Ruhani ve Reisi dönemi İran’ında çatışma ve müzakere stratejileri

Ruhani ve Reisi dönemi İran’ında çatışma ve müzakere stratejileri

Tahran, mevcut izolasyonu sadece diplomatik hamlelerle değil aynı zamanda halk desteğini arkasına alarak aşabilir. Bu nedenle özgürlükler ve insan hakları alanında adımlar atması, Tahran yönetiminin geleceği açısından stratejik bir öneme haizdir.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin bir helikopter kazasıyla vefatı, birçok soru işaretini geride bırakarak aramızdan ayrılırken Reisi sonrası süreçle ilgili olarak da birçok belirsizliğin gündeme gelmesine yol açtı. Reisi sonrası süreçte İran siyasetini neler bekliyor? Reisi’nin yerine geçecek ya da bir sonraki seçimde seçilecek olan şahıslar İran siyasetini yeniden şekillendirecek mi? Yeni bir sürece girilecekse bu nasıl olacak? Reisi’nin vefatı, mevcut politik sistemin daha radikal bir noktaya savrulmasını beraberinde getirir mi?

Öncelikle Reisi’nin neyi temsil ettiğine ve başkanlığı döneminde nasıl bir dış politika yürüttüğüne bakmak lazım. Reisi’nin başkanlık yaptığı dönem İran’ın birçok jeopolitik tehditle karşı karşıya kaldığı, meydan okumaların İslam Cumhuriyeti’ne sıkıntılar yaşattığı, baş edilmesi güç en zorlu dönemlerinden biriydi. Gerçi İran, Devrimden sonra ne zaman meydan okumalar, jeopolitik tehditlerle karşılaşmadı, bu da başka bir konu.

Reisi’nin Cumhurbaşkanlığı dönemi, İran için çeşitli jeopolitik, diplomatik ve uluslararası tehditler ve meydan okumalarla dolu bir dönem olarak öne çıktı. Bu dönemde İran, hem bölgesel hem de küresel düzeyde stratejik konumunu koruma ve güçlendirme çabası içinde birçok zorlukla karşı karşıya kaldı. Reisi yönetimi, bu zorlukları aşmak ve söz konusu meydan okumalarla baş edebilmek için çeşitli stratejiler geliştirmek durumunda kaldı.

Hamas’ın Gazzede düzenlediği 7 Ekim saldırısını doğrudan İranla bağlantılandırmasak da dolaylı olarak bir ilinti kurmak mümkündür. İran, bu tehditler ve meydan okumalarla başa çıkmak için Çin ve Rusya ile stratejik ortaklıklar geliştirmiştir. Bu ilişkiler, İran’ın Batı’nın baskısına karşı denge oluşturma çabalarının bir parçası olmuştur.  

JEOPOLİTİK TEHDİTLER VE MEYDAN OKUMALAR
Reisi döneminde İran’ın karşılaştığı en büyük jeopolitik tehditlerden biri, bölgedeki güvenlik sorunları oldu. Ahmedinecad’ın son dönemlerde döneminde patlak veren ve İran dış politikasında radikal bir değişime yol açan Arap Baharı, bölgesel kaos ve ayaklanmaların yaşandığı süreçte politik sistemin militarizasyonu ile sonuçlanmıştır. Suriye iç savaşında İran’ın aktif rolü, bu ülkenin İsrail ve ABD ile olan gerilimlerini artırırken ülke içinde de Devrim Muhafızları’nın eskisinden çok daha aktif bir konuma gelmesine neden oldu.

Bir başka husus ise İsrail’le ilgili. İran’ın Suriye’deki askeri varlığı, İsrail tarafından sürekli bir tehdit olarak algılanmış ve bu durum, iki ülke arasında sık sık çatışmalara yol açtı. Aynı şekilde, Yemen’de Ensarullah hareketine verilen destek, İran’ı Suudi Arabistan ve BAE ile dolaylı bir çatışma içine soktu. ABD’nin Irak’ı kontrol etme çabası ve İran’la Irak toprakları üzerinde yaşanan rekabet ise ABD ile yaşadığı gerilimin tırmanmasına ve İran yönetiminin daha da sertleşmesine neden oldu. Tüm bu süreçler Reisi’den önce gelişen olaylar olmakla birlikte büyük ölçüde onun döneminde de etkisini sürdürmüş, Reisi bütün bu problemlerle baş etmek zorunda kalmıştır.

İran’ın İsrail ile yaşadığı gerilimler, askeri ve güvenlik tehditlerinin yanı sıra siber saldırılarla da kendini gösterdi. İsrail ve İran arasında karşılıklı siber saldırılar, savaşı başka bir boyuta taşırken İran’ın güvenlik stratejilerini yeniden gözden geçirmesini sebep oldu. Reisi hükümeti, nükleer anlaşma ile ilgili ciddi diplomatik sorunlarla karşı karşıya kalırken ABD’nin 2018’de Trump döneminde anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi ve ardından İran’ın anlaşma kapsamındaki taahhütlerini azaltması, müzakerelerin duraksamasına yol açmıştır. Reisi döneminde, ABD ve İran arasındaki güven eksikliği, anlaşmanın yeniden canlandırılmasını zorlaştırmıştır. Bu süreçte uluslararası toplumun baskıları da artmış ve İran, nükleer programı üzerindeki denetimlerin azalması nedeniyle eleştirilerin hedefi olmuştur. Reisi’nin Cumhurbaşkanı olmasından önceki süreçlerde zaten ABD ve müttefiklerinin uyguladığı ekonomik yaptırımlar, İran ekonomisini ciddi şekilde etkileyerek diplomatik alanda hareket kabiliyetini sınırlamıştı.

Bir başka başlık ise iç ayaklanmalardı. İran’da protestoların güç yoluyla bastırılmasının da dış politikada etkileri olurken çoğu Batı orijinli İnsan Hakları Kuruluşunun eleştirilerine yol açtı için eşzamanlı bir takım diplomatik gerilimlere de neden oldu. Öte yandan İran’ın özellikle petrol ihracatını hedef alan ve uluslararası ticaretini kısıtlayan ekonomik ambargolar, İran ekonomisini tabiri caizse felç etti. İran topraklarında büyük enerji kaynakları bulunan, ihracatının büyük bir bölümü enerjiden oluşan İran’ın GSYİH’a bakmak yeterlidir. Nitekim son dönemde yaşadığı büyük sıkıntılara, cari açık başta olmak üzere bir çok kronik soruna rağmen petrol ve enerji fakiri ülke Türkiye’nin GSYİH’si neredeyse İran’ın iki katıdır.

Bölgesel ittifaklar ve rekabet de İran için önemli bir meydan okuma olmuştur. Suudi Arabistan ve bazı Körfez ülkeleri ile olan rekabet, Yemen ve Lübnan gibi çeşitli çatışma bölgelerinde dolaylı savaşlara dönüşmüştür. İran’ın bölgedeki etkisini dengelemeye yönelik stratejik bir tehdit olarak İsrail-Körfez yakınlaşması, belki de daha sonrasında bu sürece yanıt olarak daha radikal adımların atılması düşüncesini doğurmuş olabilir. Hamas’ın Gazze’de düzenlediği 7 Ekim saldırısını doğrudan İran’la bağlantılandırmasak da dolaylı olarak bir ilinti kurmak mümkündür. İran, bu tehditler ve meydan okumalarla başa çıkmak için Çin ve Rusya ile stratejik ortaklıklar geliştirmiştir. Bu ilişkiler, İran’ın Batı’nın baskısına karşı denge oluşturma çabalarının bir parçası olmuştur. Ancak, bu ortaklıklar da İran’ın uluslararası politikadaki bağımsızlığını sınırlandırma potansiyeline sahiptir. 

Reisi hükümeti için diplomasinin karşı karşıya olduğu en önemli meselelerden biri de nükleer müzakereler ve uluslararası yaptırımlarla ilgili diplomatik çabaların yanı sıra Suudi Arabistan ile kopan ilişkilerin yeniden inşasıydı. İran, Ruhani hükümeti döneminde bir süredir Irak ve Umman’ın arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile görüşmelere başlamış ancak bir sonuca ulaşamamıştı.  

ÇÖZÜM BEKLEYEN DİPLOMATİK MESELELER

Başlangıçta Seyyid İbrahim Reisi’nin dönemindeki genel beklenti, İran’ın izole etme çabalarının artması, çözülmemiş diplomatik meseleler üzerinde daha fazla gerilim yaşayacağı yönündeydi. Ancak, Reisi ve Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın liderliğindeki diplomasi ekibi, gemiyi uluslararası ilişkilerin dalgalı sularında limana ulaştırmaya çalışmıştır.

Ancak bu dengeleme siyasetinin ve Reisi ekibinin yönetim sınırlılıkları üzerinde iyi düşünmek gerekir. Zira, Ayetullah Hamaney’le birlikte Devrim Muhafızlarının sistemi üzerindeki nüfuz ve etkisi çok yüksektir.  Bu nedenle Reisi ya da Ruhani fark etmez, kabul etmek gerekir ki Cumhurbaşkanları ve bakanların önceden belirlenmiş politikalar içerisindeki manevra ve hareket kabiliyetleri sınırlıdır. Bunu baştan söyleyerek okuyucunun İran’da yönetimlerin büyük bir manevra kabiliyeti olduğu yönünde bir yanılsamaya kapılmasın…

Bu uyarının ardından işaret edilmesi gereken önemli bir başka konu, Reisi hükümeti için diplomasinin karşı karşıya olduğu en önemli meselelerden biri de nükleer müzakereler ve uluslararası yaptırımlarla ilgili diplomatik çabaların yanı sıra Suudi Arabistan ile kopan ilişkilerin yeniden inşasıydı. İran, Ruhani hükümeti döneminde bir süredir Irak ve Umman’ın arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile görüşmelere başlamış ancak bir sonuca ulaşamamıştı. Ayrıca, Batı’dan uzaklaşma ve Çin ve Rusya’yla daha fazla yakınlaşma süreci, özellikle ABD ve Batı’nın nükleer anlaşmayı rafa kaldırmasından sonra, İran İslam Cumhuriyeti’nin merkez politikası haline gelmişti. Reisi hükümeti bu politikayı sürdürmeye kararlıydı. Bu nedenle, Reisi hükümetinin üç ana ekseni: bölgesel politika, nükleer müzakereler ve Çin-Rusya ekseni konularında olduğu değerlendirilebilir.

Tahran ile Riyad Arasında küllerinden doğan ilişkiler

Belki de Reisi yönetiminin bölgesel diplomasi sahnesindeki en önemli başarısı, 7 yıl süren kış uykusundan sonra Suudi Arabistan ile ilişkilerin yeniden baharla buluşmasıydı. Aslında bu sürecin temelleri Hasan Ruhani döneminde atılmış, Irak ve Umman’ın arabuluculuğunda Riyad ile anı masanın etrafında buluşulmuştu. Ancak S. Arabistan petrol ihracatında aslan payına sahip Çin’in araya girmesi, müzakerelere ivme kazandırmış ve sürecin bir anlaşmayla taçlanmasını beraberinde getirdi.  Ancak bu anlaşmanın büyük bir umut doğurmasına rağmen meydana getirdiği etki sınırlı kalması nedeniyle beklenen etkiyi henüz yaratamadı. Ancak İran-Suud yakınlaşmasının bütünüyle etkisiz kaldığı da söylenemez. Zira Tahran, Riyad’daki elçilik açarak ilişkilerdeki deformasyonu hızla telafi etmiştir. Bu nedenle sürecin hala devam ettiğini söylemek daha doğru bir yaklaşım olur. Ekonominin ağırlığını koyduğu bir başka ilişki BAE-İran ilişkisiydi.

Son yıllarda BAE ile İran arasında adeta patlama yapan ticaret hacmi 2023 yılında çarpıcı bir şekilde artarak yaklaşık 24 milyar ABD doları seviyesine ulaştı. BAE, İran’ın ikinci en büyük ticaret ortağı haline gelirken, elektronik ürünler, gıda maddeleri ve sanayi makineleri gibi stratejik ürünler bu ticaretin belkemiğini oluşturuyor. Dahası, BAE’nin İran’a telefon ve telefon parçaları ihracatı, iki ülke arasındaki ekonomik bağımlılığın ne kadar derin olduğunu gözler önüne seriyor.

Elbette, Tahran ve Riyad arasındaki ilişkilerin yeniden canlanmasının bazı önkoşulları da vardı; bunlar arasında, 2022’nin başlarında İran’ın BAE ile ilişkilerini yeniden kurması ve Ensarullah hareketi ile Suudi Arabistan arasında geçici bir ateşkes sağlanması da yer alıyordu. BAE ile ilişkilerin yeniden canlanmasının ardından, Abu Dabi bu ülkenin büyükelçisini, ilişkilerin seviyesinin düşürülmesinden altı yıl sonra, Tahran’a tekrar gönderdi. Sadece bununla da kalınmadı, İran Cumhurbaşkanı reisi Muhammed bin Salman, Suudi Arabistan Veliaht Prensi ile Gazze savaşı başladığında bir telekonferans gerçekleştirdi. Ayrıca Gazze savaşının ilk günlerinde İbrahim Reisi, İslam ülkeleri konferansına katılmak için Muhammed bin Salman’ın daveti üzerine Suudi Arabistan’a gitti.

Suudi Arabistan ve İran arasındaki yakınlaşma, Bahreyn ve Mısır gibi diğer bölge ülkeleriyle yeni de iletişim kanalları üretti yeni mecraların oluşmasına katkıda bulundu. ABD’nin ve bazı Batkılı ülkelerin bu yakınlaşmadan, İran ve Suriye gibi ülkelerin içinde bulundukları izolasyonu kırmasına katkı sağladığı için pek hoşnut değillerdi. Gerçi ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken o dönemde yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan ve İran arasında Çin’in de katılımıyla varılan anlaşmayla ilgili olarak, bizim bakış açımıza göre, gerilimi azaltmaya, çatışmayı önlemeye ve İran’ın tehlikeli ya da istikrarı bozucu eylemlerini herhangi bir şekilde engellemeye yardımcı olabilecek her şey iyi bir şeydir” dedi.

Ancak durumun hiç de Blinken’in açıkladığı gibi olmadığını herkes biliyordu. ABD’nin bölgede ılımlı eksen adıyla oluşturduğu kutuplaşmanın onun aleyhine olacak şekilde buharlaşması ve ABD yaptırımlarını boşa çıkardığı için bu durumdan memnuniyet duyması mümkün değildi. Ancak yine de bölgesel düşmanlıkların ortadan kalkmasının bölgesel istikrar hizmet edeceğini belirterek memnunmuş gibi görünmeye çalıştı. Tabiri caizse ABD, dişlerini gıcırdatırken gülümsemeye çalışmaktaydı.

Birçok yorumcular ve uzman, Suudi Arabistan ile İran arasındaki yakınlaşmayı açıkça desteklerken, gerçekte bu anlaşmayı baltalama niyetinde olabileceğini dile getiren yazılar kaleme aldı. Nitekim bir çoğu ABD’nin bölgedeki geleneksel nüfuzunu kaybetme endişesi ve Çin’in artan etkisi karşısında stratejik çıkarlarını koruma çabalarının ABD’nin bu barış sürecine gizli bir şekilde olumsuz yaklaşmasına neden olduğunu ifade etmekten çekinmemiştir. Örneğin, Al Jazeera’nın internet sitesinde yayınlanan bir makalede, ABD’nin Çin’in arabuluculuğu ile sağlanan bu anlaşmadan memnun olmadığını, özellikle de Suudi Arabistan’ın ABD’nin baskı politikalarına uymayı reddetmesi ve Çin’in bölgedeki etkisini artırması nedeniyle rahatsız olduğunu açıklamıştır.[1]  Middle East Eye’de yayımlanan bir analizde ise, ABD’nin yaptırım stratejisinin geri teptiği ve bu durumun Suudi Arabistan ve İran’ın Çin gibi alternatiflere yönelmesine neden olduğu vurgulanıyor, ABD’nin bölgede etkisini kaybetme korkusuyla politikalarını yeniden düşünmesi gerektiği belirtilmiştir.[2]

Dawn’da yayımlanan bir başka yazıda ise, ABD’nin Suudi Arabistan ve İran arasında arabuluculuk yapabilecek tarafsızlıktan yoksun olduğu ve Çin’in bu süreçte başarılı olmasının ABD’nin bölgedeki nüfuzuna ciddi bir darbe vurduğu ifade edilmiştir. Ayrıca, Çin’in Orta Doğu’da artan rolünün, ABD’nin bölgedeki hâkimiyetine meydan okuduğu ve yeni birçok kutuplu dünya düzeninin işaretleri olduğunu ifade etmiştir.[3]

Gazze’ye İsrail’in saldırısı ve bu bölgedeki savaşın başlamasıyla birlikte, İran, Hamas’a desteğini ilan etmiş ve İsrail’in Gazze’ye saldırısını sonlandırmak için baskı uygulamaya çalışmıştır. İran’ın İsrail’in işgaline karşı mücadele eden Hamas’a verdiği bu tam destek, İsrail’in ABD’yi peşi sıra sürükleyerek İran’ı da bölgesel savaşın kucağına çekmeyi düşünmesine neden olmuştur. İsrail işgal yönetiminin Şam’daki İran konsolosluğuna saldırısı ve Kudüs Gücü komutanlarından bazılarının hayatını kaybetmesi, İran’ın İsrail rejimine karşı caydırıcı bir hamle yaparak İsrail’in işgal altındaki topraklardaki hedeflerine füze ve insansız hava aracı saldırıları düzenlemesine yol açtı. Bu durum, bir süreliğine bölgenin, İran ve İsrail arasında doğrudan bir çatışma içerisine gireceği konusunda endişe duymasına neden oldu. Ancak, İran’ın ve Reisi hükümetinin son sekiz aydaki genel diplomasisi, bölgedeki müttefiklerini desteklemek ve tansiyonu artırmamak üzerine kuruluydu. Bu ilke büyük ölçüde başarılı oldu ve İsrail’e baskı yaparken bölgedeki krizi tırmandırma planını boşa çıkardı. 

Amerika ve İran, geçtiğimiz haftalarda birbirlerinin çıkarlarına yönelik saldırılardan kaçınmak ve gerilimi artırmamak için Ummanda dolaylı müzakerelere girdi.[4] Bazı gözlemciler, bu tür müzakerelerin nükleer müzakerelerin yeniden başlatılmasının zeminini oluşturduğunu öne sürdüler. Ancak müzakerelerin odak noktası daha çok, mevcut krizin bölgesel bir çatışmaya dönmemesi üzerineydi.

NÜKLEER MÜZAKERELER VE UMMAR GÖRÜŞMELERİ

ABD’nin 2018’de tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardından, bir yıl sonra İran bu anlaşma kapsamındaki bazı taahhütlerini azaltma kararı aldı. Joe Biden göreve gelmesiyle birlikte, nükleer anlaşmayı yeniden canlandırmayı vaat etti. Ancak, başka sorunların ortaya çıkması özellikle de Rusya’nın Ukrayna’yı işgaliyle meşgul olması ve İsrail’in kışkırtmaları nedeniyle, Hasan Ruhani hükümetinin sonuna kadar herhangi ciddi hareketlilik olmadı. İbrahim Reisi hükümetinin göreve gelmesiyle birlikte, müzakerelerde birkaç aylık bir duraklamanın ardından 14 Ekim 2021’de Ali Bakıri Kani’nin başkanlığındaki nükleer müzakere ekibinde yapılan değişiklikle İran ve AB, Brüksel’de daha fazla müzakere yapılması konusunda anlaştı. [5]

Trump’ın İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesinin ardındaki temel motivasyonlardan birinin İran’da rejim değişikliği olduğu görülebiliyordu. Trump yönetimi, ekonomik yaptırımların İran halkı üzerinde baskı oluşturacağını ve bu baskının rejim değişikliğine yol açabileceğini umuyordu. Ancak bu strateji riskliydi ve İran hükümeti, ABD’yi halkının çektiği sıkıntıların nedeni olarak göstererek, yaptırımların etkisini sınırlamaya çalıştı.[6] Bir başka tahrip edici boyutla ilgili olarak ise Trump’ın anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi, ABD’nin uluslararası sahnedeki güvenilirliğine ciddi zarar verdi. Avrupa Birliği ve diğer P5+1 ülkeleri anlaşmayı korumaya çalıştı, ancak ABD’nin bu adımı müttefikleriyle bağlarına hasar verdi, dostluk köprülerini aşındırdı. Bu durum, gelecekte Kuzey Kore gibi diğer nükleer meselelerde ABD’nin pazarlık gücünü zayıflatırken Çin ile AB’nin daha yakın bir iş birliğine gitmesine yol açtı.[7]

Öte yandan Trump yönetiminin anlaşmadan çekilmesi, Orta Doğu’da nükleer silahlanma yarışını tetikleyebileceği endişelerini artırdı. Eğer İran anlaşmadan tamamen çekilerek nükleer programına ivme kazandırırsa, bu durum İsrail veya ABD’nin askeri müdahalesine yol açabilir ve bölgede istikrarsızlığı daha da derinleştirebilirdi. Anlaşmanın sona ermesi, İran’ın nükleer silah edinme riskini artırırken, bölgedeki diğer ülkelerin de benzer adımlar atmasına neden olabilecek bir süreci tetikleyebilirdi. [8]

Tübii tüm bunlar, biraz AB’nin bitmek bilmeyen iyimser çabaları biraz da İran’ın müzakerelere dönme isteği nedeniyle yaşanmadı. Yedinci tur müzakerelerin başında, tüm taraflar nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılması konusunda iyimserdi. Ancak, İranlı diplomatlar önerilen her şeyin bir taslaktan ibaret olduğunu belirterek İran’ın yeni taslak önerisini sundu. Batılı ülkeler ise İran’ın yeni önerilerini “kabul edilemez” olarak değerlendirdiler ve İran’ın tutumunu değiştirmediği sürece müzakerelerin başarılı olma şansının düşük olduğunu ifade etti. İranlı müzakereciler, bu taslakta, İran’ın nükleer anlaşma kapsamındaki taahhütlerine dönmeden önce, ABD’nin tüm yaptırımları kaldırmasını ve Washington’dan gerekli garantileri almasını talep ettiler. ABD’nin bu talebi reddetmesi üzerine, Avrupa’nın ev sahipliğinde İran’ın nükleer programı konusundaki müzakereler fiilen durdu.

O zamandan beri, Katar ve Umman’ın ev sahipliğinde ve arabuluculuğunda İran ve ABD arasında dolaylı müzakereler devam etmektedir. Bu müzakerelerde, ABD, İran’da tutuklu bulunan Amerikalıların serbest bırakılması karşılığında Güney Kore’de bloke edilen İran parasını serbest bırakmayı taahhüt etti. Bu adım, nükleer müzakerelerde ilerleme ve taraflar arasında daha fazla anlayış sağlanması olarak değerlendirildi. Ancak, Ekim 2023’te Gazze savaşının başlamasının ardından, ABD, Katar’daki bir bankada bloke edilen İran parasının İran tarafından kullanılmasına izin vermedi, bu bahaneyle İran’ın Hamas’ı İsrail ile savaşta desteklediğini iddia etti. Hamas’ın başlattığı 7 Ekim Sürecinden aylar sonra önce İsrail’in Şam konsolosluğunu vurması ve çok sayıda üst düzey İranlı askerin hayatını kaybetmesine yol açan provakatif saldırı ile birlikte krizin daha da büyüyerek bölgesel bir savaşa dönüşmesi beklenirken tam tersi oldu.

Amerika ve İran, geçtiğimiz haftalarda birbirlerinin çıkarlarına yönelik saldırılardan kaçınmak ve gerilimi artırmamak için Umman’da dolaylı müzakerelere girdi.[9] Bazı gözlemciler, bu tür müzakerelerin nükleer müzakerelerin yeniden başlatılmasının zeminini oluşturduğunu öne sürdüler. Ancak müzakerelerin odak noktası daha çok, mevcut krizin bölgesel bir çatışmaya dönmemesi üzerineydi. 

İbrahim Reisi hükümeti, başlangıçtan itibaren Rusya ile ilişkiyi güçlendirmeye olumlu bakmış ve Putin hükümetiyle güvenlik işbirliğine yönelmiştir. İran Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyeliği, onun güvenlik kapasitesini artırırken Tahran’ın BRICS’e üyeliği de Moskova tarafından önerilmiş ve desteklenmiştir. Pekin de bunu memnuniyetle karşılamıştır.

DOĞUYA BAKIŞ

İran bu dönemde 17 Eylül 2021’de Shangay Örgütü’ne, 1 Ocak 2024’te de BRICS grubuna katıldı. Bu sayede İran, Çin ve Rusya’ya daha da yaklaştı. İbrahim Reisi hükümeti, başlangıçtan itibaren Rusya ile ilişkiyi güçlendirmeye olumlu bakmış ve Putin hükümetiyle güvenlik işbirliğine yönelmiştir. İran Şanghay İşbirliği Örgütü’ne üyeliği, onun güvenlik kapasitesini artırırken Tahran’ın BRICS’e üyeliği de Moskova tarafından önerilmiş ve desteklenmiştir. Pekin de bunu memnuniyetle karşılamıştır. İran bu şekilde kendisine yönelik Batılı yaptırımları aşma konusunda önemli ilerlemeler kat etmiş, önemli dönemeçleri geçmeyi başarmıştır.

İran, Reisi döneminde bir takım diplomatik başarılar elde etmiştir ancak bir taraftan da ülke daha fazla içe kapanmış, sürekli ayaklanmalarla, ekonomik krizlerle sarsılan yapısıyla durmadan kriz üreten bir ülke görüntüsü de vermiştir. Bir anlamda içerde ekonomik ve sosyo-politik alanda sürekli yeni krizler yaratır ve bu durum İran politik sisteminin sarsılmasına yol açarken öte yandan diplomatik ve askeri alanda da tuhaf ve söz konusu krizlerle çelişen bir takım başarılar elde etmiştir.

Stanford Üniversitesi İran Araştırmaları Programı’nın direktörü Abbas Milani’ye göre İran’daki ayaklanmaların temelinde yatan nedenler arasında ekonomik sorunlar, siyasi baskılar ve genç nüfusun beklentilerinin karşılanmaması yer almaktadır. Milani, İran’daki rejimin meşruiyet krizi yaşadığını ve toplumun geniş kesimlerinde birikmiş öfkenin patlak verdiğini belirtir. Milani, özellikle gençlerin ve kadınların daha fazla özgürlük ve sosyal adalet taleplerinin, rejimin otoriter yapısıyla çeliştiğini vurgular. Milani’nin analizleri, İran’daki ayaklanmaların sosyo-ekonomik ve siyasi kökenlerine dikkat çekiyor. Otoriter rejimin, halkın taleplerine cevap verememesi ve ekonomik sıkıntıların derinleşmesi, protestoların temel nedenleri olarak öne çıkmaktadır.

İran tarihi ve siyaseti konusunda uzman olan Ervand Abrahamian ise İran’daki ayaklanmaları tarihsel ve sosyo-politik bağlamda ele alır. Abrahamian’a göre, İran’daki ayaklanmalar, 1979 Devrimi’nden bu yana devam eden bir dizi krizle ilişkilidir. Rejimin ideolojik tutumları ve baskıcı politikaları, toplumsal huzursuzluğun artmasına neden olmuştur. Ayrıca, Abrahamian, ekonomik yaptırımların ve yönetim zafiyetlerinin de ayaklanmaları tetikleyen önemli faktörler olduğunu vurgular.

Abrahamian’ın analizleri, İran’ın tarihsel bağlamını ve uzun süreli yapısal sorunlarını göz önünde bulundurarak, ayaklanmaların nedenlerini kapsamlı bir şekilde açıklama çabası içindedir. O, İran yönetiminin ideolojik yapısının, gençlerin değişim talebi ve açılım istekleriyle sürekli bir çatışma içinde olduğunu kaydetmektedir.

Columbia Üniversitesi’nde öğretim üyesi Hamid Dabashi ise İran’daki ayaklanmaları kültürel ve sosyal dinamikler üzerinden değerlendirir. Dabashi, özellikle gençlerin ve kadınların toplumsal hareketlerdeki rolüne dikkat çeker. Ona göre, İran’daki genç nesil, küreselleşmenin etkisiyle daha fazla özgürlük ve sosyal adalet talep etmektedir. Dabashi, İran’daki politik sistemin bu taleplere yanıt verememesi durumunda, toplumsal huzursuzluğun devam edeceğine işaret eder. Ayrıca, Dabashi, sosyal medya ve dijital platformların, ayaklanmaların örgütlenmesinde ve yayılmasında önemli bir rol oynadığını vurgular.

İran şayet S. Arabistan ve Körfez ülkeleriyle yumuşama ve normalleşme sürecine girmeseydi, 7 Ekim’de krizin tırmandığı süreçte çok daha bölge ülkelerinin neredeyse tamamını karşısına almak gibi riskli bir durumla karşı karşıya gelmek zorunda kalırdı. İran, Çin ve Rusya ile yakınlaşmasının meyvesini son zamanlarda almış, bu iki ülkenin kalesine sığınan Tahran, komşularıyla ilişkilerinde ve yeni ittifaklar geliştirme noktasında önemli kazanımlar sağlamıştır. Ancak bu kazanımların kalıcı olabilmesi içerde de benzeri başarıları ve konsolidasyonu sağlamakla mümkündür. Tahran, mevcut izolasyonu sadece diplomatik hamlelerle değil aynı zamanda halk desteğini arkasına alarak aşabilir. Bu nedenle özgürlükler ve insan hakları alanında adımlar atması, Tahran yönetiminin geleceği açısından stratejik bir öneme haizdir. Öte yandan, Batı’nın liderliğindeki ABD, İran’a yönelik yaptırımları ağırlaştırma ve İran’ı tecrit etme sözü verdiği bir durumda, ciddi ortaklar aramak ve geleneksel ortaklarla işbirliğini güçlendirmek, Washington’un planlarını boşa çıkarmaya yardımcı olabilir. Reisi döneminde bazı kısmi başarılar elde edilse de genel yaklaşım aslında İran’ın 1979’dan bu yana sürdürdüğü geleneksel politikaların aynen devam ettirilmesinden ibaret olduğu buna karşın ekonomi ve iç siyasette, halkla ilişkiler ve kamu diplomasisi konusunda yaşanan krizlerin bu kısmi başarıları gölgelediği yönündedir.


[1] www.aljazeera.com/opinions/2023/3/12/the-saudi-iran-detente-and-its-regional

  www.aljazeera.com/news/2023/3/16/iran-saudi-arabia-deal-not-a-setback-for-us-analysts-say

[2] https://www.middleeasteye.net/news/saudi-iran-deal-shows-how-us-sanctions-strategy-backfired-experts-say

[3] https://www.dawn.com/news/1748778

[4] https://www.axios.com/2024/05/17/biden-us-iran-regional-attacks

[5] روزنامه اعتماد :: میراث دستگاه دیپلماسی دولت سیزدهم (etemadnewspaper.ir)

[6] www.mei.edu/publications/special-briefing-far-reaching-impacts-trumps-withdrawal-iran-nuclear-deal

[7] www.lowyinstitute.org/the-interpreter/consequences-us-withdrawal-iran-deal    www.aljazeera.com/news/2018/5/9/analysis-trumps-withdrawal-from-iran-nuclear-deal-isolates-us

[8] www.atlanticcouncil.org/in-depth-research-reports/issue-brief/rejoining-the-iran-nuclear-deal-not-so-easy

www.mei.edu/publications/special-briefing-far-reaching-impacts-trumps-withdrawal-iran-nuclear-deal

[9] https://www.axios.com/2024/05/17/biden-us-iran-regional-attacks

İslam Özkan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir