-Müfredat ve- protokollerle arka bahçeye çevrilen eğitim

-Müfredat ve- protokollerle arka bahçeye çevrilen eğitim

Eğitim, önce müfredatın bilimsellikten uzaklaştırılması, sonra sayısı yüzde 1 olan ama ideolojik etkisi yüzden 1’den çok fazla protokollerle iktidarın arka bahçesi yapılıyor. Türkiye’de eğitim gerçeği budur. Bunu itiraz etmek ise, bizi demokratlıktan uzaklaştırmaz.

Bütçenin Meclis’teki maratonu sürüyor. Daha önce bütçenin Plan ve Bütçe Komisyonu aşamasında bazı kurumların artan bütçeleri ve bu kurumların devlet ve iktidar için ideolojik anlamlarını tartışmaya çalışmıştım.

Bu kez Meclis maratonu sürecinde Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığı açıklama ve sonrası tartışmalar ilgili yazacağım.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, bakanlığının bütçesi ile ilgili yaptığı konuşmada kimi kurumlarla imzalanan protokollerin gündeme gelmesi üzerine; “Milli Eğitim Bakanlığı’nın şu anda 2709 protokolü var. Bunlardan 1167 tanesi resmi kurumlarla, 550 tanesi STK’larla (…) 986 tanesi TEMA, Kızılay gibi STK’lar. (Toplam 2703 ediyor. MA)

Bunların içinde sizin tarikat, cemaat dediğiniz bizim STK dediğimiz yapılarla toplasanız 10 tane protokol var. Ben bu protokollerden dolayı bize destek onlar teşekkür ederim. Onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Siz bunun için rahatsızsınız. (DEM Parti sıralarını göstererek) Bu örgütler sizin dağa çıkarmasını engel olduğu için çatlıyorsunuz. Çocuklarım dağa çıkmaması için bu protokollere devam edeceğim.

Bakan özetle, bu protokollerin amacının, “çocukların dağa çıkmasını engellemek” olarak açıklıyor. Yani onlara siyasi bir anlam yüklüyor.

Bununla birlikte protokollerin Türkiye genelinde uygulandığını düşündüğünüzde, tüm Türkiye’den lise ve ortaokul çağında çocukların dağa çıkma ihtimalini de kabul etmiş oluyoruz. Ki bu gerçek değil.

2010’ların başından itibaren siyasi iktidar toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürmek, tektipleştirmek ve kendi kültürel kimliğini ve dini yorumunu biricikleştirerek tüm topluma empoze ediyor. Ve eğitim burada en güçlü ideolojik aygıt. Bu protokoller de, bu sürecin bir parçası.

YENEROĞLU’NUN YANILGISI

Bakanın bu açıklamalarına gerek Meclis’ten gerekse kamuoyundan gelen tepkiler üzere DEVA Partisi Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, sosyal medya hesabından yayınladığı mesajlarla bakana ve protokol yapılan STK’lara sahip çıktı.

Yeneroğlu’nun açıklamasından uzun bir alıntı yapacağım: “Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir çok icraatını eleştiriyoruz. Eğitim politikalarının ülkemizde başlı başına bir başarısızlık hikâyesi olduğu ortada. Başta demokrasi kültürünün gelişimi ve sürdürülebilir kalkınma için herkesin erişebildiği yaygın ve nitelikli bir eğitimin zorunluluğu tartışmasız. Dolayısıyla en temel meselemiz eğitim.

Demokratik bir perspektiften Sn. Bakan’ın en son eleştirilebileceği konu ise STK’lar ile protokol hususu. MEB’in kurumlarla toplam 2709 protokolü varmış, bunların 1167 tanesi resmi kurumlar, diğeri sivil toplum kuruluşları ile. Sn. Bakan diyor ki bunlar arasında toplasan 10 tanesi tarikat ve cemaatlerle yapılan protokollerdir, yani toplam protokol sayısının yüzde 1’i bile değil.

Bu sözler üzerine ortalık yıkılıyor ki bu durum maalesef Türkiye’nin kadim trajedilerinden birisini ortaya koyuyor. Kendi gibi olmayana bu düzeyde bir tahammülsüzlük, adeta hiç hayat hakkı tanımama ve gayri meşru kabul etme her şeyden önce bir demokrasi zaafıdır. İktidarı farklı yaşam modellerine karşı demokratik olmayan tutumları sebebiyle haklı olarak eleştirirken, muhalefetin bir bölümünün ve özellikle muhalif kamuoyunun benzer zaafları ısrarla ortaya koyması Türkiye demokrasisi için bir çıkmaz sokaktır. İktidarın, özellikle son yıllarda güçlendirdiği otoriter eğilimlere karşı çıkarken, benzer ideolojik tutumlar içinden çıkamamak ve kendin için istediğini başkası için reddetmek, sonuçta vatandaşı iki otoriter eğilim arasında tercihe sıkıştırıyor ki bu durum kimliklerin nüfus sayımı ötesine geçmiyor.

Muhalefetin önemli bir bölümünün toplumsal gerçeklik olan tarikat ve cemaatlere histerik yaklaşımı, demokratik çoğulculuğun da reddi manasına geliyor ki bu aslında demokrasinin ideolojik paranteze alınmasıdır. Böyle bir yaklaşım içinde olanların topluma iktidardan farklı daha az otoriter bir model sunmuş olmuyorlar.

Yeneroğlu, daha sonra bu açıklamasına gelen tepkilere de cevap verdi.

Keşke bu tartışma Yeneroğlu’nın ifade ettiği gibi, eğitimin sadece eğitim olduğu bir ülkede yapabilseydik.

Yapamıyoruz çünkü eğitim iktidar için toplumu dönüştürmekte -tıpkı medya ve diyanet gibi- en güçlü ideolojik aygıtı.

2010’ların başından itibaren siyasi iktidar toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürerek, tektipleştirerek ve kendi kültürel kimliğini ve dini yorumunu biricikleştirerek tüm topluma empoze ediyor. Ve eğitim burada en güçlü ideolojik aygıt.

Bu protokoller de, bu sürecin bir parçası.

Demokratik kamuoyunun temel tepkisi de bunadır.

Nitekim Milli Eğitim Bakanlığı’nın imzaladığı protokollerde hedef, eğitimin bilimsel hale gelmesi, öğrencilerin dünya ile rekabet etmesi için değil. Pek çoğu tam tersi amaca hizmet ediyor.

Bu açıdan Bakan’ın da, Yeneroğlu’nun da cevap vermedikleri konu; kendi ifadeleriyle sayısal olarak yüzde 1’i bulmayan -laik kesimin tarikat, cemaat; iktidarın STK dediği- bu kurumlarla imzalanan protokollerin içerik ve kapsamıdır.

Yani bu az sayıdaki protokoller; neyi kapsıyor, nasıl uygulanıyor ve kaç öğrenciyi etkiliyor?

Bu açıdan cevap verilmesi gereken konu; ifade edildiği gibi sayı olarak az ama ideolojik etkisi hayli yoğun bu STK’ların öğrenciler üzerinde dönüştürücü gücünün ne olduğudur.

Bakanın bu konuda gelen eleştirilere vereceği cevap, sayılar değil, protokollerin içerik, nitelik, kapsam ve uygulama sahasıdır.

Osmanlı’dan bu yana devlet ve iktidar için STK’lar devletin toplumu yönetmekte eksik kaldığı, ulaşamadığı alanlarda devletin yapması gerekenleri üstlenen, toplumu yönetmeyi kolaylaştıran “sivil” yapılardır. Bugün iktidara yakın tüm STK’ların ana işlevleri budur. Yani iktidarın toplumu yönetmesine yardımcı olmak.

STK MI, GONGO MU?

Bu açıdan tartışmanın nesnesi, bu STK’ların tarikat, cemaat yapıları olup olmaması değildir.

Burada tartıştığımız konu, bunların devlet ve iktidar için ideolojik olarak ifade ettiği anlamdır. Ki protokollerin içeriği de doğrudan bununla ilgilidir.

Şu gerçeği unutmayalım: Osmanlı’dan bu yana devlet ve iktidar için STK’lar devletin toplumu yönetmekte eksik kaldığı, ulaşamadığı alanlarda devletin yapması gerekenleri üstlenen, toplumu yönetmeyi kolaylaştıran “sivil” yapılardır.

Bugün iktidara yakın tüm STK’ların ana işlevleri budur. Yani iktidarın toplumu yönetmesine yardımcı olmak.

Son yıllarda sayıları, ekonomik güçleri ve etki alanları büyüyen STK’ların ana işlevi, iktidarın ulaşamadığı sivil alanlarda ideolojik taşıyıcılık, yönetmeyi kolaylaştırmaktır. Bu açıdan iktidarın STK olarak tanımladığı kurumlar evrensel ölçüde sivil toplum kuruluşlarından çok GONGO olabilirler.

Nitekim son tartışmada örnek verildiği gibi, yakın geçmişte iktidarın kurduğu cemaatsel ortaklıklar ve yaşananları göz önüne aldığımız da, benzer bir ortaklığın kurulduğu bu yapılarla ilişkinin, gelecekte neler yapabileceğini, nasıl sonuçlara yol açacağını bilmiyoruz.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın dinsel cemaatlerin temsilcisi olan kurumlarla yaptığı protokollerin amacının  eğitimim kalitesini yükseltmek olmadığı açık. Bu protokollerin tek amacı eğitimde bilimsellik değil dinselliğin arttırılması olduğu açıktır.

İtiraf edelim eğitim, önce müfredatın bilimsellikten uzaklaştırılması, sonra sayısı yüzde 1 olan ama ideolojik etkisi yüzden 1’den çok fazla protokollerle iktidarın arka bahçesi yapılıyor.

Türkiye’de eğitim gerçeği budur.

Bunu itiraz etmek ise, bizi demokratlıktan uzaklaştırmaz.

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir