Hrant Dink’e saygı, Agos’a alkış

Hrant Dink’e saygı, Agos’a alkış

Açık tehditlere rağmen gazetesinin başında işine devam etmeyi tercih etmesi sadece cesaretle açıklanamaz. Bunun böyle olmadığını Hrant Dink’in yazdıklarından ve ifadelerinden de anlıyoruz. Bu ülkede, değiştirmek istediği şeylere dair tüm yapıp ettiklerine büyük bir vicdani sorumluluk ve ahlakla bağlı olma halinden bağımsız anlaşılamayacak bir duruştur Hrant Dink’inki.

1915 yılında pek çok Ermeni aydını gibi tedirginlik içinde yaşayan Jamanak Gazetesi yazarı Yervant Odyan, Mayıs’ın 20’sinde gazetelerde aşağıdaki kanunun yayımlanmış olduğunu gördü:
“Madde 1: Savaş esnasında, ordu, kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri ve serbest kuvvet komutanları, halk tarafından her ne şekilde olursa olsun, hükümetin emirlerine ve vatanın savunmasına, huzurun sağlanmasına ilişkin hareketlere ve tertiplere karşı çıkma ve silahla saldırı ve karşı koyma gördüklerinde, askeri kuvvetlerle en sert cezaları vermeye ve sorunu kökünden çözmeye yetkili ve mecburdurlar.

Madde 2: Ordu, bağımsız kolordu ve tümen komutanları, askerliğin gerektirdiği kurallara dayanarak, ajanlık ve ihanet hissettiklerinde, köy ve şehir halkını ayrı ayrı ya da topluca başka yerlere gönderebilir ve ikamet ettirebilirler.” (Yervant Odyan, Lanetli Yıllar, İstanbuldan Der Zor’a Sürgün ve Geri Dönüş Hikâyem 1914-1919, Ermeniceden çevirenler: Sirvart Malhasyan, Kevort Taşkıran, Aras/Kor Yayınları, Nisan 2022, İstanbul, sayfa 51)

Ermeni Millet Nizamnamesi (1863) olarak bilinen Osmanlı’daki ilk anayasa örneğinin hazırlayıcılarından ve daha sonra da Kanun-i Esasi’nin yazımında Mithat Paşa’ya yardımcı olan Krikor Odyan’ın yeğeni olan Yervant Odyan, bu iki maddeyi okuduğu andaki duygularını şöyle ifade ediyor: “İki maddeden oluşan bu kısa kanun 1,5 milyon Ermeni’nin ölüm kararıydı. Ama o sıralarda felaketin büyüklüğünü anlayamadık.”

Aynı sayfanın dipnotunda da önemli bir tarihsel hatırlatma yer alıyor: 20 Mayıs 1331/2 Haziran 1915. Osmanlı Devleti, Nisan 1915’te Zeytun Ermenilerini Konya’ya göç ettirdi. Daha sonra bu kararın kapsamı genişletildi ve 27 Mayıs 1915’te Ermenilerin Halep, Musul ve Der Zor’a göç ettirilmelerine dair kanun çıkarıldı. Ermenilerin zorunlu göçüyle ilgili ‘Tehcir Kanunu’ olarak bilinen bu kanun, Dahiliye Nazırı Talat Bey’in girişimleriyle 27 Mayıs 1915 tarihinde sunulmuş, 1 Haziran’da Meclis-i Vükela tarafından karara bağlanmış ve 2 Haziran 1915’te yayımlanarak yürürlüğe konulmuştur.”

Gazeteciliği yanında, Yoldaş Pançuni’nin de aralarında bulunduğu birçok kitaba imza atmış olan, aynı zamanda bir hiciv üstadı olarak da bildiğimiz Odyan’ın hayatını sonradan okumamış olsaydık, öyle bir sürgünden sağ dönebileceğine ihtimal verir miydik?

19 Ocak 2007 günü, genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesinin Şişli Halaskârgazi Caddesi üzerindeki binası önünde silahlı saldırı sonucu katledilmeden önce yüreğinde hissettiği “güvercin tedirginliği”ni yazmış olan Hrant Dink, kuşkusuz 92 yıl önce Yervant Odyan’ın ve daha binlercesinin neler hissettiği ve yaşadığını da biliyordu.

Büyük emeklerle ve sınırlı imkanlarla var ettiği Agos gazetesi de zaten bu bilme halinin en bilince çıkarılmış örneklerinden biridir.

Hedef haline getirildiği süreçte, davet edildiği İstanbul Valiliği’nde de uyarılmıştı. Hrant Dink cinayetiyle ilgili davada, MİT’ten geldiği belirtilen bir yazıda, “Hrant Dink’in İstanbul Valiliğine çağrılmasının teşkilatın bilgisi dahilinde olup olmadığı” yönündeki soruya karşılık, “Hrant Dink’in İstanbul Valiliğine çağrılması müsteşarlığımızın bilgisi dahilindedir. Kendisine Sabiha Gökçen ile ilgili yazdığı yazının toplumsal infiale sebep olabileceği hatırlatılmıştır” ifadeleri kullanılmıştı.

 Devlet cephesinin asrı aşa refleksi, daha sonrasında da kendisini yeniden üreterek yoluna devam etti, ediyor. ‘Barış’, ‘çözüm’ gibi kavramların tartışılmasının dahi suç haline getirildiği bu iklimde gelinen aşamanın kendi içindeki farklılıkları dahi ‘torbacılara’ havale edilen cinayetlerle çözme yoluna gittiğine Sinan Ateş cinayeti kanıttır. İktidar ittifakı, varlığını devam ettirebilmeyi bir cinayetin üstüne nereye kadar gideceği ile sınıyor.

Dostlarından da gelen uyarılara rağmen Hrant Dink, ülkeden ayrılmamayı tercih etti. Gerisini hepimiz biliyoruz.

Açık tehditlere rağmen gazetesinin başında işine devam etmeyi tercih etmesi sadece cesaretle açıklanamaz. Bunun böyle olmadığını Hrant Dink’in yazdıklarından ve ifadelerinden de anlıyoruz. Bu ülkede, değiştirmek istediği şeylere dair tüm yapıp ettiklerine büyük bir vicdani sorumluluk ve ahlakla bağlı olma halinden bağımsız anlaşılamayacak bir duruştur Hrant Dink’inki.

Ucu bucağı görünmeyen bir kitleyle cenazesi son yolculuğuna uğurlanırken atılan “Hepimiz Hrant’ın, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganı onun bu duruşuna karşı da bir selamlama gidiydi.

Devletin kolluk güçlerinin katil Ogün Samast ile Türk bayrağı önünde hatıra fotoğraf çektirmesi, Beşiktaş’ta görülen duruşmalara sanıkları getiren Jandarma cezaevi aracındaki “Ya sev ya terk et” yazısı, iktidarın davayı manipüle etme amaçlı hamleleri de Odyan’ın ifadesiyle ‘Lanetli Yıllar’ın devam kareleri olarak hafızaları kazındı.

Trabzon’da 5 Şubat 2005 tarihinde Santa Maria Katolik Kilisesi Rahibi Andrea Santoro’nun tetiği çektiğinde 16 yaşında olan Oğuzhan Akdin tarafından katledilmesinden iki yıl sonra Hrant Dink’in 17 yaşındaki Ogün Samast tarafından katli, 1915 yılının 20 Mayıs’ında gazetelerde yayımlanan o iki maddelik kanunda yazılanlar kadar net, hükmü önceden verilmiş ve ayrıntılarına kadar hesap edilmiş bir planın icrasıydı. Tetiği çekenlerin 18 yaşından küçük olmaları gibi ayrıntılara kadar düşünülmüş olan bu cinayetlere, üç ay sonra 18 Nisan 2007’de Malatya’da İncil satan Zirve Yayınevi’nde biri Alman ikisi Türk üç Hristiyan’ın boğazları kesilerek katledilmeleri eklendi.

Türkiye’de Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinin tartışıldığı dönemde, devletin içindeki fren sistemi de psikolojik savaş senaryolarıyla hükmünü böyle icra ediyordu.

Devlet cephesinin asrı aşa refleksi, daha sonrasında da kendisini yeniden üreterek yoluna devam etti, ediyor. ‘Barış’, ‘çözüm’ gibi kavramların tartışılmasının dahi suç haline getirildiği bu iklimde gelinen aşamanın kendi içindeki farklılıkları dahi ‘torbacılara’ havale edilen cinayetlerle çözme yoluna gittiğine Sinan Ateş cinayeti kanıttır. İktidar ittifakı, varlığını devam ettirebilmeyi bir cinayetin üstüne nereye kadar gideceği ile sınıyor.
Tüm bu karanlık manzara içinde Hrant Dink, kişiliği ve eylemiyle Türkiye’de soykırım gerçekliğiyle yüzleşmeye çağrı bakımından söküp atılması imkansız bir sembol haline geldi. Bu açıdan en etkili sembol olduğunu söylemek de herhalde abartı sayılamaz.

‘Yerli ve millilik’ söylemi üzerinden iktidarlarını sürdürmek isteyenlerin yıllar sonra ne kadar hatırlanacağını göreceğiz. Hrant Dink’in köklerinin, evrensel olduğu kadar yerlilik bakımından da onlarla kıyaslanamayacak kadar güçlü olduğunu söylemek ise bir kehanet sayılmamalı.
Bu yıl Hrant Dink ile birlikte, onun davasında uzun yıllar adalet mücadelesinin titiz ve kararlı temsilcisi olan sevgili dostumuz Avukat Hakan Bakırcıoğlu’nu da anıyoruz.

Agos yıllar içinde, Ermeni gerçekliğinin gündemleşmesi açısından güçlü bir etki gösterdi. Bu açıdan sembolik anlamının bir gazeteden daha fazlası olduğuna şüphe yok. Basılı bir gazete çıkarmaya devam etmenin günümüzdeki devasa maliyeti de düşünüldüğünde, mutfağından muhabirlerine ve okurlarına kadar Agos’u yaşatmaya devam edenler takdiri hak ediyor.

AGOS’A ALKIŞ

5 Nisan 1996’da yayın hayatına başlayan Agos, Hrant Dink katledildiğinde 11 yaşındaydı. Acı, hüzün ve mücadeleyle dolu bir tarihin ardından, bugün 28 yaşında. Hrant Dink katledildikten sonra, aralarında dostlarının da olduğu birçok kişi Agos’un yoluna güçlenerek devam etmesi için omuz verdi.

Ancak hayatın doğal yasası zamanla hükmünü icra ediyor ve fırtınalı zamanların güçlü dalgaları geri çekildiğinde deniz yine kendi yatağıyla baş başa kalıyor. Hele sisli havalarda o denizde yol almaya çalışmak o kadar kolay değil.

Agos yıllar içinde, Ermeni gerçekliğinin gündemleşmesi açısından güçlü bir etki gösterdi. Bu açıdan sembolik anlamının bir gazeteden daha fazlası olduğuna şüphe yok. Basılı bir gazete çıkarmaya devam etmenin günümüzdeki devasa maliyeti de düşünüldüğünde, mutfağından muhabirlerine ve okurlarına kadar Agos’u yaşatmaya devam edenler takdiri hak ediyor.

Gazeteyi kuran ve her türlü kuşatmaya rağmen yaşatmaya çabalayan Hrant Dink’i sevgi ve saygıyla anarken, onun ardından uzun yıllardır Agos’u kalitesini koruyarak yaşatanları da alkışlayalım.

 

Fatih Polat, Gazeteci

Fatih Polat
Latest posts by Fatih Polat (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir