Soykırımcı demokrasiler

Soykırımcı demokrasiler

Nasıl olur da Batılı ülkeler ve “uluslararası toplum” bölgedeki “tek demokrasi” olan İsrail’i katliamdan vazgeçmeye ikna edemiyor? Aslında İsrail gibi, kendi egemenlik alanı içerisindeki Yahudilere kapılarını ardına kadar açıp onlara hukukla muamele ederken diğer etnik gruplara karanlık yüzünü gösteren ve bir katliam aygıtı gibi davranan demokrasilere Michall Mann “Genocidal Democracy” (Soykırımcı Demokrasi) adını veriyor.

İsrail, Gazze’de yapılanın ne olduğunu ve bunun uluslararası hukuktaki karşılığını gayet iyi bilen bir uluslararası toplumun gözü önünde katliamına tam gaz devam ediyor. Bunun elbette yakın vadede birtakım sonuçları olacak. Bunların başında, hak ve hukukun “nesnel”liğini yitirip tamamen “sübjektif” bir alan haline gelerek, adamına göre muamelenin küresel bir hukuk nosyonuna dönüşmesi geliyor. Bu, yıllardır bölgede biteviye devam eden kısır fenomenin giderek egemen hale gelmesi ve yeni sorunların, yeni belaların bitmek tükenmek bilmez bir şekilde döngüselleşmesi demek. Yeni IŞİD’ler, yeni el Kaideler belki de yeni 11 Eylüller demek.

Nasıl olur da Batılı ülkeler ve “uluslararası toplum” bölgedeki “tek demokrasi” olan İsrail’i katliamdan vazgeçmeye ikna edemiyor? Bu nasıl bir demokrasi ki uluslararası hukukun mekanizmalarını düzenleyen aygıtlar, İsrail karşısında eli kolu bağlı, çaresiz. Aslında İsrail gibi, kendi egemenlik alanı içerisindeki Yahudilere kapılarını ardına kadar açıp onlara hukukla muamele ederken diğer etnik gruplara karanlık yüzünü gösteren ve bir katliam aygıtı gibi davranan demokrasilere Michall Mann “Genocidal Democracy” (Soykırımcı Demokrasi) adını veriyor.

Buna göre liberal zannedilen bazı devletler gerçekte ikili bir yapıya sahiptir. Bir taraftan ülke içerisinde oldukça hoşgörülü, insani değerlere önem verir görünürler (ve belki de içerde gerçekten böyledirler) ama öte yandan yeri geldiğinde korkunç suçlara imza atarlar. Bu “liberal” devletler; maddi ve ulusal çıkarları, gelecekleri söz konusu olduğunda gözleri hiçbir şeyi görmez ve karanlık yanlarını göstermekten çekinmezler. Mann’a göre ABD ve Avustralya’da yönetimlerin 18. yy.’dan beri işlediği suçlar, dünyanın şimdiye kadar görmüş olabileceği en başarılı etnik temizliğiydi. Bu katliamlar “yerleşimci demokrasi”ler tarafından önce fiilen, sonra da hukuken gerçekleştirilmekteydi. Nitekim Thomas Jefferson şöyle diyordu: “Eğer herhangi bir kabileye karşı baltayı kaldırmak zorunda kalırsak, o kabile yok edilene ya da Mississippi’nin ötesine sürülene kadar baltayı elimizden bırakmayacağız. Savaşta onlar bazılarımızı öldürebilir ama biz hepsini yok edeceğiz.” Bunları söyleyen Jefferson; ABD’nin en liberal, barış yanlısı, hümanist başkanlardan biriydi. Dini özgürlük ve hoşgörüden yana tavrıyla ön plana çıkan bir isimdi. Bağımsızlık Bildirgesi taslağında köle ticaretini kınayan Jefferson, 1807’de dışarıdan köle getirilmesini yasaklayan yasayı imzalamıştı.

Sadece insanlar katledildiği için değil aynı zamanda hakikat de katledilmeye çalışıldığı için Gazze’ye sahip çıkmalı ve Filistin’in yanında durmalıyız. Kendini insan hisseden ve insani değerlere önem veren herkesin yanı, Filistin’dir.

NEDEN FİLİSTİN’İN YANINDA DURMALIYIZ?

Demokrasiler, ilk olarak aslında ezilen işçi sınıfının haklarıyla burjuvazi sınıfı arasında bir denge hali olarak ortaya çıktı ve sınıf siyaseti, daha sürdürülebilir bir ülke için biraz daha yumuşatılmak zorunda kalındı. Proleteryaya daha hoşgörülü davranmak yeterli değildi, farklı ülkelerde halklar etnik ve dini farklılıklara tahammül eden çoğulcu bir yönetim tarzı da talep ettiler. Ancak sorun şuydu ki kendilerini ifade edemeyen ve halka içkin görülmeyen etnik gruplar, bu hoşgörü ve çoğulcu yapının etki alanı dışında kaldıklarından demokrasinin nimetlerinden faydalanamadılar. Dolayısıyla da demokrasiler mutlak anlamda demokratik olamadı, daha çok etnokrasi oldular. İşin bir başka tarafı ise, 19 yy.’da bazı halklar, geri kalmış halklara medeniyet götürdüklerini iddia eden üstünlükçü emperyal uluslara karşı temel demokratik haklarını savunan proleter bir ulus olarak görülüyordu. Nitekim Filistin halkı da bu anlamda ezilen bir halktır.

***

Mevzu aslında sadece bir ya da birkaç ülkenin uluslararası hukuku hiçe sayması, keyfi davranmasının ötesinde bir durum. Bu keyfilikleri geçmişte küresel aktörlerin dünyanın farklı coğrafyalarındaki işgal, istila ve darbe girişimlerinde yaşadık, yapıldığına tanık olduk. Gazze’deki mesele, bunun da ötesinde; internet ve sosyal medyanın yaşananları an be an aktardığı bir ortamda, dünyanın sistematik katliamı göz ardı etmesinde yatıyor. Baudillard’ın Simülakrlar ve Simülasyon’da belirttiği gibi, sanal olanın hakikatin yerini alması değil yaşanan; hakikatin bizatihi kendisinin göz ardı edilmesi. Hakikat, İsrail’in yaptıklarını göz ardı etme, ona suç işleme imtiyazı vermede olağanüstü bir çaba sarf eden yöneticilerin ülkelerinde hakikat savunucularına dönüşerek, sanal ve hayali olanın hakikate galebe çalamayacağını haykırıyor. Yüzbinler sokaklara dökülerek, suçu üzerinden atmak için sosyal medyadaki yalanlarını Siyonist entitetinin yüzüne çarparak, post-truthın asla hakikatin yerini alamayacağını, hakikatin bu kadar ucuz olmadığını gözler önüne seriyor.

Kısacası sadece insanlar katledildiği için değil aynı zamanda hakikat de katledilmeye çalışıldığı için Gazze’ye sahip çıkmalı ve Filistin’in yanında durmalıyız. Kendini insan hisseden ve insani değerlere önem veren herkesin yanı, Filistin’dir.

İslam Özkan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir