‘Yeni’ Cumhuriyet

‘Yeni’ Cumhuriyet

Türkiye ekonomisinin vatandaşlarına daha fazla refah üretecek bir iktisadi dönüşümü yaratacak yeni, demokratik ve “çoğulcu” bir rejime ihtiyaç vardır. Yeni dönüşümün rotası budur. Bu rotadan herhangi bir sapma, ekonomide kaybedilen refah ve ödenmesi gereken maliyetler olarak karşımıza çıkacaktır.

Son zamanlarda, 31 Mart’ta tekrar seçilmesi halinde Sayın Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye’nin gelecek 20 yılına damga vurabileceği iddia edilmeye başladı.  Bununla da kalmadı.

Bunu destekleyen bir diğer iddia ise, Mustafa Kemal Atatürk ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan gibi, Sayın İmamoğlu’nun da Türkiye’deki siyasi sistemi değiştirebilme kabiliyetine kavuşmuş üçüncü siyasi lider olabileceği iddia edildi.

Bu iddialar gerçekleşebilir. Ama karşılaştırmanın Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve Mustafa Kemal Atatürk’ün dâhil edilmesi biraz zorlama geldi. Zira bahsi geçen liderlerden en azından ikisini dikkate alsak bile, iki rejimin kapsamları bakımından böyle bir karşılaştırma yapmanın doğru olmadığını düşünüyorum.

Şöyle ki…

Yirminci yüzyılın başında Atatürk, devrini tamamlamış, tarıma dayalı geleneksel üretim modeli etrafında organize olmuş Osmanlı İmparatorluğuna son vermiş ve çağın ekonomik şartlarına uygun bir şekilde, millet egemenliğine dayalı Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur.  Ardından Cumhuriyetin yirminci yüzyılın değerlerini toplumsal norm haline getirmiş Türkiye Cumhuriyeti, yirminci yüzyılı bu değerlere dayanarak tamamlayabilmiştir. Tüm bunlardan amaç, kendi kendine yetebilen, tam bağımsız, sürdürülebilir bir rejim inşasıdır. Bu amaçlara ulaşabilmenin maddi koşullarını oluşturmak için ekonomiyi çağdaş bir yapıya kavuşturmaya yönelik iktisat politikalar uygulanmış ve buna göre çağın gereklerine uygun kurumların inşasına önem verilmiştir. Bu kurulmaya çalışılan rejimde “kişisellik” değil, “toplumsal uzlaşmaya dayalı katılımcılık” öne çıkartılmıştır.  Bunun en önemli göstergesi Kurtuluş Savaşının bile bir meclis çatısı altında ve meclis inisiyatifi ile yürütülmesidir.

Atatürk’ün kurduğu devlet modeli ve onun etrafında örgütlenmeye çalışılan toplumsal yapı yirminci yüzyılın değerleriyle uyumludur. Cumhuriyet, topluma vaat ettiği refahın kaynağı olarak kendinden önce başarılı olmuş bir modeli referans almış ve bunu “çağdaşlaşma” söylemini ile kamuoyunda söyleme dönüştürmüş bir rejimdi.

ATATÜRK’ÜN KURDUĞU MODEL 20. YÜZYILIN DEĞERLERİYLE UYUMLUDUR

Atatürk’ün kurduğu devlet modeli ve onun etrafında örgütlenmeye çalışılan toplumsal yapı yirminci yüzyılın değerleriyle uyumludur. Cumhuriyet, topluma vaat ettiği refahın kaynağı olarak kendinden önce başarılı olmuş bir modeli referans almış ve bunu “çağdaşlaşma” söylemini ile kamuoyunda söyleme dönüştürmüş bir rejimdi. Bu rejimin iktisadi misyonu Türkiye’yi sadece siyasi alanda değil, iktisadi olarak da bağımsızlığa kavuşturmak ve bu amaçla ülke ekonomisinin kurumsal yapısını ve refah üretme kapasitesini gelişmiş ülke ekonomilerindeki gibi bir yapıya kavuşturmaktır. Siyasi alanda güçlü olmak için gerekli iktisadi başarıları gerçekleştirecek şekilde toplumsal yapının dönüştürülmesi sağlanmaya çalışıldı.

Nasıl yirminci yüzyıl sanayileşmenin hüküm sürdüğü bir yüzyıl olduysa, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için de refahın ana kaynağı sanayileşmek oldu. Bu amaç ülkelerin tüm toplumsal ve siyasi yapılarının oluşumunda belirleyici unsurlardan biri oldu.

Türkiye sanayileşme amacını gerçekleştirmekte çok başarılı olamadı. Özellikle sermayenin devletten bağımsızlığını sağlayacak büyüklüğe ulaşamadı.

Bunda büyük ölçüde geleneksel toplumsal yapının temsilcilerinin siyaset üzerinden dönüşüme karşı gösterdikleri direnç etkili oldu.  Ekonomik sebeplerle kırdan kente göçle baş edemeyen ve bu göçün toplumsal ve siyasi alanda doğurduğu riskleri yönetemeyen Cumhuriyet ideolojisini sahiplenen kadrolar, sonunda bu geleneksel kültürün kentlerde oluşturduğu “arabesk” kültürün taleplerine teslim oldular.

Cumhuriyetin amaçladığı çağdaş kurumların inşa edilmesi ekonominin piyasalaşması bakımından belli bir düzeyde başarı elde edilmesini sağladı. Ama kontrolsüz, plansız gerçekleşen kentleşme uygulamaları geleneksel toplumsal yapının unsurlarını içeren kırlardan kentlere yönelik ortaya dönüşüm göç basit bir nüfus hareketinden öte bir anlam kazanmıştır.  Bu, zamanla kentleşmeye direnen geleneksel kurumların ve değerlerin kentlere hâkim olmasıyla sonuçlandı. 

AKP bu geleneksel kültür üzerine inşa edilmiş bir siyasi anlayışı temsil ederek iktidar geldi. Cumhuriyetin kurucularının tasfiye etmeyi amaçladıkları ve yirminci yüzyılda herhangi bir işlevi kalmamış değerlerin ve buna bağlı kurumların tasfiyesidir bu.  Ülkenin geleceğinin inşası ve sürdürülebilir bir feraha kaynaklık edecek bir ekonomik yapının oluşturulabilmesi için gereklidir aynı zamanda.

AKP’nin yirmi yılı aşkın bir süre iktidarda kalmasının ardında ise, toplumun bu geleneksel katmanlarının kendilerince kentlerle bütünleşebilmelerine olanak sağlayacak ekonomik koşulların oluşturması sağlamıştır. Özellikle Cumhuriyet kurumlarının belli krizlerle kesintiye uğrayan refah arayışlarının toplumda yarattığı hayal kırıklıkları kamuoyunun AKP siyasetinden beklentilerini arttırmıştır.

HAYAL KIRIKLIKLARI AKP’DEN BEKLENTİLERİ ARTTIRDI

AKP’nin yirmi yılı aşkın bir süre iktidarda kalmasının ardında ise, toplumun bu geleneksel katmanlarının kendilerince kentlerle bütünleşebilmelerine olanak sağlayacak ekonomik koşulların oluşturması sağlamıştır. Özellikle Cumhuriyet kurumlarının belli krizlerle kesintiye uğrayan refah arayışlarının toplumda yarattığı hayal kırıklıkları kamuoyunun AKP siyasetinden beklentilerini arttırmıştır.

AKP kendinden öncekilerin yaptığı gibi kırsal değerlerin kentlerde hâkimiyeti ile ilgili bir sorun yaşamadı. Onu değiştirmeye zorlamadı. Zira öncekilerin kentlerde yaşayabilmeleri kendi katı kuralları olan sanayi faaliyetleriyle bütünleşmelerine bağlıydı. Kentlerde sanayiden gelir elde ederken, geçmişle bağlarını kopartarak, ait olduğun yeni sınıfın çıkarlarını ve değerlerini sahiplenmen gerekmekteydi. Yani kentlerdeki yeni yaşam, gelirinin yeni kaynağı olan sınıfın bilincine, kültürüne ve değerlerine sahip çıkmakla mümkündü.

Ancak AKP’nin iktidara geldiği 2000’li yıllarda ülkemizin ve dünyadaki kurumsal dönüşüm ve bu dönüşümlerin sağladığı mali olanaklar kentlerde sanayi dışındaki faaliyetlerle refah elde edebilmenin yolunu açtı.

Hizmet, ticaret, ve inşaat kentleşen nüfusun yeni iktisadi faaliyetleri oldu. Bu faaliyetlerin geleneksel değerleri korumaya elverişli yapısı kırdan kentler gelenlerin de bu değerlerinin kentlerde giderek daha fazla görünür olmasına yol açtı. AKP aslında bu toplumsal dönüşümün ve geleneksel değerlere sahip kesimlerin arayışına cevap olarak iktidar şansı elde etmiştir.

Bu faaliyetlerin kentlerdeki önemli kazanç kapıları haline gelmeleri de kentlere yeni gelenlerin bu alanlardan gelir elde edebilme olanağı sundu. Bunun mali kaynağını ise dışarıdan elde edilen kaynaklar oluşturdu.

Cumhuriyetin kuruluşu nasıl bir iktisadi kalkınma amacı doğrultusunda üretim temelli bir toplumsal dönüşüm arayışı ise, AKP’nin ki zamanla kontrolsüz bir şekilde dönüşmüş ve geleneksel unsurları baskınlık kazanmış toplumsal yapıya uygun yeni bir ekonomi inşa etme çabası olmuştur

Nasıl ülkemizin bir önceki rejimi üretimi amaçlamışsa, AKP döneminde oluşturulan “tek adam rejiminde” de bu yüzden “yeniden dağıtım” yeni rejimin temel motivasyonunu oluşturmuştur.

Bugün bazılarının iddia ettiği yeni rejimin ekonomik temeli dışarıdan borçlanma yoluyla elde edilen mali kaynaklardır.  Daha da önemlisi, Cumhuriyetin kuruluşundan farklı olarak, vatandaşa refah sağlamanın yolu olarak hizmet-ticaret-ve-inşaat gibi dış kaynakla finanse edilen iktisadi faaliyetler gösterilmektedir. Bunlar ülke içinde mal üretip dışarıya satabilen değil, sadece ülke içine üretilip, yine ülke içinde tüketen ve karşılığında da ülkeye hiçbir döviz geliri sağlayamayan iktisadi faaliyetlerdir.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın inşa etmeye çalıştığı iddia edilen rejimin finansmanı ve refah kaynakları bunlardır ve maalesef bunların sürdürülebilirliği yoktur. Çünkü bu rejim, dayandığı finansmanda, yarattığı değerlerde dışarıdan elde edilen kaynaklara bağımlıdır. Her ne kadar “milli ve yerli” söylemleri PİAR amaçlı olarak siyasiler tarafından kullanılsa da, yeni rejimin “tam iktisadi bağımsızlık” gibi bir prensibi yoktur. Bu yüzden de iktisadi temelli bakımından güçlü değildir.

Hem iktisadi amaçları, hem de dayadığı toplumsal kesimlerin temsil ettiği değerler bakımından yeni rejimin, Cumhuriyeti kurucularının inşa ettiği rejimden büyük farklılıklar içermektedir.

Şimdi gelelim Sayın İmamoğlu’nun seçimlerden başarılı çıktığında, bir rejim inşasına yol açacak toplumsal ve ekonomik ihtiyaçların neler olabileceğine.

Öncelikle Türkiye’nin artık yeniden dağıtımı değil, üretimi esas alan bir iktisadi model etrafında oluşturulacak bir yönetim şeklini öne çıkarması gerekmektedir. Zaten ülkenin şu andaki iktisadi sorunlarının da çözümü ancak bu şekilde sağlanabilir.

Böyle bir rejimin toplumsal refah için iktisadi değerin nasıl üretileceğini tespit etmeye ihtiyacı vardır.  Zira hiçbir rejim o rejimin sürekliliğini sağlayacak finansal olanaklardan ve bunların kaynaklarından bağımsız düşünülemez.  Zaten Cumhuriyet bu yüzden bunca yıl ayakta kaldı. İktisadi kaynaklarını kendi olanaklarına dayandırdığı zamanlarda güçlendi, dışarıya olan bağımlılığı arttığında ise güçsüzleşti.

Erdoğan’ın inşa ettiği rejimin ise mali kaynakları yurtdışı kaynaklar ve borçlanmadır. Hatta 2028 yılına kadarki iktidarın karşı karşıya kaldığı sıkıntılar günlük hayatımızın bir parçası haline geldi. Ama arzulanan yeni bir rejimin arayışı varsa, bunun finansman kaynaklarının neler olacağının belirlenmesinde ve buna göre bir ekonomik model üzerinde karar kılınmasında yarar olacaktır.

ERDOĞAN’IN İNŞA ETTİĞİ REJİMİN KAYNAKLARI BORÇLANMA

Erdoğan’ın inşa ettiği rejimin ise mali kaynakları yurtdışı kaynaklar ve borçlanmadır. Hatta 2028 yılına kadarki iktidarın karşı karşıya kaldığı sıkıntılar günlük hayatımızın bir parçası haline geldi. Ama arzulanan yeni bir rejimin arayışı varsa, bunun finansman kaynaklarının neler olacağının belirlenmesinde ve buna göre bir ekonomik model üzerinde karar kılınmasında yarar olacaktır.

Yeni Türkiye’nin mali kaynaklarının yine ülke kaynakları olması zaruridir.

Zaten ortaya çıkan yeni dünya koşullarında bundan başka bir yol da yoktur. Bugün çok büyük hacimlere ulaşmış olan hizmet-ticaret-ve-inşaat gibi faaliyetlerin ihracattan elde edilen dövizlerle finanse edilmesi güçleşmiştir. Elbette makul düzeyde borçlanma gereklidir. Ama yapılması gereken, bu sektörlerin kaynak kullanımında etkinliğin ve verimin arttırılmasıdır. Ayrıca bu sektörleri döviz geliri tüketen değil, sanayi faaliyetlerle birlikte döviz geliri kazanabilecek niteliğe kavuşturmaktır.

İktisaden bugün karşı karşıya kaldığımız mali kısıtlar, şu anda geçerli olan ve katılımcılığı ret eden “tek adam” rejiminin sürdürülebilirliğini azaltmaktadır. Bu koşullarda böyle bir sistemin topluma refahtan daha çok iktisadi maliyet yüklemesi mümkündür.

Türkiye ekonomisinin vatandaşlarına daha fazla refah üretecek bir iktisadi dönüşümü yaratacak yeni, demokratik ve “çoğulcu” bir rejime ihtiyaç vardır. Yeni dönüşümün rotası budur. Bu rotadan herhangi bir sapma, ekonomide kaybedilen refah ve ödenmesi gereken maliyetler olarak karşımıza çıkacaktır.

Siyasi alandaki arayışlarımız isimlerden ziyade, ülkeye refah temin edecek bir rejimin temel nitelikleri üzerinde uzlaşı arayışıdır.

 

Öner Günçavdı, Prof. Dr. İTÜ Öğretim Üyesi 

Öner Günçavdı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir