Mahalle Meclisleri arkeolojik kalıntı mı, yerel katılımcılık deneyimi mi?

Mahalle Meclisleri arkeolojik kalıntı mı, yerel katılımcılık deneyimi mi?

90’larda “İstanbul’un kalburüstü mahallesi” denebilecek sanatçılar ve yazarlar semti Cihangir’den başlayıp dalga dalga Refah Partili belediyelerin yönettiği semtlere yayılan Mahalle Meclisleri acaba yerel bir katılımcılık deneyimi miydi? Yoksa kritik bir konjonktürde rıza gösterilen bir uygulama mıydı? Peki günümüzde “Beyoğlu’nun arka yüzü”nde hala sürüyor olmaları neyin göstergesi? Paternalist bir yönetim anlayışının mı?

Tophane semtinden geçerken Beyoğlu Belediyesi’nin her hafta düzenlediği “mahalle meclisi” toplantılarının afişini görünce aklıma hep “yukarı” mahallede, Cihangir’de, semtlilerin sahip çıkarak kurtardıkları parkta düzenlenen toplantılar geliyor. Belediye beyaz örtülü masalar taşıyor, semt halkı da masada oturan başkan ve yardımcılarının karşısında oturuyor. Toplantıyı semt derneği başkanı açıyor, hoş geldiniz konuşması yapıyor ve modere ediyor.

Biliyorum, “mahalle meclisleri” gibi bir konudan söz edince elbette ki Cihangir’dekinden öncesi de var. Örneğin 1 Mayıs Mahallesi’nde 80’ler öncesi gerçekleştirilen “halk meclisleri” gibi. Ancak bunlar daha çok sol örgütlerin girişimleriyle gerçekleşen toplantılar.  “Cihangir Mahalle Meclisi” belki de İstanbul’da bir belediye başkanın (ve yardımcılarının) da katıldığı, sivil girişim tarafından organize edilen, bildiğim “çok taraflı” sayılabilecek ilk örnek (*).

Bu ilk deneyimin konjonktürle ilgili bir özelliği var. 94 seçimlerinde Refah Partisi bir sol parti gibi “Adil Düzen” sloganlı bir kampanya yürütüyor. Seçimleri kazandıktan sonra özellikle şehrin Beyoğlu tarafında daha çok seçkinlerin, sanatçıların katıldığı platformlar oluşuyor. Onlar yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu düşünerek platformlar oluşturuyorlar, bir araya geliyorlar ve çeşitli etkinlikler düzenliyorlar.  Buna karşılık Refah Partili belediye, bu hassas dönemde, bir tehdit oluşturmadığını adeta ispatlamak istercesine bu platformlarla ilişki kuruyor. Özellikle yazar, sanatçı gibi kendisine muhalif olan insanlarla iletişim kanallarını açık tutmaya çalışıyor. Semt derneklerini ziyaret ediyor, belediye başkanlarının bizzat katıldığı toplantılar düzenliyor. O tarihlerde Refah Partili belediye başkanları için Cihangir gibi semtlerde yaşayan seçkinlerle iletişim kurmasının tahmin edileceği gibi dayanılmaz bir cazibesi var. “Hoşgörü” ve “farklılıklarla birlikte yaşam” gibi kullandıkları sloganları uygulamalı olarak göstermek için. Kimi zaman büyük otellerin salonlarında, kimi zaman semtin açık alanlarında, parklarında halka açık toplantılar düzenleniyor.

Ancak bu mahalle meclisi toplantıları ilginç bir şekilde Beyoğlu’ndan dalga dalga İstanbul’un diğer Refah Partili belediyelerine doğru yayılıyor. Kağıthane Belediyesi bu konuda öncülük ediyor. Belediye başkanı mahalle meclislerini toplamak için kendi danışmanlarını görevlendiriyor, Cihangir’e gönderiyor. Fatih, Eminönü, Eyüp, Pendik belediyeleri de onu izliyor. 30 yıl önce bu deneyim şehrin seçkinlerinin yaşadığı bir mahalleden başlayarak nispeten yoksul semtlerine doğru uzanıyor.

Bu toplantılar hala sürdüğüne ve neredeyse üzerinden otuz yıl geçtiğine göre “bu yerel katılımcılık deneyimi tutmuş” diyebilirsiniz  Hatta belki “hayret ediyorum, ülkede merkeziyetçilik bu süreçte bu kadar güçlenirken nasıl olmuş da bu mahalle meclisleri hala varlıklarını koruyorlar” diye düşünebilirsiniz. Ama…

Beyoğlu’nda afişte de gördüğünüz gibi günümüzde haftalık “mahalle meclisleri” toplantıları hala sürüyor.  STK’ların yerel yönetimlerle başlattığı bu toplantılar hala sürdüğüne ve neredeyse üzerinden otuz yıl geçtiğine göre “bu yerel katılımcılık deneyimi tutmuş” diyebilirsiniz.  Hatta belki “hayret ediyorum, ülkede merkeziyetçilik bu süreçte bu kadar güçlenirken nasıl olmuş da bu mahalle meclisleri hala varlıklarını koruyorlar” diye merak içinde olabilirsiniz. Hem de ilk başladıkları yerde, Beyoğlu’nun seçkinler mahallesi Cihangir’de değil. Beyoğlu’nun arka yüzünde, yoksul mahallelerinde. Örneğin Kulaksız’da, Hacımimi’de, Kasımpaşa’da yüzlerce mahallede hala bu uygulama sürüyor. Üstelik de başkanların, ilgili belediye bürokratlarının katılımı ile. Yani göstermelik değil, bayağı işe yarıyorlar, taleplerin iletilmesinde. Ama dediğim gibi, ilk başladıkları yerde, Cihangir’de mahalle meclislerinden eser yok.

Olsa belki şaşırtıcı olur.

Mahalle meclisleri demokratik bir yerel yönetim fikrinin mi bir sonucuydu? Belki STK’lar için öyle olabilir. Ama kuruldukları 90’lı yıllarda Refah Partisi için hiç öyle olduklarını zannetmiyorum. Zaten Beyoğlu’nda, Fatih’te 2000’li yılların ortalarından itibaren inisiyatif bağımsız kişilerden daha çok belediye ile yakınlık kurmak isteyen Beyoğlu’ndaki turizmcilerin, AVM’cilerin ellerine geçiyor. Böylece imtiyazlar elde etmeyi amaçlayan yatırımcıların arayüzlerine dönüşüyor. Böylece “mahalle meclisleri” de yönetime yakın olan “Beyoğlu’nun arka yüzü” denilen yerlerde sürüyor.

Refah Partisi’nin tıpkı bir sol parti gibi kampanya yürüttüğü ve seçimleri kazandığı tarihlerde dediğim gibi mahalle meclislerinin, platformlar aracılığıyla seçkinlerle iletişim kurmanın dayanılmaz bir cazibesi var, bu kritik süreçte. Sivil toplumun, sesi çıkanların basın ile birlikte hareket ettiklerini görüyorlar. Özellikle Taksim’deki projeler, cami tartışmaları, İstiklal’de yapılan gösterilerden, Conta Eylemi, kermesler, sokak partileri, sinema gösterimleri gibi kitlesel hareketlerden çekiniyorlar.  Sonrasında bir ihtiyaç kalmıyor.  O tarihlerde iktidarın kendisine oy veren insanları mobilize etmek için değil, vermeyenleri ikna etmek için kullandığı bir yöntem, Mahalle Meclisleri. Esnafın, emekçilerin, çalışanların zaten meclislere falan ihtiyaçları, katılım toplantıları ile kaybedecekleri zamanları da yok.

Ancak STK’ların amaçladıkları gibi olamıyor. Arka planda başka bir kaygı olduğu yönetimin her halinden belli oluyor. Bir taraftan belediye başkanı Cihangir seçkinlerinin yüzüne gülerken arkalarından esnafa, yoksul halka onların “işi gücü olmadığı için sürekli şikayet eden tuzu kurular” olduklarını söylüyor.

Şöyle bir geçmişine bakarsanız, tam da 1996 yılında İstanbul’da düzenlenen BM Habitat Konferansı öncesinde, hazırlıklar sürerken STK’lar olarak başlatılan bu “mahalle meclisleri” dönemin Refah Partili belediye başkanları tarafından benimseniyor. Birçoğu bu deneyim ile hatta siyasal kariyer bile yapıyorlar. Beyoğlu’nda, Kağıthane’de, Eyüp’te , Pendik’te mahalle mahalle benimsenerek uygulanıyormuş gibi oluyor. Özellikle sonra bakanlık, büyükşehir falan gibi yüksek mevkilere de gelen bazı belediye başkanları bu toplantılara bizzat katılıyorlar, belediye bürokratları ile.

Yerelleşmeci bir yapı oluşturulmak yerine yalnızca talepleri dinleyen, dikey ilişkiler hakim oluyor. “Mahalle meclisleri” de resmi bir işlev kazanıyor, bu gelişen bu yeni paternalist sistemin bir ögesi haline geliyor. Yardımların dağıtılmasında, sorunların çözülmesinde ve sosyal hizmetlerin yerine getirilmesinde kalıcı bir işlev kazanıyor.

“Mahalle meclisleri” günümüzde arkeolojik bir kalıntı mı? Yoksa hala yaşayan bir demokratik yerel katılım deneyimi mi?

Bugün yerel yönetimlerin bu yapıların neden köklü bir siyasal reformun unsurları halini alamadığını anlamak için bu süreci yeniden değerlendirmekte yarar olabilir. Çünkü “nereden buraya geldik” diye kendimize sorduğumuzda inisiyatifin el değiştirdiği görülüyor. Belirleyici olanın görünürdeki siyaset kurumlarının değil, onun dışında yer alan ve merkeziyetçi asimetrik ilişkileri yeniden üreten, yereli askıya alan devlet sınıflarının ve imtiyaz sahibi çıkar gruplarının oluşturduğu koalisyonların oldukları görülüyor.

Ancak baştaki soru zannedersem hala geçerli: “Mahalle meclisleri” günümüzde arkeolojik bir kalıntı mı? Yoksa hala yaşayan bir demokratik yerel katılım deneyimi mi? Yoksa bambaşka bir şey mi? Mahalle meclisleri hala var mı?  Evet, var. Yaklaşık otuz yıldır süren bir katılım uygulamasının tutmadığı söylenemez. Ancak çeşitli semtlerde yüzlercesini izlemiş bir kişi olarak hiç şüphem yok ki, ikisi de değil.  Bugün sivil toplumun katılımı için hala varmış gibi gözüken kurumlar, yapılar çoğu zaman paternalist ilişkilerin askıya aldığı bir yerelliğin tipik göstergeleri…

  • Bu işin bir de evveliyatı var: Doktor, yazar, tarihçi Akillas Millas’ı Atina’da ziyaret ettiğimde bana 1870’lerden kalma Büyükada İhtiyar Heyeti karar defterlerini göstermişti. İlk belediye Beyoğlu ile birlikte 1857’de Büyükada’da kuruluyor. Orada hangi kararların alındığı, kimin bütçeye ne kadar katkı yaptığı (vergi diyelim) bu heyetin kayıtlarında hepsi açık olarak yer alıyor. O tarihlerde mahalle meclisi biraz da apartman yönetimi gibi bir şey olmalı. Kararlar, toplanan paralar, harcamalar her şey halkın gözünün önünde. Savaştan sonra belediyeler merkezi yönetimin bir şubesi halini aldığında şeffaflık ortadan kalkıyor.
Korhan Gümüş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir