var. Bu noktada, insanların şimdi gidip, “demokrasiyi kurtarsın” diye merkez sağ partilere oy vermesinin anlamsızlığı yakıcı bir sorun olarak beliriyor.

Sonuç olarak, aşırı sağın yükselişi geleneksel merkez siyasetin gerilemesiyle doğru orantılı bir şekilde devam ediyor. Demokrasilerde seçmenin oy verme davranışlarında artık yeni dinamikler etkili. Bu dinamiklerin başında “sosyal medya” geliyor. Almanya’da neofaşist parti Almanya için Alternatif (AfD), AP seçimlerinde genç seçmenin en fazla oy verdiği parti oldu. Bunun için yatıp kalkıp TikTok’a dua ediyor olmalı Alman faşistler. Diğer yandan, AB’den bir beklentisi kalmamış, kitlesel göçlerin şokunu yemiş Avrupalıların aşırı sağ partilere yönelmesi yadırganmamalı.

Aşırı sağa oy verilmesini artık ideolojik bir siyasal davranış olarak kabul etmek gerekiyor. Bu nedenle, aşırı sağcı seçmenin oy verme tutumunun süreklilik arz edeceğini ve bu partilerle seçmeni arasındaki bağın kısa vadede zayıflamayacağını görmek lazım. Merkez siyasete ait partilerin artık “şikayet siyaseti”ni bırakıp, Avrupalıların neofaşist tehlikeye karşı gerçek anlamda uyarılmasına yönelik politikalar üzerinde çalışmaları önem arz ediyor. Aksi halde tünelin ucundaki ışık giderek zayıflıyor.

Özgür Çoban

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir