İmamoğlu: Müstakbel Cumhurbaşkanı’nın dış politika yaklaşımları

İmamoğlu: Müstakbel Cumhurbaşkanı’nın dış politika yaklaşımları

İmamoğlu’nun yönettiği bir Türkiye, dış politikada dengeli, makul ve rasyonel bir vizyonla epey yol alabilir, bunun sinyalleri epey güçlü. Dış politikada masaya yumruğunu değil de aklını koyan bir yaklaşımı benimseyen İmamoğlu, Türk dış politikasını yeniden akılcı, uluslararası taahhütlerine bağlı, diplomasi odaklı, saygın ve makul bir çizgiye oturtmayı başaracak potansiyele fazlasıyla sahip olduğunu gösteriyor.

Mart ve Haziran 2019 yerel seçim süreçleriyle başlayan, 2024’e uzanan beş yıllık süreçte Ekrem İmamoğlu, toplumsal desteğini ilmek ilmek büyüten ve politik meşruiyetini derinleştiren bir özgün figür olarak öne çıktı. İmamoğlu’nun kalıcı mı geçici mi olduğu iktidar mahallesini ve kimi muhalifleri meşgul ederken, 31 Mart 2024 yerel seçimiyle İmamoğlu’nun Türk siyasetinde kalıcı, sahici ve onu açık bir özne olarak yer aldığı tescillendi. Bu şartlar altında İmamoğlu’nun muhalefetin doğal Cumhurbaşkanı adayı haline geldiğini görmek pek güç değil.

Peki doğal Cumhurbaşkanı adayı haline geldiğini teslim ettiğimiz, büyük yoğunlukla iç politika/güncel Türkiye siyaseti başlıklarıyla gördüğümüz İmamoğlu, dış politika konusunda nasıl yaklaşımlara sahip? İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı olduğu bir Türkiye, dış politikada hangi adımlarla ilerlerdi? Gündemde yoğun yer kaplayan birkaç konu üzerinden, İmamoğlu’nun dış politika yaklaşımlarını ve bunların muhtemel anlamlarını anlamaya çalışalım.

İmamoğlu, göreve geldiği ilk günden beri Avrupa Birliği (AB) temsilcileriyle, Batılı ülkelerin büyükelçileriyle, belediye başkanlarıyla ve üst düzey bürokratlarıyla oldukça yakın, net ve yapıcı bir ilişki inşa edebildi. Bu yakın ilişkinin kurulmasında İmamoğlu’nun ilişki arzusu kadar, Batılı aktörlerin de İmamoğlu’nu daha yakından tanıma arzusu rol oynadı.

AVRUPA BİRLİĞİ SÜRECİ VE BATI İLE İLİŞKİLER

İmamoğlu, göreve geldiği ilk günden beri Avrupa Birliği (AB) temsilcileriyle, Batılı ülkelerin büyükelçileriyle, belediye başkanlarıyla ve üst düzey bürokratlarıyla oldukça yakın, net ve yapıcı bir ilişki inşa edebildi. Bu yakın ilişkinin kurulmasında İmamoğlu’nun ilişki arzusu kadar, Batılı aktörlerin de İmamoğlu’nu daha yakından tanıma arzusu rol oynadı.

Türkiye’nin AB tam üyeliği konusunda oldukça net bir fikre ve vizyona sahip olan İmamoğlu, “AB, Türkiye’nin bir parçasıdır. Türkiye de AB’nin bir parçasıdır. AB’nin doğusundaki en önemli merkezin Türkiye olduğunu hatırlatmak isterim[1] sözleriyle Türkiye – AB ilişkilerini çok boyutlu bir yaklaşımla anladığını belli etmiş ve tarih, siyaset ve ekonomi ile iç içe geçmiş iki öznenin varlığını Batılılara anımsatmıştır. Benzer şekilde, “Avrupa İstanbul’dan başlıyor. Dolayısıyla Türkiye de Avrupa’nın başlangıç noktası, vazgeçilmez bir parçası[2] demeci de İmamoğlu’nun Türkiye’yi Avrupa’nın doğal bir parçası olarak gören yaklaşımının en sarih örneklerinden biri olarak gösterilebilir. Bu bağlamıyla İmamoğlu, esasen tarih, siyaset, coğrafya ve ekonomi temelli tezleriyle Türkiye ve Avrupa’nın birbirine ait olduğunu her fırsatta dillendiriyor ve iki öznenin birbirinden beslendiği, eşit ve sürdürülebilir bir ilişkinin mümkün olduğunu dillendiriyor.

İktidarın değiştiği bir Türkiye’de, yeni iktidarın tek taraflı olarak AB tam üyeliğini arzulamasının bir anlam ifade etmeyeceğini sezen bir lider olarak İmamoğlu, AB koridorlarında yıllardır süren Türkiye ataletinin farkında olduğunun sinyallerini de güçlü şekilde vermiş ve AB’yi harekete geçmeye ve kendi pozisyonunu gözden geçirmeye çağırmaktan da imtina etmemiştir: “AB Delegasyonu’nun ve AB ülkelerinin, Türkiye’de ayak sesleri duyulan değişim sürecine şimdiden hazırlanmasını ve işbirliğimizin çapının büyütülmesini umuyoruz.[3] İmamoğlu’nun Avrupa Birliği kurumlarına ve üye ülkelere dönük bu yaklaşımı, esasen kısa ve orta uzun vadeli bir anımsatma ve “soft-uyarı” içeriyor: “Demokratikleşme sürecine giren, Batı ile yapıcı ilişkiler kurmayı tercih eden, temel hak ve özgürlüklerde ileriye giden bir Türkiye ile ilişki kurmaya hazırlanın” mesajı var İmamoğlu’nun sözlerinde. Türkiye ile ilişkileri dondurmak, özellikle Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkan kesimleri yıllardır rahatlatan bir durumdu. Nitekim İmamoğlu da bunun farkında olarak AB’yi ve özellikle AB içerisindeki Türkiye karşıtı kesimleri uyararak, “Burası değişecek, siz de ona göre vaziyet alın” demeye getiriyor. Belli ki İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı ile başlayacak süreç, en çok bu kesimleri rahatsız edecek. İmamoğlu’nun anımsatma içeren bu sözlerini en çok üstüne alınması gereken kesim, keza yine bu kesim.

RUSYA’NIN UKRAYNA’YI İŞGALİ, NATO VE ABD İLE İLİŞKİLER

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, bu meseleyi ele almaya çalışan çoğu siyasetçi ve yorumcu için zor bir alan olmaya devam ediyor. Bu zorluk genelde meseleyi kavrayış ve işleyiş biçiminden kaynaklanıyor. Kimi liderler bu meseleyi salt militer bir dilde ele alırken kimi liderler de mümkün olduğunca görmemeyi tercih ediyor. İmamoğlu ise, pek çok meselede olduğu gibi kapsayıcı ve pozisyonunu net şekilde ortaya koyacak şekilde, “2022 yılında, bir ülkenin bir ülkeyi işgal etmesi ve bunu meşru bir hareket olarak tariflemesi, mevzu veya konu onu ne olursa olsun, kabul edilebilir bir şey değil. Her iki ülkeyle de deniz komşusuyuz. Tarihi, çok eski bağlarımız var. Dolayısıyla, kurduğumuz bütün cümleleri aslında dünya ölçeğinde, evrensel duygularımla ifade ediyorum. Bu noktada, yapılan bu işgale karşı olduğumu ve Ukrayna halkının yanında olduğumu dile getirmek istiyorum”[4] sözleriyle açıkça Ukrayna’nın işgaline karşı Ukrayna halkının yanında olduğunu beyan ederken, öte yandan Rusya’ya da “Seninle de tarihsel bağlarımız var, komşuyuz. Bizim için kıymetlisin, bunu yapmamalıydın” mesajını veriyor, olgun ve makul bir dış politika yaklaşımı üretiyor. Hamasete ve anlık duygu patlamalarına dayanmayan dış politika, tam olarak böyle rasyonel ve temeli sağlam çıkarımlara dayanır. Böylesi bir yaklaşımın bölgesel barış adına da önemli kazanımlar getirebilme potansiyeli epey yüksek.

İmamoğlu’nun 2022’de katıldığı Münih Güvenlik Konferansı’nda Türkiye’nin NATO’nun asli bir üyesi olduğunu anımsatması ve Türkiye – NATO ilişkilerinin önemini vurgulaması da dikkate değer. Şüphesiz bunu Türk – Amerikan ilişkileri bağlamında da okumak elzem. İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı olduğu bir iklimde Türkiye’nin NATO ve ABD ile ilişkilerinin daha stabil, karşılıklı güvenin yeniden tesis edildiği ve gelgitlere kapalı bir forma dönüşeceğini öngörmek mümkün. Bu durum, Türkiye’nin Batılı ülkelerden farklı alanlarda talep ettiği savunma ve güvenlik temelli başlıklarda elini epey güçlendirecektir. Silah modernizasyonundan terörle mücadeleye, yeni güvenlik iş birliklerinden olası uluslararası güvenlik tehditlerine dek geniş bir alanda Türkiye, Batı ile daha konuşabilir ve müzakere edebilir bir pozisyonda olacaktır.

İmamoğlu, dış politikaya ilişkin farklı başlıklarda net fikirlere sahip olmakla birlikte, çetrefilli konulara yanıt verirken keskin bir pozisyon almaktan imtina ediyor. Bu yönüyle makul ve olgun, toparlayıcı ve tüm aktörlerin güvenebileceği bir özne portresi çiziyor.

SONUÇ YERİNE

Şüphesiz dış politika başlığı oldukça geniş ve esasen burada yapmaya çalıştığım şey, gündemde öncelikli yer kaplayan birkaç temel başlık üzerinden İmamoğlu’nun dış politika yaklaşımlarını anlamaya çalışmak ve “İmamoğlu Cumhurbaşkanı olursa, nasıl bir dış politikamız olur?” sorusuna yanıt aramak oldu. 

İmamoğlu, dış politikaya ilişkin farklı başlıklarda net fikirlere sahip olmakla birlikte, çetrefilli konulara yanıt verirken keskin bir pozisyon almaktan imtina ediyor. Bu yönüyle makul ve olgun, toparlayıcı ve tüm aktörlerin güvenebileceği bir özne portresi çiziyor. Sözgelimi geçtiğimiz günlerde CNN International’a konuşurken Hamas’ı terör örgütü olarak tanımlaması ve aynı zamanda Filistin’de yaşananları da zulüm olarak gördüğünü vurgulaması, İmamoğlu’nun adil ve makul çizgisini gösteren çok iyi ve güncel bir örnekti.

İmamoğlu’nun NATO, AB ve ABD ile ilişkileri değerlendirirken, farklı cümlelerle ve sıkça, “Biz sizin bir parçanızız, siz de bizim bir parçamızsınız” anlamına gelecek ifadeler kullanması iki şeyi ifade ediyor: İlki, İmamoğlu’nun Batı ile ilişkileri yeniden sürdürülebilir, sağlam ve tutarlı bir zemine oturtma motivasyonunun yüksekliği. İkincisi, bu motivasyonun tek taraflı bir arzudan değil, aktörler arası tarihsel ve siyasal ilişkiden kaynaklandığının herkese anımsatılma istenci. Başka bir deyişle İmamoğlu, Batılı aktörlere de Türkiye’nin niçin önemli ve zorunlu bir ortak olduğunu anımsatmaktan imtina etmiyor, iyi ve yoğun bir ilişkinin karşılıklı ihtiyaçlardan ve zorunluluklardan, ortak çıkarlardan geçtiğini rasyonel bir üslupla belirtiyor.

İmamoğlu’nun yönettiği bir Türkiye, dış politikada dengeli, makul ve rasyonel bir vizyonla epey yol alabilir, bunun sinyalleri epey güçlü. Dış politikada masaya yumruğunu değil de aklını koyan bir yaklaşımı benimseyen İmamoğlu, Türk dış politikasını yeniden akılcı, uluslararası taahhütlerine bağlı, diplomasi odaklı, saygın ve makul bir çizgiye oturtmayı başaracak potansiyele fazlasıyla sahip olduğunu gösteriyor.


[1] https://tr.euronews.com/2019/12/03/ab-temsilcilerinin-konugu-olan-imamoglu-turkiye-avrupanin-bir-parcasidir

[2] https://www.dw.com/tr/i%CC%87mamo%C4%9Flu-t%C3%BCrkiye-avrupan%C4%B1n-vazge%C3%A7ilmez-bir-par%C3%A7as%C4%B1/a-60842445

[3] https://medyascope.tv/2022/03/30/ekrem-imamoglundan-avrupa-birligine-turkiyede-ayak-sesleri-duyulan-degisim-surecine-hazirlanmanizi-umuyoruz/

[4] https://www.sozcu.com.tr/imamoglu-ukrayna-buyukelcisini-agirladi-wp7186582

Emrah Aslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir