Hukukçular nereye koşuyor?

Hukukçular nereye koşuyor?

Mesele iktidar ise aslı ve tali iktidar ayrımlarına girmeden iktidarın gerçek sahibinin millet olduğunu kabul ederek yola çıkacaksınız. Halkçı bir yönetimin anayasal cumhuriyetten geçtiğini bileceksiniz. Bunu da temsilcilerin azli ve halk girişimi kurumlarını yönetimde kontrol ve dengeyi sağlamak adına yeni anayasa koymakla gerçekleştirebilirsiniz.

TÜBS (Türkiye Usulü Başkanlık Sistemi) denilen ve 2017 Anayasa Değişikliğinden beri birlikte olduğumuz; parlamenter sistem ile başkanlık sisteminin karışımı gibi gözüken, aslında ne parlamenter ne de başkanlık hükümet sistemine benzemeyen bir modelle karşı karşıya olduğumuz bir vakadır. Yüksek öğrenimin en önemli iki temel gayesi vardır: GERÇEĞE VE TOPLUMA HİZMET (SERVING TRUTH AND SOCIETY). Uzun dönemde gerçeğe hizmet, bazı zamanlarda toplumda oluşmuş olan algı veya aldatmalardan dolayı, topluma rağmen topluma hizmetin önüne geçebilir.

Günümüzde tüm dünyada yaşanan kırılmalardan ve kapitalist sistemin artık ücretli bir kölelik sistemi (wage slavery, özellikle covid-19 salgınınından sonra karşı karşıya olduğumuz bir dünya) olduğu tamamıyla ortaya çıktıktan sonra özellikle topluma rağmen topluma hizmetin büyük bir önem arzettiği kanaatindeyiz. Bu şu anlama gelmemelidir; bu toplum veya herhangi bir toplum, kültürel veya entelektüel olarak geridir. Mutlaka entelektüel veya bir burjuva sınıf olmalı ki o toplumu aydınlatarak kurtuluşa götürsün. Bu anlayış, egemen seçkin bir sınıfın toplumu yönetebileceği algısına dayanmaktadır (Rönesanstan beri şiddeti artan bir şekilde) ve Türkiye gibi ülkelerde, hatta Batıda da ve hatta günümüzde tüm dünyada teoride olmasa da gerçekte genel olarak kabul edilen veya toplumlara empoze ettirilen bu görüşün ta kendisidir.

Günümüzün ifadesiyle efendiler ve marabalardan oluşan toplum algısı. Efendi kimdir? Parayı (sermayeyi), iktidarı (yönetmek anlamında) ve dini veya dinsizlik hareketlerini elinde tutanlar. Gerçek anlamda bir toplumda adil servet dağılımı yoksa zaten o toplumdaki ‘yönetim modeli efendilik’ten başka bir model değildir. Anayasa hukuku tabiriyle ortada anayasalı bir cumhuriyet vardır, anayasal cumhuriyet yoktur.

Bir toplumun veya ülkenin anayasal cumhuriyet olması o toplumda veya ülkede inşa edilmiş hukuk sisteminin işleyişine bakılarak karar verilir. Hatta amiyane tabirle trafiğin işleyişine bile bakılarak o toplumda hak ve hürriyetlere saygı gösterilip gösterilmediğini rahatlıkla anlayabilirsiniz. Hatta insanların kendi arkasında yürüyenleri düşünmeden sigara içmelerinden bile hak ve hukukun o ülkede ne seviyede olduğunu anlayabilirsiniz.

Bu giriş kısmından sonra yüksek öğretim veya yüksek öğretimin ana çıtası olan akademisyenlerden beklenen nedir: Bilimdir, film değildir. Gerçek bir akademisyenden beklenen gerçeğe hizmetle topluma hizmeti aynı anda başarıp kamu kaynaklarını israf etmeden kullanmasıdır. Şunu da unutmamamız lazım ki uzun vade de topluma yapılan en iyi hizmet gerçeğin ortaya çıkması ve onun için yapılan çalışma ve gayretler olduğudur. Bu nokta da kurumların özerk yapıda olması ve mutlaka dışarıdan o meslekten olmayanlarca denetlenmesi çok büyük bir önem taşımaktadır.

Gözden ırak tutulmaması gereken bir nokta ise bu özerkliğin (özerkliğin, otonominin) elitizm hastalığına kurban edilmemesidir. Ama görünen o ki hemen hemen dünyanın her yerinde kaçınılmaz bir son gibi karşımıza çıkan bir gerçek olarak akademik dünyanın oluşturduğu fildişi kulesi (ivory tower) vardır…

Toplumda adaletin dumura uğradığı büyük çoğunlukça kabul edilen bir gerçektir. Peki hukuk fakültelerine gelmeden daha önce anaokulunda, ilkokulda, ortaokulda, liselerde ve üniversitelerin diğer bölümlerinde dürüstlük, hak, hukuk, hakkaniyet ve adalet kültürü olarak bu ülkenin evlatlarına ne anlatmaktayız veya ne öğretmekteyiz.

GERÇEĞE VE TOPLUM HİZMET

Bu hastalıktan kurtulmanın çaresi ise yüksek öğrenimin misyon ve gayesini hatırlamak ve düzenlemeleri ona göre yapmaktır: Gerçeğe ve Topluma Hizmet. Günümüzde üniversitelerle ilgili üç mesele sürekli olarak karşımıza çıkmaktadır: Gelirlerin maksimize edilmesi, prestijin arttırılması ve kurumsal özerkliğin korunması. Gördüğümüz o ki; memleketimizde devlet üniversitelerinin pek böyle bir dertleri yoktur. Çünkü, devlet üniversitelere ödenekler göndermektedir. Üniversiteler gerekli yayınları yapmadığında veya patentler almadığında, buluşlar yapmadığında bu ödeneklerin pek azaldığı da söylenemez. Tekraren ifade edecek olursak, akademik dünyadaki düzenlemeler ve uygulamalarda her daim yüksek öğrenimin gaye ve misyonu hedef alındığında yanlışlıklar minimize edilmiş olacaktır.

Gerçeğe ve topluma hizmet adil ve eşit olmakla sağlanır, yalan söylemekle veya algılarla değil. Çalışan ve üreten insanlar ödüllendirilerek bu ulvi gayelere hizmet edilmiş olunur. Üreten ve hakikat peşinde koşanlar algı operasyonlarıyla uyumsuz bireyler olarak takdim edilmekle hiçbir yere varılamaz, olsa olsa bu gibi davranışlar toplumlardaki çözülmeleri ve bozulmaları sağlayan basamak taşları olur.

Unutulmamalı ki üreten (var olanı değil yeni bir ürün) ve geliştiren insanlar hür düşünen toplum ve bireylerden çıkar, ikbal düşüncesiyle seviyesizce ve ahlaka aykırı davranan toplulukların üretim ve geliştirme değil daha çok taklitçi bireyler ortaya çıkardığı bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, en temel meselemiz eskilerin tabiriyle doğrucu davutların çok olduğu hür bireyleri yetiştirmektir. Bunu başarabildiğimiz oranda hem bu ülkeye hem de insanlığa en büyük hizmeti yapmış olacağız. Aldatmak yani yalan yok ve paylaşmak var!!!

Peki ülkemizde hukukçular nereye koşuyor? Temel hak ve hürriyetler gerçekten koruma altında mı ve hukuk fakülteleri bu işin neresinde veya neresinde olmalıdır? Can Atalay konusuyla ilgili şahsi kanaatimi daha önceki yazılarda arz etmiştim: Bu konunun çözüm yeri meclistir; anayasa değişikliğidir. Hatta milletin ta kendisidir. Halk girişimi ve temsilcilerin azli kurumları acilen Türkiyenin anayasal sistemine konulmalıdır. Gördüğümüz noktada toplumda adaletin dumura uğradığı büyük çoğunlukça kabul edilen bir gerçektir. Peki hukuk fakültelerine gelmeden daha önce anaokulunda, ilkokulda, ortaokulda, liselerde ve üniversitelerin diğer bölümlerinde dürüstlük, hak, hukuk, hakkaniyet ve adalet kültürü olarak bu ülkenin evlatlarına ne anlatmaktayız veya ne öğretmekteyiz.

Yoksa hep birlikte statükonun korunmasına mı hizmet etmekteyiz? Görebildiğimiz kadarıyla seçkinci yani elitizm hastalığı tüm eğitim sistemini özellikle hukuk eğitimini ve hatta tüm yüksek öğretimi esir almış durumdadır. Peki böylesine seçkinci anlayışa sahip bir eğitim sistemi herkes için adil bir düzen inşa edebilir mi? Yoksa iktidarı her ele geçirenin bizim adam hastalığıyla mustarip olduğu bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz bir son değil midir?

Görebildiğimiz kadarıyla seçkinci yani elitizm hastalığı tüm eğitim sistemini özellikle hukuk eğitimini ve hatta tüm yüksek öğretimi esir almış durumdadır. Peki böylesine seçkinci anlayışa sahip bir eğitim sistemi herkes için adil bir düzen inşa edebilir mi? Yoksa iktidarı her ele geçirenin bizim adam hastalığıyla mustarip olduğu bir durumun ortaya çıkması kaçınılmaz bir son değil midir?

TÜRKİYEN MUHALEFETİ VE MUHALİFLERİNİN ÇARESİZLİĞİ 

Halka küfür ederek veya halkı küçük görerek bir yere varamayacaksınız. Sırça köşklerinizden çıkarak kendinizi seçmesini istediğiniz milleti önce çok iyi tanımalısınız. Bundan önce ise bizim adam hastalığından kurtularak; hayatta iki çeşit insan olduğu düşüncesine geminizi yanaştırmalısınız: Namuslular ve Namussuzlar. Bu limanda doğru ve liyakatli insanlarla çalışmayı öğrenmelisiniz. Siyaseti size öğretenlerin dünya anlayışının çoktan sona erdiğini, yeni bir dünyanın farkına vararak şeffaf ve dürüst olmayı bilerek yaşayacaksınız. Mesele iktidar ise aslı ve tali iktidar ayrımlarına girmeden iktidarın gerçek sahibinin millet olduğunu kabul ederek yola çıkacaksınız.

Halkçı bir yönetimin anayasal cumhuriyetten geçtiğini bileceksiniz. Bunu da temsilcilerin azli ve halk girişimi kurumlarını yönetimde kontrol ve dengeyi sağlamak adına yeni anayasa koymakla gerçekleştirebilirsiniz. Temel hak ve hürriyetleri kanunlar korumaz, hak ve hürriyetler milletin fertlerinin o şuura sahip olunmasıyla korunur. Ne diyelim, seçkinci (elitist) pozitivist hukuk anlayışının ömrü de buraya kadarmış…

 

Fatih Öztürk, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir