Cumhuriyet, laiklik ve hukuk devleti üzerine

Cumhuriyet, laiklik ve hukuk devleti üzerine

Laiklik ve hukuk devleti cumhuriyetin bileşenleri değildir ama laiklik ve hukuk devleti cumhuriyetin ta kendisidir.

Daha önce (3 Mart 2024) yazdığım yazıda demokrasi ile hukuk devleti ve laiklik arasındaki ilişkiyi bilimsel bir bakış açısıyla kurmaya çalışmış ve aynı ilişkiyi “cumhuriyet” yönünden kuracağımı belirtmiştim.

Demokrasiyle ilgili şöyle iddaa da bulunmuştum:

Laiklik ve hukuk devleti demokrasinin bileşenleri değildir ama laiklik ve hukuk devleti demokrasinin ta kendisidir.

Şimdi aynı iddiayı Cumhuriyet yönünden inceleyelim:

Laiklik ve hukuk devleti cumhuriyetin bileşenleri değildir ama laiklik ve hukuk devleti cumhuriyetin ta kendisidir.

Bu iddiayı ispatlayabilmek için bakmamız gereken yer cumhuriyet yönetiminin ortaya çıktığı Roma’nın antik dönemidir: Roma, İ.Ö. 509- İ. Ö. 27.

Roma tarihi genellikle beş döneme ayrılarak incelenir:

  1. a) Krallık Öncesi Dönem (753 öncesi)
  2. b) Krallık Dönemi (753-509 arası)
  3. c) Cumhuriyet Dönemi (509-27 arası)
  4. d) İlk İmparatorluk Dönemi (Principatus Dönemi) (İ.Ö.27-İ.S. 235-285 arası)
  5. e) Son İmparatorluk Dönemi (İmparatorluk ya da Dominatus Dönemi) (İ.S. 284-İ.S. 476 (Batı)-1453 Arası (Doğu)

Bu yazıda Cumhuriyet Dönemine odaklanmakla birlikte gerekli olduğu ölçüde Cumhuriyet öncesi ve sonrasına da bakılmaktadır.

Roma Cumhuriyeti ile Yunan Demokrasisi arasındaki önemli farklılıklardan biri Yunan’ın kendine özgü bir siyasal düşüncesi bulunduğu halde; Romalı düşünürlerin, siyasal düşünceler alanında Yunan düşünürlerini izlemekten öteye gidememeleridir.

Buna karşılık çiftçi-asker kökenli Romalılar eyleme, pratik yaşama önem vermişler; uygulamayla çok yakın ilişkisi bulunan hukuk alanında önemli gelişmeler göstermişler, Roma Hukuku’nu yaratmışlardır.

Romalılar geliştirdikleri karmaşık siyasal örgütlenmeleri hukuksal çerçeve içine oturtmuşlar ve düzenin sürdürülmesi için ideolojik söylemler geliştirmişlerdir.

Roma’da, başlangıçta, her ailenin özel bir Tanrısı vardı ve bu Tanrı o ailenin ölmüş atalarının ruhuydu. Ailenin ölen atalarının ruhlarının aileyi koruduğu düşünülüyor ve bu yüzden bu ruhlara tapılıyordu.

Ailenin Tanrısı ile aile üyelerinin ilişkilerini ve bu arada ailenin kutsal ayinlerini bir tür başrahip ve dini reis olarak görülen aile babası düzenliyor ve yönetiyordu.

Aile babası ya da başrahip bu ayrıcalıklı konumundan dolayı aile mallarını yönetme, aile içindeki tüm bireyler üzerinde hükümranlık hakkı kullanma yetkisine sahipti: Ailede yargıçlık yetkisine sahip alile babası (pater familias) aile evlatlarını suçlu bulursa ya da gerekli görürse dövebilir, hapsedebilir, satabilir, kiralayabilir ya da öldürebilirdi; yeni doğan çocuklar babanın emriyle atılabilir, satılabilir ya da öldürülebilirdi.

Özetle aile babası ailede tek yetkili otoriteydi ve köleler dâhil bütün ailede yaşayan herkes üzerinde mutlak bir hükümranlık yetkisine sahipti.

Bu dönemde Roma’da kapalı ekonomi vardı ve aile hukuksal ve ekonomik anlamda özel bir birlikti: Her ailenin kendine özgü hukuk kuralları, örf ve adetleri vardı.

Bu durumun doğal sonucu örf adet hukukunun oluşumu ve bu hukukun aile babaları tarafından yaratılmasıydı. Dinsel lider ya da rahip durumunda da olan aile babalarının örf ve adet hukukunu kendilerine ayrıcalık yaratacak biçimde yaratması kaçınılmazdı.

Aynı zamanda rahip ve yargıç olan aile babalarının siyasal alanda da söz sahibi olması doğaldı.

Roma’da temel olarak üç sınıf bulunmaktaydı ve Roma tarihi bu sınıflar arasındaki mücadelelerin tarihi olarak okunabilir: (1) Roma halkı, (2) Sığıntılar (3) Köleler.

Sığıntıların zaman içinde diğer sınıflara karışarak kayboldukları anlaşılmaktadır. Bu nedenle bu yazıda ihmal edilmişlerdir.

Roma halkı (Populus Romanus) ya da Roma yurttaşları Roma’daki ayrıcalıklı kesimdi. Ancak Roma yurttaşları birinci sınıf yurttaşlar (Patricuslar) ve ikinci sınıf yurttaşlar (Plebler) olarak ikiye ayrılmaktaydı.

Asıl ayrıcalıklı sınıf Patricus sınıfı idi.

Patricuslar, Populus Romanusun soylu kısmını, plebler avam kısmını oluşturuyordu.

Patricus-Pleb çatışması Roma’yı önce aristokratik Cumhuriyete ve ardından demokratik Cumhuriyete dönüştürmüştür.

Roma tarihinin dönüştürücü bir başka dinamiği köle ayaklanmalarıdır.

Roma, Krallık döneminde, bir tür “Kabileler Konfederasyonu” biçiminde örgütlenmişti. Birinci sınıf yurttaşlar olan Patriciler ya da Patricuslar üç kabileye (tribus) bölünmüştü. Her kabile 10 Curia’ya bölünmüştü. Her Curia da 10 gense (klan) bölünmüştü. 

Dolayısıyla Roma’da üç kabile, 30 Curia, 300 gens vardı. 

Roma’da siyasal haklardan yararlananlar yalnızca genslere üye olan yetişkin erkek yurttaşlardı. Roma bir soy toplumu biçiminde örgütlenmiş olduğundan siyasal yapıda yer almak için bir gense üye olmak zorunluydu. Roma’da gens adı verilen aile toplulukları aynı soydan gelen ya da aynı soydan geldiklerini kabul eden ve bu nedenle aynı soyadını taşıyan kişilerden oluşmaktaydı. Gensler ekonomik, dini ve toplumsal yönden bağımsızdı. Gens mensubu olan kişiler gentilis ya da patricus olarak adlandırılmaktaydı.

Cumhuriyet döneminde yaşanan yoğun mücadelelerden sonra plebler de asker olma ve oy verme hakkı kazandılar ve bir süre daha sürecek olan hukuksal ve toplumsal kısıtlamalara rağmen yurttaş sayılmaya başladılar.

YOĞUN MÜCADELELERDEN SONRA PLEBLER OY HAKKI KAZANDILAR

Hiçbir gensle ilişkisi bulunmayan plebler, yurttaş olmakla birlikte ikinci sınıf yurttaştılar; seçme-seçilme gibi siyasal haklardan yoksundular; asker olamazlar ve üst düzey kamu görevlerinde bulunamazlardı. Bunlar özgürdüler ve mal edinebiliyorlardı ancak özel hukuk alanındaki bazı hakları kıstlıydı; örneğin patricuslarla evlenemezlerdi. Her bakımdan particuslara bağımlıydılar. Sürekli olarak ekonomik sıkıntı içinde olduklarından borçlarını ödeyemeyip borç kölesi olma tehlikesiyle karşı karşıya idiler. Kökenleri hakkında tartışmalar bulunan plebler genellikle küçük çiftçilik ya da zanaatkârlık yapıyorlardı.

Cumhuriyet döneminde yaşanan yoğun mücadelelerden sonra plebler de asker olma ve oy verme hakkı kazandılar ve bir süre daha sürecek olan hukuksal ve toplumsal kısıtlamalara rağmen yurttaş sayılmaya başladılar.

Roma’da siyasal kurumlar da bu toplumsal yapıya koşut olarak oluşmuştu:

Krallık döneminde siyasal yapının başında ömür boyu görevde kalmak üzere seçilen bir kral (rex) bulunuyordu. Yürütme erkine sahip olan kral, hem başrahip, hem başkomutan hem de başyargıçtı. Kral suç işleyenlere ölüm cezası dâhil olmak üzere her türlü cezayı verebilirdi. Kral yasama alanında mutlak yetkiliydi; toplumsal hayatı düzenleyen kuralları kral saptıyordu. 

Ancak burada Roma Hukuku’nun bir özelliğine dikkat çekmek gerekir. Roma’da kral daha çok kamu hukuku alanındaki düzenlemeleri yapıyordu. Roma’da özel hukuk örf ve adetlere (mores, consuetudo) dayalı olarak gelişmişti. Aile içinde cezalandırma yetkisi aile babasına aitti ve Roma’da örf ve adetlere dini inanç düzeyinde bağlı kalınmıştı.

Kralın altında iki meclis bulunuyordu. Birinci meclis Comitia Curiata (Halk Meclisi)yurttaşların curia’lar olarak katıldıkları meclisti. Oylamalarda her curia’nın tek oy hakkı vardı; bu yüzden de toplamda 30 oy kullanılıyordu. Comitia Curiata, halkın yönetime katılmasına olanak tanıyan bir meclisti. Ancak gens üyesi olmayan pleblerin siyasal hakları olmadığından bu meclise de katılamıyorlardı: Meclise sadece birinci sınıf yurttaş olan patricuslar katılıyordu. Bu meclisin yasama alanında hiçbir yetkisi yoktu. Patricuslar belli bir düzen içinde toplanarak iradesini açıklayabilir ve işlem yapabilirdi. Örneğin yeni bir gens’in Roma kentine kabulü, bir patricus’un mirasçısını saptaması, bir aile babasının başka bir aile babasını evlat edinmesi gibi halk meclisinin bünyesini doğrudan etkileyecek işlemlerde halk meclisinin onayı gerekiyordu.

Senatus (Yaşlılar Meclisi) babalar (Patres) olarak adlandırılan gens başkanlarından oluşmuştu. Dolayısıyla toplamda 300 gens bulunduğundan Senato’nun da 300 üyesi vardı. Senatörlerin soyundan gelenlere, diğer bir anlatımla gens üyesi olanlara Patricus deniyordu. Senato kralın danışma meclisiydi. İlk meclisin kararlarını onaylamasından kaynaklanan bir saygınlığa sahipti.

Yaşlılar kurulu Senatus’un üyeleri deneyimli gens reisleri olduğundan yine patricuslardanbaşkasının bu meclis üye olması mümkün değildi. Krala danışmanlık yapan Senatus onun çağrısı üzerine toplanır ve görüş bildirirdi; ancak Kral bu görüşle bağlı değildi. Kral’ın önemli konularda Senatus’un fikrini alması bir geleneğe dönüşmüştü.

Özetlemek gerekirse Krallık döneminde Roma toplumu bir kabileler konfederasyonu biçiminde örgütlenmişti. Özel alanda aile reisleri aile üzerinde ekonomik, dini ve idari hâkimiyete sahiptiler. Kamusal alanda ise aile reisleri Senatus’da ve kabile reisleri Comitia Curiata’da siyasal kararların alınmasına katkı yapıyorlardı.

Roma Krallığının geleneksel yapısının bozulmasına, aristokratik bir cumhuriyetin kurulmasına ve daha sonra bu cumhuriyetin demokratik cumhuriyete dönüştürülmesine neden olan dinamik partici-pleb çatışması oldu.

Roma’da pleblerin bir kesimi zamanla zenginleşti. Zenginleşen plebler, ekonomik olarak güçlü olmalarına rağmen siyasal yapıda neden yer almadıklarını sorgulamaya başladılar.

Krallık döneminde örf ve adet hukuku, dinsel bir otorite de olan aile babaları tarafından yaratılmaktaydı ve bu hukukun aile babalarının çıkarlarını yansıtmasından kuşku duyulamazdı. Aynı şekilde Kral tarafından yapılan yasalar, kabile ve aile reislerinin yer aldığı iki meclisin (senato ve curiata) danışmanlığında çıkarılıyordu.Dolayısıyla “her yol Roma’ya çıkar” vecizesinde olduğu gibi Roma’da “her yol patricuslara” çıkıyordu.

ROMA’DA ‘HER YOL PATRİCUSLARA’ ÇIKIYORDU

Öte yandan gerek örf ve adet hukuku, gerekse Kral tarafından çıkarılan yasalar aile babalarının çıkarlarını yansıttığından zenginleşen pleblerin tepkisine neden olmaya başladı.

Bir başka anlatımla Krallık döneminde örf ve adet hukuku, dinsel bir otorite de olan aile babaları tarafından yaratılmaktaydı ve bu hukukun aile babalarının çıkarlarını yansıtmasından kuşku duyulamazdı. Aynı şekilde Kral tarafından yapılan yasalar, kabile ve aile reislerinin yer aldığı iki meclisin (senato ve curiata) danışmanlığında çıkarılıyordu.

Dolayısıyla “her yol Roma’ya çıkar” vecizesinde olduğu gibi Roma’da “her yol patricuslara” çıkıyordu.

Kral ve soylular zenginleştikçe kuralları da kendilerine göre yontuyor ve pleblerin bir kesiminin daha da yoksullaşmasına neden oluyorlardı. Ancak bu arada işleri yaver giden kentsoylu plebler (modern dönemin burjuvazisi gibi) de vardı ve bunlar da ekonomik bakımdan patricuslarla yakınlaşıyordu

Zenginleşen pleblerin mücadelesi sonunda ilk gedik açıldı ve Kral Servius Tullius döneminde “Anayasal Reformlar” yapıldı.

Yeni düzende “Plebler” zengin ve yoksul olmak üzere iki gruba ayrılıyordu. Zengin Plebler kent soylular sınıfını oluştururken, yoksul olan ve giderek de yoksullaşan Plebler Proletarya’yı oluşturuyordu. 

Yurttaşlık artık soya değil, konaklama ve özel mülkiyet ilkesine bağlandı. Böylece yurttaş sayısı artırılmış oldu; yurttaşlar, servet dilimleri dikkate alınarak beş sınıfa ayrıldılar.

Her sınıf, centuria adı verilen toplumsal ve askeri örgütlenme birimlerine bölündü. 

Pleblerin Proleterya kesimi yeni düzende centuria örgütlenmesinin dışında tutulmuştu; bunun bir başka anlamı pleblerin zengin kısımlarının centuria örgütlenmesi içinde yer almasıydı.

Artık doğuştan soylu patricuslar ile zenginleşen plebler comitia centruiata içinde birlikte hareket edeceklerdi.

Toplumsal sınıflardaki değişime koşut olarak, siyasal yapıda da değişiklikler yapıldı: Comitia Curiata meclisinin yetkilerini, her bir Centuria’nın tek bir oy hakkına sahip olduğu Comitia Centuriata adında bir meclis aldı. 

Bu meclis eski dönemin soyluları ile yeni dönemin zenginleşen sınıflarını barındırıyordu; sadece soylu sınıfının değil varlıklı sınıfın meclisiydi.

Bu arada kral oluşan tepkileri bastırmak için giderek tiranlık yetkileri kullanmaya başladı.

Ancak toplumu baskıyla yönetmenin zamanı geçmişti ve soylular, zenginleşen pleblerle birlikte yoksul halkın da desteğini alarak ayaklandılar ve diktatörlük eğilimi gösteren son kral Tarquinus Superbus’u kovdular.

İlk kurulan cumhuriyet “demokratik bir cumhuriyet” değil “aristokratik bir cumhuriyet”ti. Latince karşılığı Respublica olan Cumhuriyet iki sözcüğün birleşmesinden oluşur: Res sözcüğü ait olan şey, mal demektir. Publica ise kamu ya da halk demektir. Respublica, halka ait olan, kamusal olan anlamına gelir.

İLK KURULAN CUMHURİYET, ARİSTOKRATİK BİR CUMHURİYETTİ

Bu tarihten sonra 27 yılına kadar yaklaşık 500 yıl sürecek bir Cumhuriyet kuruldu.

İlk kurulan cumhuriyet “demokratik bir cumhuriyet” değil “aristokratik bir cumhuriyet”ti.

Latince karşılığı Respublica olan Cumhuriyet iki sözcüğün birleşmesinden oluşur: Ressözcüğü ait olan şey, mal demektir. Publica ise kamu ya da halk demektir. Respublica, halka ait olan, kamusal olan anlamına gelir.

Günümüzde Latince Res Publica karşılığı olarak İngilizce’de republic, Fransızca’da republique, İtalyanca’da republica, Almanca’da republik sözcükleri kullanılmaktadır. Latince res publica, res privata’nın karşıtıdır ya da kamusal olan özel olanın karşıtıdır; özel şahıslara ait olanın karşısında halka ait olanı gösterir. Devlet yönetimi olarak kazandığı anlam, halkın kendisini ilgilendiren konularda yönetimde söz sahibi olmasıdır. Roma’da toplum da tüzel kişiliğe sahiptir ve bu yüzden tıpkı özel kişiler gibi haklara ehil olabilmektedir. Bu yüzden de cumhuriyet özel kişilere ya da sınıflara ait olmayıp halka ait olandır. Ancak halk adına karar veren meclislerdir. 

Yönetim işinin halka ait olması anlamına gelen Cumhuriyet (Res Publica: Kamuya ait, kamusal olan), toplumun tek kişi tarafından değil meclisler tarafından yönetilmesi anlamını kazanmıştır. Bir yönetimin cumhuriyet olması için meclislerin halk meclisi olması zorunlu değildir. Meclislerin aristokratların egemenliğinde olduğu bir cumhuriyet de var olabilir. Bu tür bir cumhuriyet “aristokratik cumhuriyet”tir. Roma’da yönetim gerçekte soylu bir oligarşinin elindeydi. Dolayısıyla Roma’da, ilk başlarda, demokratik bir cumhuriyetten değil, aristokratik bir cumhuriyetten söz edilebilir.

Mücadeleler sonunda plebler de patricuslar gibi meclislerde söz sahibi olmaya başlayınca “aristokratik cumhuriyet” “demokratik cumhuriyet”e evrilmiştir.

DEMOKRATİK CUMHURİYET’E GEÇİŞ

Mücadeleler sonunda plebler de patricuslar gibi meclislerde söz sahibi olmaya başlayınca “aristokratik cumhuriyet” “demokratik cumhuriyet”e evrilmiştir.

Burada demokrasi ile cumhuriyetin farkı ortaya çıkmaktadır: Antik Yunan demokrasisinde halk kendi kendisini yönetmekte; kendisiyle ilgili kararları bizzat kendisi almaktaydı.

Oysa Cumhuriyet’te halkın bizzat yönetici olması ya da meclislerin halk meclisi olması gerekmez. Soyluların egemenliğindeki meclislerin varlığı halinde de cumhuriyet kurmak mümkündür, ancak bu tür bir cumhuriyet aristokratik cumhuriyettir.

Halk meclislerinin kurulması ve sistem içinde etkin olmaya başlamasıyla cumhuriyet demokratik bir cumhuriyete dönüşür.

Şu halde cumhuriyet, halka ait olanı, kamusal olanı ifade etmektedir. Önemli olan halkın yönetimde bizzat yer alması değil, halkın yönetimin kendisine ait olduğu hissine sahip olmasıdır.

Bu hissin oluşmasına en önemli katkıyı yapan kurum konsüllük kurumudur. 

Cumhuriyetin yarattığı en önemli kurum, krallık döneminde ömür boyu görev yapan kralların yerine gelen yürütme erkini kullanan konsüllüklerdir. 

İki konsül vardı. Bu konsüller comitia centuriata tarafından bir yıl için seçiliyordu; görev süreleri sona erdiğinde sıradan yurttaşa dönüşüyor ve görevleri sırasında yaptıkları işlerden sorumlu tutuluyorlardı. 

Konsüllüğe ilişkin olan ve diğer anayasal uygulamaların da temeli olan iki ilke bulunmaktadır: (1) İkiz birlikte yönetme, (2) Yıllık olma. Konsüller bir yıllığına seçiliyor ve görevleri ortaklaşa yürütüyorlardı. Aralarında uyuşmazlık olduğunda olumsuz görüş geçerliydi.

Konsüller Halk Meclisi tarafından seçildiklerinden halkın temsilcisi durumundaydı.

Orduya komuta etmek dâhil olmak üzere bütün devlet işlerini yönetiyorlardı.

Bu kişilerin orduyu yönetmelerinden dolayı kendilerine önden giden anlamına gelen preatoradı veriliyordu. Konsüller yargılama görevini yaparken Judices; yürütme görevleri dolayısıyla magistra adını alıyordu.

İlk zamanlarda bütün devlet işlerini birlikte yöneten konsüller zamanla işlerin artması karşısında işbölümü yapmaya başladılar. Böylece yargılama ve yönetim işleri ile ordunun başında savaş yönetme işi birbirinden ayrıldı. 

Devlet işlerinin iki kişi tarafından yönetilemeyecek hale gelmesiyle birlikte bazı görevlerin başka kişilere verilmesi zorunluluğu doğdu. Bu durumda konsüllere yardımcı olmak ve onların verdiği görevleri yapmak üzere atanan bu kişilere de magistra adı verildi. 

Cumhuriyetin kurulmasından yaklaşık 140 yıl sonra 367 yılında iki konsül’ün yanında üçüncü bir magistra’lık kuruldu. Magistra’lar aynı zamanda savaşta orduya öncülük ettiklerinden praetor adını da taşıyorlardı. 367 yılında kurulan bu üçüncü konsüllük için zamanla praetor adı yerleşti. Praetor’luk Roma’da hukuk alanında adını duyuran bir görev oldu; preatorlarınasıl önemi yargı işlerinde oynadıkları önemli rolden kaynaklandı. Praetorlar zaman içinde IusCivile’nin yanında Jus Praetorium adı verilen ayrı bir hukuk sistemi yarattılar.

Ius Praetorium ya da Praetorların yarattığı hukuk da iki ayrı alanda gelişti. Zamanla yargılama işleri çoğalınca ve farklılaşınca yabancılar ile değişik kökenli yabancılar arasında çıkan uyuşmazlıkları çözmek için yeni bir praetor’a ihtiyaç duyuldu. 242 yılında seçilen bu preator’a (dördüncü consul) praetor peregrinus (yabancılar praetoru) adı verildi.

Bu adlandırmadan sonra Roma halkı arasında çıkan uyuşmazlıkları çözmekle görevlendirilen praetor, preator urbanus adını aldı. Böylece praeotluk iki ayrı alanda uzmanlaştı ve her bir preatorluk ayrı bir alanda hukukun gelişimine katkı yaptı.

Şimdi kritik soruyu soralım: “Laiklik cumhuriyetin neresinde? Ya da cumhuriyet neden laik olmak zorunda olsun?

Cevabın bir kısmı şimdiye kadar anlatılan sürecin içinde: Önceleri örf ve adet hukukunu yaratan aile içindeki uyuşmazlıklar hakkında karar veren rahip aile babaları idi.

Cumhuriyetle birlikte bu iş konsüllere verildi ve daha sonra oluşturulan iki preator yargı işiyle ilgilenmeye başladı. 

Ancak bu preatorların yargıç oldukları zannedilmesin.

Preatorlar yaratılmış olan medeni hukuka göre (Ius Civile) ilgilinin dava hakkı olup olmadığını saptıyor ya da ilgiliye bir dava hakkı tanıyor ve yargılamanın kurallarını saptıyorlardı. 

Preatorlar kimi zaman Ius Civile dava hakkı tanımamasına rağmen, geliştirdikleri kimi yöntemlerle hakkaniyet gereği dava hakkı tanıyor ve haksızlıkların giderilmesine çalışıyorlardı.

Taraflara hukuksal bilgi Cumhuriyetten önce her türlü bilgiyi tekellerinde bulunduran rahipler tarafından, Cumhuriyetten sonra laik hukukçular tarafından sağlanıyordu.

Taraflar daha sonra üzerinde uzlaşmaya vardıkları birini yargıç olarak onaylıyor ve preatorun çizdiği çerçeve içinde yargılama yapılıyordu.

Yargıçlar ilk zamanlarda rahip hukukçular arasından seçiliyordu. Hukukun rahiplerin tekelinden çıkmasından sonra özellikle Senato üyeleri arasından laik hukukçular yargıç olarak seçilmeye başlandı. Sonraları şövalyeler sınıfından kimselerin yargıç olmalarına izin verildi. M. Ö. I yüzyılda yargıç olarak görev yapabilecek kişilerin listesi yayınlanarak her yıl güncellendi. Böylece tarafların kendi davalarına adalete ve hakkaniyete göre karar verebilecek yargıçları seçebilmelerine olanak tanındı.

Böylece Preatorlarla birlikte artık rahip aile babalarının yarattığı sözlü hukuka göre değil, preatorların toplumsal uyuşmazlıkları gözeterek yarattıkları laik hukuk egemen oldu.

Özetlemek gerekirse cumhuriyetin laiklik ilkesiyle iç içe gelişmesinin nedenlerinden biri örf ve adet hukukunun dönüşümüdür.

İkinci neden yetkili yasama organları tarafından yapılan yasalardır.

Yukarıda kralın yasama alanında mutlak yetkili olduğunu; toplumsal hayatı düzenleyen kuralları saptadığını ve suç işleyenlere ölüm cezası dâhil olmak üzere her türlü cezayı verebildiğini söyledim.

Kralın kovulup Cumhuriyetin kurulmasından sonra patricus-pleb çatışması derinleşti.

Plebler borçlar ve baskılar altında ezilmelerinden dolayı sık sık ayaklandılar.

Bu ayaklanmalar sonucunda kopardıkları ödünlerden biri Concilium Plebis denen bir Plebler Konseyinin oluşturulması idi.

Pleblerin kopardıkları bir başka ödün tribünlük kurumunun oluşturulmasıydı. Zor kullanmaya varan yetkileri olan tribünler plebleri koruyarak onların yararına kararlar alınmasına çalışıyorlardı. Sayıları önce iki iken sonra 10’a çıkarıldı. Üyeleri plebler arasından ve PleblerKonseyi tarafından seçiliyordu.

Plebler Konseyi 449 yılında yasa çıkarma yetkisi elde etti.

Bu kurulun aldığı ve plebiscites denen kararlar tribünler tarafından bütün ülkede uygulanmaya başlandı.

Pleb kurulunun elde ettiği bu hak nedeniyle patricusların ve pleblerin katılımıyla yeni bir meclis kuruldu. 

Gerçek bir halk meclisi olan Tribünler Meclisi hem patricusları hem de plebleri içermektedir.

Bu meclisin kararlarının önceleri Senatus tarafından onaylanması zorunluluğu var iken, zamanla bu onay zorunluluğu kaldırıldı ve bu meclisin Senatusa eşit bir yasama yetkisine sahip olması kararlaştırıldı.

Bu gelişme başlangıçta kurulan “artistokratik cumhuriyet”in “demokratik cumhuriyet”e dönüşümünü ifade etmektedir: Artık sadece soyluların (patricus) etkin olduğu Senato yerine, avamın (pleb) da etkili olduğu Tribünler Meclisi yetkilidir.

Yeni dönemde yasaların kabulüne ilişkin yöntem şöyledir: 

Magistra’lar tarafından hazırlanan kanun teklifleri önce Senatus’da tartışılmakta ve buradan geçtikten sonra halk meclislerine götürülmekteydi. Halk meclisleri tarafından kabul edilen teklifler Senatus tarafından onaylandıktan sonra halka duyurulmaktaydı.

Roma Cumhuriyeti dönemine ait ilk yazılı kanunlar olan Oniki Levha Kanunları, Roma toplumundaki patricus ve plebler arasındaki sınıf mücadelesi sonucu hazırlandı.

Roma’da yazılı yasaların olmadığı dönemde, patricusların belirlediği aristokratik sözlü hukuka göre hareket edilirdi. 

YAZILI KANUNLAR SINIF MÜCADELESİ SONUCUNDA HAZIRLANDI

Bu bağlamda Antik Yunan’a koşut bir gelişme yaşandı: 

450 yılında Oniki Levha Kanunları’nın çıkarılmasıyla, aristokratik sözlü hukukun yerini yazılı hukuk aldı.

Roma Cumhuriyeti dönemine ait ilk yazılı kanunlar olan Oniki Levha Kanunları, Roma toplumundaki patricus ve plebler arasındaki sınıf mücadelesi sonucu hazırlandı.

Roma’da yazılı yasaların olmadığı dönemde, patricusların belirlediği aristokratik sözlü hukuka göre hareket edilirdi. 

Pleblerin ayaklanması sonucunda kanunları yazmak üzere 10 kişilik bir komisyon kuruldu ve Solon Yasaları’ndan da yararlanılarak iki yılda kapsamlı düzenlemeler yapıldı.

Oniki madeni veya tahta levha üzerine yazılan bu yasalar meclisin onaylamasından sonra, herkesin görebilmesi için Roma’nın en büyük meydanına (Forum Romanum) asıldı. 

Bu levhalarda aile hukuku, veraset hakkı, dava hakkı, borç ve ceza kanununa ilişkin kurallar bulunmaktaydı. 

Bu yasalarla patricus ve plebler arasında adaletli ve hakkaniyetli biçimde işleyen bir sistem kuruldu ve toplumdaki sınıf farklılıklarında soy yerine ekonomik refah seviyesi belirleyici oldu.

Oniki Levha Kanunları demokratik devlet, hukuk devleti ve laiklik yönünde atılmış büyük bir adımı ifade eder: 

(1) Yasalar artık sadece soyluların hâkim olduğu meclislerde değil, halkın da katıldığı halk meclislerinde yapıldığından demokratik cumhuriyet yönünde bir adımdır.

(2) Yasalar artık dinsel kurallardan ayrılarak toplumsal sorunları çözmeye yönelik olarak uzman yasacılar ve yasama meclisleri tarafından yapıldığından, Cumhuriyet laikliği içselleştirmiştir.

(3) Artık soylular tarafından yapılan ve patricusların yararlarını gözeten yasalar yerine eşitlik ilkesine dayalı yasalar yapılmaya başlandığından hukuk devleti yönünde adım atılmıştır.

Özetlemek gerekirse Roma’nın krallık öncesi ve krallık dönemlerinde aynı zamanda birer rahip de olan aile babalarının yarattığı hukuk ile bir aile babası olarak düşünülebilen kral tarafından yaratılan hukuk dinsel öğeler içermektedir. Cumhuriyetin ortaya çıkması ve gelişimiyle birlikte gerek laik hukukçuların etkisiyle, gerekse Pleblerin yasama meclislerinde söz söyleme hakkı kazanmasıyla dinsel öğeler içeren hukukun yerini laik hukuk almıştır.

Bu yüzden cumhuriyet ve laiklik ilkeleri, tıpkı demokrasi ve laiklik gibi aynı madalyonun değişik görünümleridir.

Cumhuriyet ve demokrasinin ortak öğesi laikliktir: Ne laik olmayan bir demokrasi, ne de laik olmayan bir cumhuriyet söz konusu olabilir. Başka bir anlatımla laiklik öğesi çekilip alınmış bir cumhuriyet ya da demokrasi ya da demokratik cumhuriyet yıkılmış olur.

CUMHURİYET VE DEMOKRASİNİN ORTAK ÖĞESİ LAİKLİKTİR

Cumhuriyet ve demokrasi birbirinden ayrı olarak ortaya çıkmışlarsa da demokratik cumhuriyetin yeşermesi gecikmemiştir.

Cumhuriyet ve demokrasinin ortak öğesi laikliktir: Ne laik olmayan bir demokrasi, ne de laik olmayan bir cumhuriyet söz konusu olabilir. 

Başka bir anlatımla laiklik öğesi çekilip alınmış bir cumhuriyet ya da demokrasi ya da demokratik cumhuriyet yıkılmış olur.

Şimdi birileri bu çözümlemeye bakarak şu soruyu sorabilir: İran İslam Cumhuriyeti teokratik bir devlet olduğundan laik olmadığı halde bir Cumhuriyet’tir. Bu durumu nasıl açıklayacağız?

Bu soruyu Montesquieu’dan yardım alarak cevaplayalım.

Roma Cumhuriyeti üzerine ayrıntılı incelemeler yapan Montesquieu, Kanunların Ruhu adlı meşhur eserinde yönetimleri cumhuriyet, monarşi ve tiranlık olmak üzere üçe ayırmakta ve cumhuriyeti de demokratik cumhuriyet ve aristokratik cumhuriyet olarak ikiye ayırmaktadır.

Montesquieu yönetimleri nasıl adlandırdığımızın bir önemi olmadığını; yönetim biçimini belirleyen şeyin yönetimin ilkesi olduğunu belirtmektedir.

Her yönetim biçimi kendine özgü bir ilke içerir: Cumhuriyetin ilkesi erdem, monarşinin ilkesi onur ve tiranlığın ilkesi korkudur.

Bir yönetim biçiminde korku iklimi egemen ise, örneğin kadınlar saçlarının görünmesinden dolayı idam ediliyorsa ya da yönetimin eleştirilmesi ağır bir suç oluşturuyorsa, buradaki yönetim tereddütsüz biçimde tiranlıktır.

O yüzden İran korku ilkesinin egemen olması dolayısıyla tiranlıktır.

Birileri buna itiraz edebilir: 

Sen öyle diyorsun ama onlar kendilerini cumhuriyet olarak görüyorlar ve bu yüzden de yönetimlerini cumhuriyet olarak adlandırıyorlar.”

Cevap:

Ben de kollarımı iki yana açarak uçağa benzer bir duruşa geçtiğimde kendimi uçak olarak adlandırıyorum.”

Ağız torba değil ki büzesin…

Kaynakça

Çelebican, Özcan Karadeniz Roma Hukuku. 18 ed. Ankara: Turhan Kitabevi, 2020.

Ağaoğulları, Mehmet Ali; Levent Köker. İmparatorluktan Tanrı Devletine. Ankara: İmge, 1990.

Şenel, Alaeddin. Siyasal Düşünceler Tarihi: Tarihöncesinde Ilkçağda Ortaçağda Ve Yeniçağda Toplum Ve Siyasal Düşünüş. Ankara: Ankara Üniversitesi SBF Yayınları, 1982.

Bakırcı, Fahri Montesquieu’de Erkler Ayrımı (Mitosu) ve Modern Yargı Erki Üzerine, SBF Dergisi, 2021.

Wikipedia. “12 Levha Kanunları.” Şubat 24 2018. https://www.wikizero.com/tr/12_Levha_Kanunlar%C4%B1

Demokrasi, laiklik ve hukuk devleti üzerine

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir