Süper Kupa süper ırkçılık

Süper Kupa süper ırkçılık

Bu ülkede öteki olanların en kolay anladıkları şey nedir biliyor musunuz: Hangi kılığa girerse girsin faşizm! Peki bu ülkede ağzına kadar dolu olduğu için en çabuk dökülen şey nedir: Faşizm. Her yerde her zaman kolayca ulaşılabilir. Her zaman en kullanışlı malzemedir. Her zaman işe yarar. Toplum mühendisliği için daha uygunu yoktur. Hükümet de kullanır, muhalefet de sağcı da kullanır kimi solcu da siyasal İslamcı da kullanır, laik geçinen de. 

 

Normal, son derece normal bir maç. Sıradan bir maç, herhangi bir maç.

Şaibeli sonuçların alındığı, bahis dünyasında uçuşan paraların ucunun dokunduğu takımların da olduğu, sıradan bir takımın “birileri öyle istediği için” şampiyon olduğu, buna kimsenin itiraz etmeye cesaret edemediği, mafya – siyaset – cemaat – tarikat ilişkilerinin ve çoğu illegalite ile anılan tartışmalı figürlerinin boy gösterdiği sıradan bir lig.

Hakemlerin gözünün ortasına “çakıldığı”, bazı takımlara ve taraftarlarına serbestçe saldırılabildiği, ırkçılığın cezasız kalmak bir yana ödüllendirildiği bir lig. Federasyon başkanının reis adını duyduğunda korkusundan titrediği “özerk” bir lig.

Bu ligi şampiyon bitiren takım ile daha önceki federasyon başkanlarından birine şaibeli kredi verildiği iddialarının tam ortasında yer alan bir bankanın adını taşıyan kupayı kazanan takım, Süper Kupa için karşı karşıya gelecekler. Öte yandan tam da bu sıralarda Takımlardan birinin eski teknik direktörlerinden biri şaibeli para trafiğinin ortasında yer aldığı iddiaları sonrası memleketi terk edip komşuya transfer olmuştur.

Arayışa giriliyor; her şeyin, her değerin satılık olduğu zamanın ruhuna uygun olarak ihaleye çıkılıyor. Daha önce bu ülkede adam doğratmış bir prensin ülkesi de ihaleyi kazanıyor.

Aynı prensin ülkesi ile daha önce Suriye gibi ülkelerde “kanlı savaş” tezgahında beraber iş yapmışızdır – emperyalizm ile ortak. O prens ile birlikte uygulanan ortak politikalar nedeni ile milyonlarca Suriyeli’nin ülkemize gelmesine neden olmuşuzdur.

İşte bu ülke ihaleyi kazanıyor. Bizimkiler kulübü, yöneticisi, federasyon başkanı ile seviniyorlar bugüne kadar uygulanan yanlış transfer politikaları nedeni ile harcanan milyonların oluşturduğu borç dağından bir nebze de olsa kurtulacakları için.

Kendi ülkemizde doğrudan söz söyleyemiyoruz ya. Artık tartışma kültürü kalmadı, hükümet komiserleri var ve bunlar keyfi tutuklamalar yapabiliyor ya. İşte  bu nedenle meseleleri doğrudan tartışmak yerine artık “banttan” oynuyoruz ve / veya psikolojik projeksiyon yapıyoruz.

Ama şunu hesaplamıyorlar: Maçın oynanacağı ülke yıllardır belli alanlardaki şampiyonalarda dünya devleri ile muhatap oluyor ve bir organizasyonun nasıl yapılacağı konusunda artık tecrübe sahibi.

Bu nedenle FIFA’nın müdahil olacağı bir süreç başlıyor ve kurallar devreye giriyor.

Ama finali oynayacak takımların ülkesinde ekoller, fikirler, ideolojiler yıllardır mücadele halinde ve bu mücadele hayatın her alanına sirayet etmiş durumda. Doğal olarak maçın Suudi Arabistan’da oynanacağı duyulur duyulmaz yansıtma (projeksiyon) da başlıyor.

Kendi ülkemizde doğrudan söz söyleyemiyoruz ya. Artık tartışma kültürü kalmadı, hükümet komiserleri var ve bunlar keyfi tutuklamalar yapabiliyor ya. İşte  bu nedenle meseleleri doğrudan tartışmak yerine artık “banttan” oynuyoruz ve / veya psikolojik projeksiyon yapıyoruz.

Suç bizim, suçlu biziz ama yansıtma en kolay kaçış yolu. Kurban kim? Suudiler. Bu meselede en az suçu olanlar yani.

Adamlar açıkça “ne istemediklerini” söylemişler. Açık olmakta bir anormallik var mı? Yok. Zorlama var mı? Yok. Suudilerin suçu ne?

Yansıtmayı biraz daha açalım mı, belki utanırız. Kendi suçumuza yeni suç (ırkçılık) ekleyerek başkalarını suçluyoruz. Bu kadar.

Takımlar bizim, final bizim, kupa bizim, federasyon bizim, hakemler bizim, seyirci bizim, götüren uçaklar bizim, canlı yayın bizim, tartışma bizim, kavga bizim ama suç Suudilerin.

Daha da ötesi Arapların.

Yakın bir dostumun tam da bugünlerdeki histeriyi tarif eden şu satırlarına bakın:

Dün akşam iş çıkışı tramvaydayım, yeni yıl öncesi hayli kalabalık. Çocuğuyla yan yana oturan bir kadına ayaktaki kadın çıkıştı: “Çocuğunu kucağına alsana!”

Kadın söyleneni anlamadı, soran gözlerle Arapça bir şeyler söyledi.

Kısa bir sessizlik ve ardından mırıldanmalar başladı.

“Allahın Arabı otursun ben ayakta gideyim tabii”

“Ben 10 saat çalışayım Araplar paşalar gibi gezsin”

“Abi biz zor biniyoruz tramvaya, Araplar baş köşede oturuyor”

“Rahatlar tabi, nasılsa her şey onlara bedava”

Irkçılık köşe başında nöbet bekliyor sanki. Ne sorun varsa hep “öteki” yüzünden.

Yoksul musun, geçinemiyor musun… Kürtler yüzünden!

Sokakta şiddet mi var… Afganlar!

İşsiz mi kaldın… Suriyeliler!

Hele Araplar… Onlar nankör, pis!

Kürt, Yunan, Arap… Onlar olmasa memlekette isyan çıkar maazallah. Neyse ki ırkçılık her derde deva.

Olan yine bize, sporumuza, etik değerlere olmaktadır ama olsun. Önemli olan günü kurtarmak. Gün üzerinden Mart seçimlerini kurtarmak. Gerisi? Allah kerim.

Irkçılık Bu günlerde yine kuru çöl ikliminden bile nem kaptı ve şahlanışa geçti. Suudi Arabistan’da kriz yaratan Süper Kupa finali, taraflardan önce ‘Arapları’ vurdu. Ülkenin dört bir yanından ırkçılık hezeyanları yükselmeye başladı: ‘Kahpe Araplara Türk’ün tokadı!’

Yüzyıllardır bu ülkede yaşayan, kamuoyunun yakından tanıdığı Araplar da yaşıyor Türkiye’de. Sorsanız sözleri “o Araplara” değil, “çöl bedevilerine.” Yalanın büyüğü de bu. Kendisini aydın görenler, solda görenlerden bir kesim de bu söylemlere katılıyor.

Bu ülkede öteki olanların en kolay anladıkları şey nedir biliyor musunuz: Hangi kılığa girerse girsin faşizm! Peki bu ülkede ağzına kadar dolu olduğu için en çabuk dökülen şey nedir: Faşizm. Her yerde her zaman kolayca ulaşılabilir. Her zaman en kullanışlı malzemedir. Her zaman işe yarar. Toplum mühendisliği için daha uygunu yoktur. Hükümet de kullanır, muhalefet de, sağcı da kullanır kimi solcu da, siyasal İslamcı da kullanır, laik geçinen de.

Olan yine bize, sporumuza, etik değerlere olmaktadır ama olsun. Önemli olan günü kurtarmak. Gün üzerinden Mart seçimlerini kurtarmak. Gerisi? Allah kerim.

Geleceğe olan borçlar her seferinde artıyor. Bir gün kapımıza dayandığında felaketi yaşayacağız, iş işten geçmiş olacak. O gün bunları anlatmanın faydası olmayacak, bugünden anlatmak lazım. Dinleyen var mı?

 

Musa Özuğurlu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir