AKP’nin Erdoğan’a baskısı sonuç verecek mi?

AKP’nin Erdoğan’a baskısı sonuç verecek mi?

Erdoğan’ın Özel’le yaptığı görüşmeden harekette Türkiye normalleşiyor okuması  fazlasıyla iyimserdir. Hatta cezaevinde hukuki değil siyasi kararlarla tutuklu olanların tahliyesi de benzer bir iyimserlik üretir. Eğer Türkiye normalleşecekse bunun yolu siyasal sistemin değişmesi, yönetimdeki kurumsal keyfiliğin sona ermesinden geçer. 

Erdoğan ile Özel’in Saray’da değil AKP Genel Merkezi’nde buluşması; Erdoğan’ın toplantıya bir anlamda Cumhurbaşkanı kimliği ile katılmasının doğal bir yansıması “boş koltuk” üzerinden tartışıldı.

Boş koltuk tartışması, buluşmanın magazinel boyutu olarak algılansa da; Erdoğan’ın kendi tabanına vermek istediği “güçlü Erdoğan” algısı açısından anlamlıdır.

Normal demokratik ülkelerde sıradan olabilecek iki liderin görüşülmesinin bu kadar abartılması bile içinde bulunduğumuz koşulların “anormal” olduğunu söylüyor. Ki Erdoğan konuşmasında artık “yumuşama” mesajı vermek durumunda kaldı.

Diğer yandan bu buluşmanın AKP’de, iktidar blokundan algı ve anlamı ne olursa olsun; başta CHP olmak üzere muhalefet kanadından anlamlı okunmasının yapılması tarihi öneme sahiptir.

Çünkü muhalefetin başarısı, bu anlamlı okumadan geçer.

Öncelikle iki tespitle başlayalım.

İlki Erdoğan’ı parçası olduğu iktidar bloku ile AKP’yi ayrı kurumsal yapılar olarak okumalıyız.

İkincisi ise 31 Mart’ta CHP ve muhalefetin başarısını doğru analiz etmeliyiz.

Erdoğan’ın şu anda siyaset içindeki en güçlü konumu temsili Cumhur İttifakı lideri olarak Cumhurbaşkanlığıdır. Ve buradaki rolü güçlü olsa da MHP/devlet blokuna bağımlıdır. Bu bağlılık, siyasi bağlılık kadar ideolojik teslimiyeti de ifade etmektedir. Bu açıdan Erdoğan ile ilişkilerde bağımsız, iktidar blokunu kurumsal temsil noktasında bağımlıdır.

İKTİDAR BLOKU VE AKP

Erdoğan hukuki olarak halen AKP Genel Başkanı’dır.

Bu AKP’nin hukuki olarak siyasi parti ama işleyiş olarak şirkete dönüşmüş olmasını ortaya çıkarmıştır.

Ve seçimde kaybeden AKP’dir.

AKP’li hiçbir adayın kendi kimliği, fotoğrafı hatta İzmir örneğinde olduğu gibi parti logosu kullanma konusundan gösterilen imtinaya karşı kalan her yerde fiili olarak aday bir anlamda Erdoğan olmuştur.

Adaylar hep Erdoğan’ın gölgesinde kalmıştır.

Ancak seçim sonucunda kaybeden Erdoğan değil AKP olmuştur.

Bunun AKP’de siyaset yapanlar tarafından hissedildiği ve partinin yeniden “parti” kimliği ile öne çıkarma çabaları bunu göstermektedir. Hatta bunun için Erdoğan’ı Özel’le görüşmeye ikna ettikleri, kimi siyasi tutukluların hukuki değil “siyasi tasarruf”la tahliye edilmeleri yönünde telkin vermeleri de buna işaret etmektedir.

Bu açıdan Erdoğan-Özel görüşmesi, 31 Mart sonuçlarının AKP tarafından okunması ve Erdoğan’ın siyaseten yumuşamaya ikna edilmesinin bir sonucudur.

Burada bütün mesele Erdoğan’ın bu süreçte nereye kadar gidebileceğiyle ilgilidir.

Çünkü Erdoğan’ın şu anda siyaset içindeki en güçlü konumu temsili Cumhur İttifakı lideri olarak Cumhurbaşkanlığıdır. Ve buradaki rolü güçlü olsa da MHP/devlet blokuna bağımlıdır.

Bu bağlılık, siyasi bağlılık kadar ideolojik teslimiyeti de ifade etmektedir.

Bu açıdan Erdoğan ile ilişkilerde bağımsız, iktidar blokunu kurumsal temsil noktasında bağımlıdır.

Ve mevcut yönetim sisteminden dolayı bu bağımlılıktan kurtulması da kolay görülmemektedir. Ki bunu MHP lideri Bahçeli’nin kimi anlardaki çıkışlarının Erdoğan üzerindeki etkisinde görüyoruz. Bu açıdan kendisinin de bu ortaklıktan ne kadar kopmak isteyeceği büyük bir soru işaretidir.

Bu noktada Erdoğan’ın siyasi tavrında dönüştürücü etki, AKP’nin parti olarak baskısından çok, CHP başta olmak üzere muhalefetin siyasete güçlü biçimde sahip çıkması, kazanılan belediyelerdeki iyi uygulamaların toplumsal etkisiyle olacaktır.

Erdoğan da bir bütün olarak iktidar bloku da 31 Mart öncesi hayal ettikleri anayasayı bu iklimde hayata geçirmeleri mümkün değil. Hele 31 Mart’tan sonra yapılacak anayasa iktidar blokunun değil ancak muhalefet blokunun kazanımlarının olabileceği bir değişiklik olursa mümkün olabilir.

Bu aşamada mevcut sistem değişmese bile yargı ve yasamanın güçlendirilmesi konusunda kamuoyunda oluşacak baskı Erdoğan’ın –yukardaki soru saklı kalmak koşuluyla- iktidar blokuna karşı elini güçlendirebilir.

Sonuç olarak merkezi hükümetin halkı yoksullaştırması karşısında yerel yönetimlerin halkın ekonomik alan başta olmak üzere hayatlarını kolaylaştırması yönünde atacakları adım CHP’nin elini güçlendireceği kadar AKP’yi küçülttüğü ölçüde, partinin Erdoğan’a baskısını arttırabilir.

Siyasi alanın devletten topluma kaydırılması, devletin zayıflatılması değil tam tersine devletçiliğin yarattığı rant üzerinden meşruiyet sağlayan siyasallaşmanın son ermesi, toplumsal taleplerin kamusal alanda çözülmesi ve devletin toplum adına siyaset tarafından denetlenmesi ve kurumsal keyfiliğin son bulmasıdır. 

CHP’NİN FARKINDA OLMASI GEREKEN GERÇEK

Yukarıda analiz etmeye çalıştığım tablo esas olarak toplumu, toplumsal talepleri temsil eden siyasetin güçlendirilmesinin devlete eklenmiş partinin de daha fazla küçülmek istemiyorsa mecburen devletten uzaklaşma çabasında olabileceğini anlatıyor.

Siyasi alanın devletten topluma kaydırılması, devletin zayıflatılması değil tam tersine devletçiliğin yarattığı rant üzerinden meşruiyet sağlayan siyasallaşmanın son ermesi ve toplumsal taleplerin kamusal alanda çözülmesi ve devletin toplum adına siyaset tarafından denetlenmesi ve kurumsal keyfiliğin son bulmasıdır.

AKP’li siyasi elitlerin bunu ne kadar yapabileceklerini zaman gösterecek ama son görüşme dahil olmak üzere bu yönde bir çaba var.

Bu çaba, yazının başında da ifade etmeye çalıştığım gibi 31 Mart seçim sonuçlarının siyasete yansımasıdır.

Düşünün ki, Erdoğan 18 yıl sonra CHP’yi ziyaret edeceğini açıklamıştır. Bu evet önemlidir ama tek başına yeterli değildir.

Burada CHP’ye düşen en önemli sorumluluk parti içi uyumu koruyarak yerelde kazanılan başarıyı güçlendirerek korumak ve her koşulda farklı toplumsal talepleri siyasete taşımak olmalıdır.

Son olarak şunu da ekleyelim; Erdoğan’ın Özel’le yaptığı görüşmeden harekette Türkiye normalleşiyor okuması  fazlasıyla iyimserdir. Hatta cezaevinde hukuki değil siyasi kararlarla tutuklu olanların tahliyesi de benzer bir iyimserlik üretir. Eğer Türkiye normalleşecekse bunun yolu siyasal sistemin değişmesi, yönetimdeki kurumsal keyfiliğin sona ermesinden geçer.

 

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir