Bir eski zaman efendisi: Nahid Sırrı Örik ve eserleri üzerine (1)

Bir eski zaman efendisi: Nahid Sırrı Örik ve eserleri üzerine (1)

Nahid Sırrı’yı geniş kitlelere tanıtan eserleri arasında özellikle iki kıymetli romanı dikkat çekiyor: Sultan Hamid Düşerken ve Kıskanmak. Ancak Eve Düşen Yıldırım ve Tersine Giden Yol isminde iki romanı daha var. Sağlığında birkaç öykü kaleme alan Örik, üç tiyatro oyunu yazıp neşretti (Sönmeyen Ateş, Muharrir, Oyuncular) ve üç de seyahat notları kitabı yazdı. Teorik alanda da roman ve öykünün kuramsal yapısı üzerinde kafa yoran Örik ayrıca iyi bir mütercim olarak da biliniyor.

Türk edebiyatında geçmişin tozlu rafları ve gazetelerin tefrika sayfaları arasında kalan, ancak son yıllarda eserleri yeniden yayınlanan bazı nitelikli yazarlar var ki, bu isimlerin yayıncısı olup okurla yeniden buluşmalarına vesile olan yayınevlerine bir okur olarak şükranlarımı sunuyorum bu gayretleri için. Mümtaz Turhan Tan, Mükerrem Kamil Su, Kenan Hulusi Koray gibi isimler bu meyanda ilk aklıma gelen hikâye, roman ve oyun yazarları. 

Bu isimlerin ortak özelliği, Osmanlı’nın son döneminde dünyaya gelip eser vermeye başlamış, Cumhuriyet’in ilk döneminde asıl eserlerini kaleme almış olmaları ve elbette bir yönüyle eskiyi bir yönüyle yeniyi temsil eden “geçiş kimlikleri” olmaları. Ancak genç kuşağın yeni yeni keşfettiği bu tür isimler arasında bir tanesi diğerlerinden bir adım öne çıkıyor: Nahid Sırrı Örik.

Bilhassa Sultan Hamid Düşerken ve Kıskanmak gibi iki kalburüstü ve dikkat çekici romanıyla Türk edebiyatına katkı sunan Nahid Sırrı’nın hayatına ve bazı eserlerine bu yazıda biraz daha yakından bakmak istiyorum.

Nahid Sırrı, Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı isimli bir eser hazırlayan Mehmet Behçet Yazar’ı muhatap 5 Şubat 1938 tarihli “terceme-i hal” mektubunda; baba tarafının Okili [Arnavut kökenli olsa gerektir] olduğunu, anne tarafının ise Rusya’dan iltica ve ihtida ettiğini [muhtemelen Slav asıllı olup sonradan Müslüman olmuştur], kendi mektep tahsili orta dereceyi geçmese de zamanın münevver bir muhitinde doğup büyüdüğünü, edebiyat ve tarih okumayı pek sevdiğini kaydeder.

OSMANLI’DAN CUMHURİYET’E UZANAN BİR ÖMÜR

1894’te İstanbul’da bir “paşa konağında” dünyaya gelen Nahid Sırrı’nın annesi de babası da devlet hizmetinde yıllarını geçirmiş bürokrat ve kumandanların çocuklarıdır. Doğduğu ev bilinen anlamda dört başı mamur bir paşa konağı olmasa da, sonraki yıllarda hem eserlerinde kullanacağı ağdalı dil hem eski döneme olan derin muhabbeti hem de aile kökenlerine vurgu itibariyle bu hafif tahkir edici söylemle sıkça karşılaşacaktır. Bu söylemde biraz da kendisinin “cumhuriyet değerleriyle” uyum sağlayamayan “eski kafalı” biri olduğu iması baskındır.

Nahid Sırrı, Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı isimli bir eser hazırlayan Mehmet Behçet Yazar’ı muhatap 5 Şubat 1938 tarihli “terceme-i hal” mektubunda; baba tarafının Okili[Arnavut kökenli olsa gerektir] olduğunu, anne tarafının ise Rusya’dan iltica ve ihtida ettiğini [muhtemelen Slav asıllı olup sonradan Müslüman olmuştur], kendi mektep tahsili orta dereceyi geçmese de zamanın münevver bir muhitinde doğup büyüdüğünü, edebiyat ve tarih okumayı pek sevdiğini kaydeder.

Babasının memuriyeti münasebetiyle gençliğinin önemli bir kısmı Berlin, Viyana, Roma, Paris gibi Avrupa şehirlerinde geçti. Aynı mektupta Nahid Sırrı, bir süredir Ankara’da olduğunu ancak “maatteessüf memleketini istediği kadar gezip göremediğini” belirtir. Yine de mamafih Karadeniz ve Marmara sahillerini gördüğünü belirtir ki kanaatimce edebiyatımızdaki en ilgi çekici romanlar arasında yer alan Kıskanmak, hemen bütünüyle Zonguldak’ta sahil şeridindeki orta sınıftan mühendis ve ticaret erbabı bir cemiyet arasında geçer. 

Yine kendi ifadesiyle 1928’de matbuat hayatına ve Cağaloğlu ortamlarına ilk olarak Cumhuriyet gazetesiyle girdiğini kaydeder ve “bu hayatı terk etmek mecburiyetinde kaldığıma müteessifim” diyerek durumunu esefle anar. Zira sadece matbuat hayatını terk etmemiş, aynı zamanda çok sevdiği İstanbul’dan da ayrılarak 1930’da Ankara’ya taşınmış, daha doğrusu matbuat hayatında istediğini bulamayarak taşınmaya mecbur bulunmuş ve Milli Eğitim Bakanlığı (Maarif Vekâleti) bünyesinde “bir ufak memurluk”la yetinmek durumunda kalmıştır. Vakıa Nahid Sırrı, muvakkaten gittiğini düşünmüş olacağı Ankara’da, Talim ve Terbiye Dairesi mütercimliğinde 15 yıl vazife görecek, ardından 1945’te İstanbul’a dönecek ve hayatının geri kalan kısmını (yani 1960 yılında hayatını kaybedene kadar 15 yıl daha) İstanbul’da yazı yazmak ve çeviriler yapmak suretiyle geçirecektir. 

Yaşar Nabi (Nayır) ile birlikte 1933 yılında Varlık dergisini beraber kurdu. Ancak Yaşar Nabi ile arası kısa sürede bozulacak ve bir yıl sonra bu birliktelik sona erecekse de,yazıları 1936’ya kadar bu dergide yayınlanır. Gerek bu dönemdeki dostlarının Örik’e dair yazdıkları gerekse edebiyat tarihçilerinin onunla ilgili değerlendirmeleri, umumiyetle dikkate alınmayan (daha doğrusu dikkate değer bulunmayan), kendisiyle dostluk kurulmaya ehemmiyet atfedilmeyen, silik bir karakter portresi çizer. 

NAHİD SIRRI’NIN BAZI KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ VE ÇEVRESİ

Nahid Sırrı’nın Ankara’da memuriyet haricinde fikir ve yazı hayatıyla da ilişkisi oldu, Yaşar Nabi (Nayır) ile birlikte 1933 yılında (sonradan çokça meşhur olacak) Varlık dergisini beraber kurdu. Ancak Yaşar Nabi ile arası kısa sürede bozulacak ve bir yıl sonra bu birliktelik sona erecekse de, yazıları 1936’ya kadar bu dergide yayınlanır. Her iki yazarı da tanıyan ortak dostları, Nahid Sırrı’nın daha serbest fikirli, “avare”, dikkatsiz olduğunu ve Yaşar Nabi ile yüzde yüz tezat teşkil edecek karakter özelliklerine sahip bulunduklarını nakleder. Ancak bu ayrılık ve sonrasındaki gelişmeler Nahid Sırrı’nın maddi ve manevi açıdan boşluğa düşmesine neden olur. 

Gerek bu dönemdeki dostlarının Örik’e dair yazdıkları gerekse edebiyat tarihçilerinin onunla ilgili değerlendirmeleri, umumiyetle dikkate alınmayan (daha doğrusu dikkate değer bulunmayan), Osmanlıcası bol ve yapmacıklı konuşmasıyla kendisini tatlı tatlı dinleten, herkesi çekiştiren ve yermekten hoşlanan, kendisiyle dostluk kurulmaya ehemmiyet atfedilmeyen, silik bir karakter portresi çizer. 

Nahid Sırrı’nın bu karakter özellikleri çevresini de sınırlı bir çerçeveye hapsetmiş, arkasında umumiyetle haz edilmeyen ve görmezden gelinen bir profil bırakmıştır. Pek çok dikkatli araştırmacının da fark edeceği üzere; dönemin gazete ve dergilerinde yazıları yayınlanmamış, yayınlanmaya değer bulunanları çeşitli naz niyaz ve yüz dökmelerle kabul ettirebilmiş, yaşadığı yıllarda ve kendisini tanıyanların edebiyat tarihi ve derleme eserlerinde çağdaşı diğer yazarlara gösterilen saygı ondan esirgenmiş ve genellikle görmezden gelinmiş, yok sayılmış bir yazardır Nahid Sırrı.

Ancak tüm bu görmezden gelmelere tahkir ve tezyif dolu muamelelere cevabını iki nefis romanla verecek ve kendisine edebiyat derlemelerinde yer bile vermeyenlere inat, yazıldıktan neredeyse bir asır sonra bile ilgiyle okunacak iki büyük roman bırakacaktır ardında.

Selim İleri ve nispeten Hilmi Yavuz dışında, önde gelen edebiyat araştırmacılarının da dikkatini celbedebilmiş değildir. Ta ki son yıllara kadar… Son birkaç yılda Nahid Sırrı’nın edebiyat okurlarınca adeta yeniden keşfedildiğini görmek mümkündür. Nitekim bu ilginç durum, Kitap-lık dergisinin Ocak-Şubat 2020 sayısında kapak dosyasını teşkil edecek şekilde ve pek yerinde olarak “Bir Bâsübâdelmevt Vakası: 60. Ölüm Yıldönümünde Nahid Sırrı Örik” dosya adıyla ifade edilmişti.

NAHİD SIRRI’DAN GERİYE KALAN

Bu durumun ortaya çıkmasında kendi karakter özelliklerinin ve tanıdıklarınca dahi “itici ve yapmacık” bulunmasının tesiri şüphesiz büyüktür. Nitekim ölümünden sonra da bu görmezden gelme hali devam etmiş, Selim İleri ve nispeten Hilmi Yavuz dışında, önde gelen edebiyat araştırmacılarının da dikkatini celbedebilmiş değildir. Ta ki son yıllara kadar… Son birkaç yılda Nahid Sırrı’nın edebiyat okurlarınca adeta yeniden keşfedildiğini görmek mümkündür. Nitekim bu ilginç durum, Kitap-lık dergisinin Ocak-Şubat 2020 sayısında kapak dosyasını teşkil edecek şekilde ve pek yerinde olarak “Bir Bâsübâdelmevt Vakası: 60. Ölüm Yıldönümünde Nahid Sırrı Örik” dosya adıyla ifade edilmişti.

Benzer şekilde son yıllarda Nahid Sırrı’ya ilişkin akademik çalışmalarda da belirgin bir artış ve yeniden keşfetme hali göze çarpar. Türkiye’deki akademik kurumlarda yapılan yüksek lisans ve doktora çalışmalarını taradığımda, biri doktora tezi olmak üzere toplam dokuz lisansüstü tez çalışması bulunduğunu tespit ettim. Çoğunlukla Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde yapılan ve edebiyat perspektifiyle ele alınan bu tezlerde Nahid Sırrı’nın eserlerinde kadın algısı, kötülük teması, kadın erkek karakterleri, narsisist entrikalar, öykülerindeki yapı ve tema gibi unsurlar bu araştırmaların ana omurgasını teşkil ediyor. Yalnız 1996 tarihli bir yüksek lisans tezinde daha genel bir çerçevede hayatı, edebi şahsiyeti ve eserlerinin ele alındığını gözlemledim. Söz konusu tezlerin yayın tarihleri sırasıyla 1996, 2001, 2006, 2009, 2017, 2019, 2019, 2020 ve 2021. Bu da aslında, daha önce sınırlı bir çerçevede ve teknik düzeyde tanınan yazarın, son birkaç yıldır daha geniş bir ilgiye mazhar olduğunu gösteriyor.

Nahid Sırrı’yı geniş kitlelere tanıtan eserleri arasında özellikle iki kıymetli romanı dikkat çekiyor: Sultan Hamid Düşerken ve Kıskanmak. Ancak Eve Düşen Yıldırım ve Tersine Giden Yol isminde iki romanı daha var. Sağlığında birkaç öykü kaleme alan Örik, üç tiyatro oyunu yazıp neşretti (Sönmeyen Ateş, Muharrir, Oyuncular) ve üç de seyahat notları kitabı yazdı. Teorik alanda da roman ve öykünün kuramsal yapısı üzerinde kafa yoran Örik ayrıca iyi bir mütercim olarak da biliniyor. Aralarında Anatole France, Voltaire, Pierre Loti, Balzac (Goriot Baba ve Bilinmeyen Şaheser), Albert Sorel (7 ciltlik Avrupa ve Fransız İhtilali) gibi isimlerin eserlerinin de aralarında bulunduğu 15 kadar eseri Batı dillerinden Türkçeye kazandırdı.

***

Bir sonraki yazıda, Nahid Sırrı’nın iki önemli romanı üzerinde duracağım ve bilhassa Sultan Hamid Düşerken üzerine bazı gözlemlerimi yazacağım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir