Duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveynler

Duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveynler

Olgunlaşmamış ebeveynler, bağ kurma konusunda uçlarda bir tutum sergileyebilir: Ya bağımlı bir ilişki kurup çocuğun bireyselliğini ve sınırlarını dikkate almazlar; ya da kopuk bir ilişki kurup çocuğu ihtiyaç duyduğu zamanlarda dahi yalnız bırakırlar.

Bundan birkaç yıl önce Lindsay Gibson’ın “Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Yetişkin Çocukları” kitabıyla karşılaştım. Tesadüfen gördükten ve edindikten sonra serideki diğer iki kitabı da edinmem çok uzun sürmedi. Bu kitap, psikolojik olduğu kadar sosyolojik birçok gerçekliğimize de ayna tutuyordu. Bence tam da bu sebeple, kitabı okuyan kişilerin çoğu kendilerinde ve kendi ebeveynleriyle olan ilişkilerinde benzerlikler buldular. Çokça tetiklendiler bu kitaptan ve etkilendiler. 

Neden peki? Neden “olgunlaşmamış ebeveynlerin yetişkin çocukları” kavramı bizimle bu kadar uyuştu? 

İlgi odağı olmayı, karşısındakinin dinleme kapasitesi olup olmadığını dikkate almaksızın içlerini dökmeyi tercih edebilirler. Özellikle çocuklarını “Sen benim sırdaşımsın, psikoloğumsun, derttaşımsın.” şeklinde nitelendirebilirler. Rol değişimini teşvik ederler; çocuklarına sanki onlar ebeveynmiş gibi davranırlar ve daha fazla ilgi ya da yardım bekleyebilirler.

ÇOCUKLARINA SANKİ ONLAR EBEVEYNMİŞ GİBİ DAVRANIRLAR

Bu soruya önce, “duygusal olarak olgunlaşmamış ebeveyn”i biraz anlatarak başlamak isterim. 

  • Bu kişilerin stresle baş etme becerileri hayli bozuktur. Herhangi stresli ya da tetikleyici bir durum karşısında kendileri regüle edemez ve sakinleşemezler, oldukça dramatik ve büyük tepkiler gösterebilirler. 
  • Bir durumun karşısında objektif kalıp nesnel bir bakış sergilemek yerine öznel bir pencereden ve tamamiyle duygularıyla hareket edebilirler.
  • Çocuksudurlar. Bir çocuğun doğasında olan ama duygusal gelişim dönemlerinde ilerledikçe geride bıraktığı benmerkezcilik, bu kişilerde yetişkin olmalarına rağmen hala sürmektedir.
  • İlgi odağı olmayı, karşısındakinin dinleme kapasitesi olup olmadığını dikkate almaksızın içlerini dökmeyi tercih edebilirler. Özellikle çocuklarını “Sen benim sırdaşımsın, psikoloğumsun, derttaşımsın.” şeklinde nitelendirebilirler. 
  • Rol değişimini teşvik ederler; çocuklarına sanki onlar ebeveynmiş gibi davranırlar ve daha fazla ilgi ya da yardım bekleyebilirler.
  • Dünyaya bakışlarında ve çocuğunun davranışlarını değerlendirmede siyah-beyaz bir bakış olur. Bir şey iyi ya da kötüdür. Griler dünyalarında pek de yer almaz. 
  • Duygusal  olarak kendilerini değiştirmeleri ya da kendi üzerilerinde çalışmalarına yönelik bir eleştiri alırlarsa bunu genellikle kabul etmez, dürtüsel tepkiler vermeye ve “Ben buyum, ben böyleyim” gibi savunmacı cümleler kurmaya devam edebilirler.  
  • Öz saygıları çocuklarının onlara uyum göstermesine bağlıdır. Kötü bir insan ya da kötü bir ebeveyn gibi hissedecekleri cümleleri duymaktansa konuyu doğrudan kapatmayı tercih ederler. Böyle konularda onlarla derinlemesine bir sohbete girmek imkansıza yakındır. Ufak bir eleştiri ya da şikayete dahi “Ben dünyadaki en kötü anne/babayım, zaten ben hiçbir şeyi doğru düzgün yapmadım ki.” şeklinde aşırıya kaçan ifadelerle karşılık verebilirler.
  • Olgunlaşmamış ebeveynler, bağ kurma konusunda uçlarda bir tutum sergileyebilir: Ya bağımlı bir ilişki kurup çocuğun bireyselliğini ve sınırlarını dikkate almazlar; ya da kopuk bir ilişki kurup çocuğu ihtiyaç duyduğu zamanlarda dahi yalnız bırakırlar. 
  • Davranışları genellikle duygularından ileri geldiği için kendileriyle sıkça çelişirler.
  • Duygusal ihtiyaçlar yerine fiziksel ihtiyaçlara odaklanırlar; bakım verme söz konusu olduğunda çocuğun ihtiyaç duyduğu en önemli duygusal bakım öğelerini (güvenlik, istikrar, özerklik, yetenek ve olumlu kimlik algısı, ihtiyaç ve duyguları ifade özgürlüğü, kendiliğindenlik, oyun ve eğlence, sağlıklı sınırlar ve özdenetim gibi) ikinci plana atarak yeme, içme, giydirme gibi fiziksel ihtiyaçları karşılarlar.

Duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveynlerle büyümüş kişiler, kendileri duygusal yönden erkenden olgunlaşmak zorunda kalmış kişiler olabilirler.

Ebeveyni iyileştirme fantezisini devam ettirmek, belki de bu yolculuktaki en yorucu deneyimlerden birisi olabilir. Bu fantezi, yalnızca ebeveyni iyileştirmek değildir elbette, dolaylı yoldan çocuğun nihayet bir gün, onu gören, onu duyan, onun ihtiyaçlarının farkında olan, onunla dengeli ve tutarlı bir ilişki kurabilen, aralarındaki hiyerarşide kendisinin çocuk ötekinin ise yetişkin olduğunu fark edebilen bir anne-babaya sahip olma fantezisidir de aynı zamanda.

EBEVEYNİ İYİLEŞTİRME FANTEZİSİ

Serinin ikinci kitabı olan “Olgunlaşmamış Ebeveynlerin Açtığı Yaraları İyileştirmek”te şöyle çarpıcı bir kısım var:

Duygusal yönden olgunlaşmamış ebeveyniniz varsa, onlarla yakın ilişki kurma hasreti çekiyor olabilirsiniz. Hala sizinle daha fazla ilgilenmelerini istiyor olabilirsiniz. Belki de her şeyden çok, sizi bir gün seveceklerini ve sizi olduğunuz gibi görebileceklerini umut ediyor olabilirsiniz. Belki de doğru girişimlerde bulunup, doğru becerileri kullanabilseniz onlara ulaşmanın bir yolunu bulacağınızı hayal ediyorsunuz. 

Ancak gerçek, görülemeyecek kadar acı olabilir. Olgunlaşmamış ebeveynlerin, duygusal açıdan var olmamaları o kadar hayal kırıcıdır ki çocukları onları o şekilde görmeye tahammül edemezler. Çocuklar, genellikle gelişen ruhlarını olgunlaşmamış ebeveyniyle bağ yanılsamasına tutunarak korurlar.

Ebeveyni iyileştirme fantezisini devam ettirmek, belki de bu yolculuktaki en yorucu deneyimlerden birisi olabilir. Bu fantezi, yalnızca ebeveyni iyileştirmek değildir elbette, dolaylı yoldan çocuğun nihayet bir gün, onu gören, onu duyan, onun ihtiyaçlarının farkında olan, onunla dengeli ve tutarlı bir ilişki kurabilen, aralarındaki hiyerarşide kendisinin çocuk ötekinin ise yetişkin olduğunu fark edebilen bir anne-babaya sahip olma fantezisidir de aynı zamanda. 

Kişinin gerçeklikle temas ettiği an, zihnindeki fantezilerden vazgeçtiği andır. 

Ve o andan sonra, ebeveynine doğru yönelttiği, ancak gerçekleşmesi pek de mümkün görünmeyen taleplerini azaltmak, kendi elinden tutmayı öğrenmek ve kendisini ebeveynleri dışındaki kişilerle de kurabileceği “ilişki” denen sihirli şeyin kollarına bırakmayı keşfetmek zorundadır. Elbette bu ilişkilerde, tıpkı büyüdüğü evdeki gibi aşırı çaba gösteren, fedakar, sevilmek ve karşısındaki memnun etmek için kendini paralayan bir role bürünmesi riski vardır. Dolayısıyla kişi, yeni ilişkilerini kurarken kendisiyle çalışmak, yüzleşmeler yaşamak, ihtiyaçlarını öteleyen değil önemseyen biri olmak, ilişkilerinin devamı için kendisi kadar çabalayan kişileri hayatına seçmek ve bu ilişkilerde denge ve empatiye dayalı bir sistem kurmaya gayret etmek durumundadır. 

Çünkü ilişkide bozulan, yine ilişkide iyileşir.

Öykü Zeynep Aydın
Latest posts by Öykü Zeynep Aydın (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir