“Devlet Sorunu/Tuzağı/Paradoksu”, İktidar ve CHP

“Devlet Sorunu/Tuzağı/Paradoksu”, İktidar ve CHP

İktidar yüzünü devlete dönerken ve devlet paradoksuna yenik düşerken, CHP, aksine, yüzünü topluma dönmeli, Türkiye Partisi olmak için halktan/milletten başlayarak “Türkiye Sözleşmesi” inşası için çoğulcu, kapsayıcı bir çalışmaya girmeli.

31 Mart 2024 yerel seçimlerinin siyasete etkisi beklenilenden çok daha fazla oldu.

Yerel seçimlerin çok ötesinde, hatta kritik ve kilit önemde olan 2023 genel seçimlerinin etkisini de aşarak, siyasi dengelerin ciddi anlamda değiştiği, siyasi alanda taşların yerinden oynadığı ve kartların yeniden karıldığı bir döneme girdik.

Seçimleri kaybeden Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan ve kazananı CHP ve lideri Özel’den “yumuşama” ve “normalleşme” adı altında önemli hamlelerin gelmesi;

Seçimlerden sonra seçimlerin mutlak kaybedeni Meral Akşener’in İyi Parti liderliğini bırakması, CHP ve Ekrem İmamoğlu’na karşı çok sert bir tavır alması ve sonunda beklediğim gibi, Erdoğan ile görüşmesi;

Van’da halkın tepkisi üzerine geri çekilen “kayyım ataması” kararından sonra Hakkari’de DEM’in kazandığı Belediye Başkanlığına kayyım atanması;

CHP lideri Özel’in, “başta ekonomi, yaşanan ve çözülemeyen ciddi sorunların erken seçimi kaçınılmaz kılabilir” çıkışı;

Erdoğan’ın CHP’ye yapacağı ziyaret ve son olarak,

SAADET, GELECEK ve DEVA gibi parti olarak etkisi olmayan ama iştah kabartıcı sayıda milletvekiline sahip olan bir muhalefet alanının oluşması, seçim sonrası siyasi dengelerin değişmesinin ve yeniden oluşmaya dönük bir sürecin başlamasının ilk işaretleriydi.

Siyasi alanda tektonik taşların yerinden oynadığını ve yeni denge bulunana kadar da ciddi hamlelerin yapılacağını görüyoruz.

Dört yılı seçimsiz de geçebilir, erken seçimin kaçınılmaz olduğu bir sürece de girebiliriz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yeni Anayasa arayışının bir noktaya geldiğini de, tam aksine çıkmaza girdiğini de görebiliriz.

Beklenen, daha doğrusu sürpriz olmayan, Erdoğan-Akşener görüşmesinin fotoğrafına bakarken bunları düşünüyorum.

Akşener’in yine sürpriz olmayacak Bahçeli görüşmesi de değişen dengelerin bir göstergesi olacak.

Peki tüm bu gelişmeleri nasıl okumalıyız?

Bir tarafta seçimin kaybedenleri Erdoğan ve Akşener, diğer tarafta kazananı Özel ve CHP;

Bekleme de olan Bahçeli ve MHP;

Türkiye Partisi olma ile Kürt sorunu arasında denge arayan ve şimdi kazandığı belediye başkanlıklarını anti-demokratik kayyım atamalarıyla kaybetme sorunu yaşayan DEM; ve,

İsmi ve milletvekilleri olan ama siyasi etkisi sıfırlanmış ve milletvekillerine diğer partilerin göz diktiği muhalefet partileri.

Siyaset ve iktidar alanında ve de toplum yönetiminde çok önemli ve güç dengelerinin değişmeye açık olduğu bir “geçiş dönemi”ne girdik.

Devleti yönetmek değil, devlete, kurumlarına ve kaynaklarına sahip olma isteği, devlet bekası, devlet güvenliği, devlet yönetimi, insani, doğa ve yaşamsal güvenlikten, haklar ve özgürlüklerden ve hukukun üstünlüğünden önce geliyor. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın yerine, devlet yaşasın, onla da makbul vatandaşlar yaşasın anlayışı öne çıkıyor.

DEVLET SORUNU/TUZAĞI/PARADOKSU

Değişen siyasi dengelerin bir ayağında Türkiye siyasi tarihinin belirleyici unsurlarından olan “devlet-siyaset-hükümet” ilişkisinin olduğunu görüyoruz.

Bu ilişki bize, Eski Türkiye-Yeni Türkiye-Türkiye Yüzyılı arasında kırılma olmadığını; aksine çok ciddi bir süreklilik ilişkisinin devam ettiğini gösteriyor.

Süreklilik sadece demokrasi, hukukun üstünlüğü, birlikte yaşama ve farklı kimliklere yaklaşımdaki ötekileştirme ve baskı altına alma eğiliminin devamında yatmıyor.

Çok daha önemlisi, yeni eskinin en önemli özelliğini, hem de çok daha netleştirerek yaşıyor: devletin Türkiye siyasi tarihi içindeki merkezi önemi, bu önemin yarattığı sorun, tuzak ve paradoks Yürütmeci Başkanlık sisteminde ve Cumhur İttifakında giderek artarak ve merkezi ve tanımlayıcı bir yerde işlev görüyor.

Nedir devletin bu işlevi ve nasıl ortaya çıkıyor?

Devlet, hem dün, hem bugün, hem eski hem yeni olanda; bir taraftan, toplumdan kopuk ve toplum üzerine yer alan ve toplum yönetiminin, siyasetin, ve siyasi değişimin yaşandığı merkezi alan, aktör ve söylem konumunda yer alıyor.

Böyle olduğu için, özellikle iktidar için devlet ve kurumlarıyla ilişki, toplumla ilişkiden çok daha önemli görülüyor.

Devlet-merkezci yapı toplum yönetimini belirlemeye başlıyor.

Devleti yönetmek değil, devlete, kurumlarına ve kaynaklarına sahip olma isteği, devlet bekası, devlet güvenliği, devlet yönetimi, insani, doğa ve yaşamsal güvenlikten, haklar ve özgürlüklerden ve hukukun üstünlüğünden önce geliyor.

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın yerine, devlet yaşasın, onla da makbul vatandaşlar yaşasın anlayışı öne çıkıyor.

Yürütmeci Başkanlık sistemi ve denge ve denetleme kurumlarının yok edilmesi içinde İktidar, devleti yönetmek değil, devlete ve kaynaklarına sahip olmayı tercih ediyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti, 2014’den, özellikle 2018’den bugüne bu tercihi yapıyor.

Toplumla ilişkiyi ikinci, üçüncü yere koyarken, devletle ilişkiyi öncül ve birinci önemde ve merkezi yere oturtuyor.

Devlet tuzağı ya da paradoksunu da şu şekilde tanımlayabiliriz:

Devletin yönetim elitleri ve sınıfları için iştah kabartıcı niteliği aslında bir tuzak da: devleti tercih etmek, toplumdan, halktan, milletten, sorunlarından uzaklaşmak, kibirli bir tavırla halkın sorunlarını çözmemek ve kendi çıkarına tümüyle odaklanmak anlamına geliyor.

Ki, bunun sonucu da: toplumsal destek kaybediliyor, seçimleri kaybetmek ve siyasi güç dengelerinde zayıflamak riski çok yaşanıyor; zayıflama sürdükçe de, toplumsal destekten kopuş artıyor ve devlet alanının içine daha da girmek kaçınılmaz oluyor.

Bu da, toplumla bozulan ilişkinin daha da artması ve toplumsal desteğin daha da erimesi anlamına geliyor.

Devlet-toplum/halk/millet ayrışması daha da netleşiyor.

Devlet hükümeti içine alıyor.

Bu oluşunca, Devlet Kurumları-Hükümet ilişkisindeki dengeler de değişmeye başlıyor.

Devlet bir kere daha belirleyici aktör ve alan oluyor.

Devlet tuzağı ya da paradoksu dediğim süreci, daha önce, uzun zaman CHP, 1950-1960 döneminde Demokrat Parti, 1987-sonrası ANAP yaşamıştı.

2018’den bugüne de AK Parti yaşıyor.

Yerel seçimlerde AK Parti’nin oylarının erimesi, bu erimenin devam etmesi bir tarafta, “Erdoğan-Akşener-Bahçeli üçgeni”nindeki ilişkileri; diğer taraftan da, bugün yaşanan devlet paradoksunu toplumdan kopuk devlet yoluyla yönetme biçiminde güçlendiriyor.

Seçimlerin kaybedeni toplumdan koparken, devlete daha da dayanıyor ve devlet paradoksunu/tuzağını daha da derinleşerek yaşıyor.

Ve en önemlisi, Türkiye Sözleşmesi olmadan Yeni Anayasa tartışmalarına girmemeli. Devlet sorunu ve paradoksunun çözümünün başlangıç noktası, toplumla birlikte yapılacak Türkiye Sözleşmesi olmalı: CHP de bu sürecin kurucu ve taşıyıcı aktörü…   

CHP VE TÜRKİYE SÖZLEŞMESİ

Seçimleri kazanan CHP ve Özel içinse, ilk yapılacak iş, iktidarın yaşadığı devlet sorunu/tuzağı/paradoksunu ciddiye almak ve Erdoğan-Akşener-Bahçeli üçgenindeki gelişmeleri dikkatle izlemek olmalı.

Yerel seçimler sonuçlarının, ulusal düzeydeki devlet merkezci yapıyı, devlet sorununu ve paradoksunu çözebilecek önemli fırsatlar doğurduğunu görmeli.

Yumuşama ve normalleşme üzerine adımlar atarken, anti-demokratik kayyım atamalarına karşı çıkmalı.

Yüzünü 2024 seçimlerindeki CHP ve belediye başkanlarının başarısında en önemli faktör olan seçimlerde ilk defa oy verenlere ve gençlere dönmeli.

Çalışanlar, emekçiler, öğrenciler, emekliler, fakirleşen ama emek üreten kesimler, güvencesizler üzerine odaklanmalı.

Güvencesizlerin ve kimsesizlerin güvencesi ve kimsesi olmaya devam etmeli.

Sosyal Demokrat Parti olma ile “Türkiye Partisi” olma arasındaki dengeyi iyi kurmalı.

Türkiye Partisi olmak, dün ile bugün arasındaki sürekliliği sağlayan devlet sorunu ve paradoksunu ciddiye almayı, çözümü için demokrasi, hukuk devleti, birlikte yaşama, denge ve denetleme, ve eşit vatandaşlık için net siyasi irade ve tavır almayı gerektiriyor.

İktidar yüzünü devlete dönerken ve devlet paradoksuna yenik düşerken, CHP, aksine, yüzünü topluma dönmeli, Türkiye Partisi olmak için halktan/milletten başlayarak “Türkiye Sözleşmesi” inşası için çoğulcu, kapsayıcı bir çalışmaya girmeli.

İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın diyebilmeli.

Başta gençler, Cumhuriyetin İkinci Yüzyılının yeni aktörleri olmak üzere toplumun farklı kesimleriyle eşit vatandaşlık ve denge ve denetleme temelinde yeni bir Türkiye Sözleşmesi inşa sürecini başlatmalı.

Ve en önemlisi, Türkiye Sözleşmesi olmadan Yeni Anayasa tartışmalarına girmemeli.

Devlet sorunu ve paradoksunun çözümünün başlangıç noktası, toplumla birlikte yapılacak Türkiye Sözleşmesi olmalı: CHP de bu sürecin kurucu ve taşıyıcı aktörü…

Fuat Keyman

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir