50+1: Tartışmanın kodlarını doğru okumak

50+1: Tartışmanın kodlarını doğru okumak

Türkiye bugün iktidar bloku içinde adı konulmayan bir kriz yaşanırken; toplumsal düzlemde ekonomik kriz başta olmak üzere onu da içeren, ortak toplumsal değerlerin aşınması problemiyle karşı karşıyadır.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya dönüşü yeninden gündeme getirdiği cumhurbaşkanının seçilmesi için gerekli olan “Yüzde 50+1” zorunluluğunun fazla bulmasıyla ilgili önerisi, Cumhur İttifakı’ndaki ortağı Bahçeli tarafından reddedildi. Hem de sert biçimde.

Grup toplantısında Bahçeli, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin (CHS) Türkiye için vazgeçilmez olduğunu; yüzde 50+1’in de, bu yönetim sisteminin teminatı, temel direği olduğunu mealen ifade etti.

Bahçeli’nin konu ile çıkışı görünürde bu tartışmanın kapandığını düşündürüyor olsa da bu, Cumhur İttifakı içinde sürekli gündemde olacak farklı konularda siyasi pazarlığın “aracı” olmaya devam edecek ve zaman zaman gündeme gelecektir.

1990’LARDAN 2018’E

İnsanın aklına şu soru gelmiyor değil: Cumhurbaşkanlığı seçiminin üzerinden henüz 6 ay geçmişken, yeni seçime daha 4,5 yıl varken Erdoğan, bu konuyu neden gündeme getiriyor?

Kuşkusuz bu açıklamaların siyasi hedefleri vardır ve bunu yakın zamanda göreceğiz. Ki bu çıkışın yeni anayasa tartışması ile doğrudan bağlantısı olduğu da açıktır.

Erdoğan’ın siyasi hedeflerinden bağımsız olarak açık olan şey, bu tartışmadaki keyfiliktir. Yani bu tartışmayı hiçbir toplumsal talep, hiçbir hukuki dayanak ve gerekçe olmadan salt keyfi biçimde gündeme geliyor. O yüzden bu aşamada seçilme oranlarının konuşmanın da bir anlamı yok.

Diğer yandan bu tartışmanın keyfiliği kadar, 1990’lar ve 2000’lerden farklı olması da başka önemli bir noktadır.

1990’lar ve 2000’lerde seçimlerle ilgili tartışma çoğunlukla, “temsilde adalet, yönetimde istikrar” ilkesi etrafında olur ve yüzde 10’luk seçim barajının yüksekliği dile getirilirdi.

Yapılan seçimlerde devletin önceliği daima yönetimde istikrar olmuş ve bu öncelenmiş, temsilde adalet daima ikincil bir mesele olarak görülmüştür. Nitekim 1950 sonrası yapılan ve seçim barajının uygulandığı seçimlerde ortalama olarak her seçimde yüzde 7-15 arasında oy Meclis’te temsil edilmemiş ve parlamento dışında kalmıştır.

Uygulanan bu politikanın temel nedeni devletin, “iki yasaklı çocuğu” olan Kürtlerin ve muhafazakârların, Meclis dışında bırakma hedefi olmuş ve bunda 1990’ların başına kadar da başarılı da olunmuştur.

1990’lardan itibaren hem muhafazakâr siyaset hem de Kürt siyasi hareketi Meclis’te temsil edilmeye başlamışlardır.

28 Şubat, bizatihi devletin, 1994 genel seçimlerinde birinci çıkan partinin iktidar ömrünün kısaltılması sürecidir.

Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi olan CHS, baştan aşağı sorunludur. Bu sistemle, AKP ve MHP üzerinden devleti güçlendirmekte; yürütme üzerinden yasama ve yargıyı işlevsizleştirmekte; böylece denge ve denetleme sistemi yok edilmiştir.

“KİM/LER”İN DEĞİL “NASIL YÖNETTİĞİ” ÖNEMLİYMİŞ

2018’de hayata geçen Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi olan CHS ile seçimde öncelik “yönetimde istikrar” oldu.

Bu sistemde seçim barajının yüzde 7’ye düşülmesi ile “temsilde adalet” sağlandığı iddia edilse de; Meclis’in, yani yasamanın yürütmeye bağlanmış olduğu gerçeğini göz önüne alındığında bu ilkenin, yani temsilde adaletin, vitrin değişikliği olmaktan ileri gitmediği açıkça görülmektedir.

Bu açıdan Türk Tipi Alaturka Başkanlık Sistemi olan CHS, baştan aşağı sorunludur. Bu sistemle,  AKP ve MHP üzerinden devleti güçlendirmekte; yürütme üzerinden yasama ve yargı işlevsizleştirmekte; böylece denge ve denetleme sistemi yok edilmiştir.

Son günlerde “yargı krizi” olarak karşımıza çıkan de facto durum, esas olarak devlet içinde bir güç paylaşımı krizidir.

Daha önceki yazılarımın birinde; devletin kendi ideolojik özünü, yani otoriter tonunu korumak karşılığında, Erdoğan/AKP’nin 2011’den itibaren yürüttüğü “toplumsal mühendislik projesi”nden çok rahatsız olmadığını yazmıştım.

Erdoğan’ın açıklamaları bu halden rahatsız olduğunu gösteriyor. Dahası Erdoğan’ın rahatsızlığı esas olarak, ülkenin içinde olduğu ekonomik krizin yarattığı sorunlardır. AKP’den çıkan ideolojik farklılaşma sesleri Erdoğan’ı henüz etkilemiş görünmemektedir. Dahası Erdoğan temelde iktidarını korumak için daha fazla rant yaratmaya ihtiyacı var ve bunu ancak devlet gücü ile yapabileceğini biliyor.

O yüzden yukarıda ifade ettiğim gibi, 50+1 tartışması kapanmış görünse de, iki parti arasındaki gerilim ya da esas olarak Erdoğan-devlet gerilimi önümüzdeki dönemde bazı krizlerle tekrar gündem gelmesi kaçınılmazdır.

TOPLUM ZİHNEN BÖLÜNÜYOR

Türkiye bugün iktidar bloku içinde adı konulmayan bir kriz yaşanırken; toplumsal düzlemde ekonomik kriz başta olmak üzere onu da içeren, ortak toplumsal değerlerin aşınması problemiyle karşı karşıyadır.

İktidar blokunun siyaset yapma tarzı, ülkede yarattığı siyasal kutuplaşma ile birlikte, zihni bölünmenin yolunu açmıştır. Yeni sistem kendini korumak için ne yaparsa yapsın, bu haliyle toplum diğer yarısı üzerinde rıza üretmeyi başaramayacaktır. Yeni sitem her hali ile kriz üretmeye devam edecek ve bu da toplumu bir arada tutan fay hatlarını harekete geçirecektir. Ki siyasi iktidar, bu fay hatlarındaki enerjiyi söylemleri ile sürekli arttırmaktadır.

İktidar ve toplumsal düzlemde yaşanan krizler, devleti ve iktidarı topluma karşı koruyan kabuğu daha güçlendirecek ama o kabuğu içten içe zayıflamasını önleyemeyecektir.

Murat Aksoy

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir