Türkiye gündemini “nasıl okumalıyız?”

Türkiye gündemini “nasıl okumalıyız?”

Her bir gündemde, asıl olanla gösterilen arasındaki farkı görmek sadece günlük siyasi gelişmeler için değil, Türkiye’nin demokrasi eksenine yeniden girip bir hukuk devleti olarak kurulduğunun hatırlanması için de çok önemli. “Nasıl okumalıyız?” sorusuna verilecek gerçek cevaplar, bugünü doğru okuma faydasından çok; Türkiye’nin bile isteye değiştirilen ekseninin kurucu ayarlarına geri dönülmesini sağlayacaktır.

Türkiye, hemen her saat gündemin değiştiği, değiştirildiği bir siyasi atmosfere sahip. Hukukun ve insan haklarının tartışılmaz sınırlarla belirlendiği ileri demokrasilerde; üçüncü sayfa haberi olması gereken başlıklar, ülke gündemine gelmez. Ancak hukukun bile kişisel inisiyatiflerle tırpanlandığı, Anayasa Mahkemesi kararlarının yok sayıldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının cumhurbaşkanı düzeyinde tanınmadığı ülkemizdeyse durum çok farklı. Kamu yararından çok bireysel çıkarla, ilişkiler ağıyla, gayrı resmi organizasyon yapılarıyla ön plana çıkan kararlar ve dolayısıyla gündemler var. Siyasette olan her edim, ülke gündeminde yoruma ihtiyaç duyulan, doğrudan gerçekleri göremediğiniz bir derinliğe sahip.

Üstelik bu derinlik; asıl gündemde olması gereken konularla, toplumun oyalanması için ortaya atılan başlıklar arasındaki farkı saklı tutuyor. Haliyle de münferit bir olayı bile yorumlarken akla gelen ilk soru şu oluyor: “Nasıl okumak lazım?” İletişim stratejisi kurgulanırken stratejistlerin veriler üzerinden yapacağı çıkarımları anlatmak için kullandığı bu soru, artık Türkiye’de siyasetin en hararetle tartışıldığı mahalle kahvelerinde dahi soruluyor.

Ancak Türkiye siyasetinin önemli figürlerinin söyledikleri, sadece sözün değerinin düşmesine değil; bir ülkenin siyasete ve lidere olan güveninin zedelenmesine sebep olur. Kitlesiyle bağımlılık ilişkisi kuran kişi ve kurumlar için bile, güven sonsuz değildir.

GÜVEN SONSUZ DEĞİLDİR

“Nasıl okumak lazım?” sorusunun temelinde birçok başka soru var: “Aslında ne demek isteniyor? Söylenenle gerçekte olan şey arasındaki fark nedir? Söylenen şeyle kime, ne mesaj verilmek isteniyor? Hangi uzun vadeli strateji dolayısıyla bu söylenen dile getiriliyor?” gibi. Bütün bu açık uçlu sorulara bakıldığında görülen şey şu: Medya da, vatandaş da artık söylenen şeyin gerçekte olan şey olmadığını düşünüyor. Söylenenle olan arasındaki fark da, söylenenle kastedilen arasındaki fark da giderek açılıyor. Kapalı kapılar ardında yaşanan gayrı resmi ilişkiler ağı, bir süredir kameralar önünde, neredeyse alenen çatışıyor. Üstelik söylemde tutarlık da, siyasette hassasiyet gösterilen bir husus olmaktan çıktı.

Bir süre önce söylenenle bugün söylenen arasındaki farkın da giderek açılması, sözün kendisinin anlamını ve değerini düşürüyor. Bir lider, üç ay önce canhıraş savunduğu bir fikri üç ay sonra yine tüm kamuoyunun önünde ayaklar altına alabiliyor. Günlük tartışmalarda sözün değerinin düşmesi, sadece sözün sahibini ilgilendirebilir. Ancak Türkiye siyasetinin önemli figürlerinin söyledikleri, sadece sözün değerinin düşmesine değil; bir ülkenin siyasete ve lidere olan güveninin zedelenmesine sebep olur. Kitlesiyle bağımlılık ilişkisi kuran kişi ve kurumlar için bile, güven sonsuz değildir. Vatandaşla liderler arası söylemlerde hissedilmeye başlanan güvensizlik, giderek artarak genel bir güvensizliğe ve vatandaşın yeni arayışlara girmesine varır. Nitekim 31 Mart seçimleri, seçmeniyle senelerdir bağımlılık ilişkisi kuran AKP seçmeninin yeni arayışlara girdiğini göstermiştir.

Doğru bilgiyi bile yorumlamak bir donanım meselesiyken, hatalı bilgiyi yorumlamak ve hatta yaymak -sadece iletişim açısından değil- siyasetin şeffaflığı açısından da oldukça tehlikeli. Zira basit ve sıradan bir söylenti bile, şehir efsanelerinin doğmasına neden oluyor.

BASİT BİR SÖYLENTİ BİLE ŞEHİR EFSANELERİNİN DOĞMASINA NEDEN OLUYOR

Siyasetteki sözün değeri bir yana, bir yandan da dijital dünya her geçen gün yeni teknolojik gelişmelerle iletişim dünyasına yeni imkanlar sunuyor. Kullanıcılarının yaptıkları her harekette ayak izi bıraktıkları dijital dünya, kime neyi söylemeniz gerektiğini, nasıl söylerseniz nasıl bir tepki alacağınızı bile gösteriyor. Tweet atılan adreslerin tek bir tıkla bulunabilmesi, o adreslerin daha önce hangi web sitesinde kaç saniye kaldığı, tıkladığı başlıklar, büyüttüğü fotoğraf bile elde edilebilen verilerden bazıları. Bu teknolojinin sokaktaki en büyük yansıması; doğru bilgiye de, hatalı bilgiye de ulaşmak oluyor.

Vatandaş, dijital ortamda bilgiye bazen doğal olarak ulaşabiliyorken, çoğu zaman da kurumlar o bilgiyi hedeflenen kişiye göstermek istediği için ulaşabiliyor. Bu teknoloji çağında, istediğiniz bilgiyi istediğiniz kitleye gösterebiliyorsunuz. Doğru bilgiyi bile yorumlamak bir donanım meselesiyken, hatalı bilgiyi yorumlamak ve hatta yaymak -sadece iletişim açısından değil- siyasetin şeffaflığı açısından da oldukça tehlikeli. Zira basit ve sıradan bir söylenti bile, şehir efsanelerinin doğmasına neden oluyor. Şehir efsaneleri de zamanla büyüyor ve bir kesim için mutlak doğru haline geliyor. Böylece bir halk, ‘gerçek’ten sistematik olarak uzaklaştırılıyor. Bu uzaklaşmayı farklı enstrümanlarla desteklediğinizde, artık vatandaşla gerçek arasında  hiçbir bağ kalmıyor.

Hukukun konusu olan olayları yoruma dayalı hale getirmek, devletin temelini sarsar. Doğru mutlaktır. Verinin kendisi değil, veri bilimsel yöntemlerle elde edilebilmişse çıktısı itibariyle yoruma açıktır. Dolayısıyla da “Nasıl okumalıyız?” sorusunun öznesi siyasettir, siyasetçidir.

“NASIL OKUMALIYIZ” SORUSUNUN ÖZNESİ SİYASETTİR

Siyaset ve siyasetçi, stratejik yaklaşımlarla algıyı yönetir. Günlük hayatımızı etkileyen her şey siyasetin konusudur, bu tartışılmaz. Ancak günlük hayatta karşılaşılan sorunlara siyasetin ve siyasetçilerin bakışıyla, devletin ve devlet adamlarının bakışı farklı olmak zorundadır. Zira siyasi partiler seçimlere gebedir, taraftır. Ancak devlet, toplumun her kesimi kapsamak zorundadır. Bu anlamda, eğilip bükülen algının yönetildiği siyaset arenası doğal karşılanabilir. Ancak hukukun konusu olan olayları yoruma dayalı hale getirmek, devletin temelini sarsar. Doğru mutlaktır. Verinin kendisi değil, veri bilimsel yöntemlerle elde edilebilmişse çıktısı itibariyle yoruma açıktır. Dolayısıyla da “Nasıl okumalıyız?” sorusunun öznesi siyasettir, siyasetçidir. Devletin kurumlarının ve temsilcilerinin söylemleri yoruma açık olmamalıdır. Yoruma dayalı olan bilgi ve tespitler haliyle özneldir. Yorum; kişinin algısı, eğitimi, geçmişi, ailesi ve dahi büyüdüğü coğrafyayla harmanlanan bir bakış açısıdır, kişiye özeldir.

Türkiye’nin son günlerde önemli gündemleri var; Sinan Ateş cinayeti, Ayhan Bora Kaplan davası, Osman Kavala ve Gezi Davası tutuklularının yandaş bir yazar tarafından gündeme getirilmesi, yeni eğitim müfredatı, Yargıtay’da ancak 36 turda çözülen başkanlık yarışı, etki ajanlığı meselesi gibi. İdeal bir ortamda, hukukun üstünlüğünün tartışılamayacağı demokrasilerde “Nasıl okumalıyız?” sorusunun öznesi, bu başlıklardan hangisi olabilir dersiniz? Hiçbiri. Peki biz bu başlıkların hangisiyle ilgili “Nasıl okumalıyız?” diye düşünüyoruz? Hepsiyle ilgili. Çünkü Sinan Ateş cinayeti, münferit bir cinayet davası değil. Çünkü Ayhan Bora Kaplan davasında, ilgili tutuklamayı yapan hemen her emniyet mensubu görevden alındı. Çünkü Osman Kavala ve Gezi Davası tutuklularının davasındaki yumuşama meylinden sonra adeta bir güç savaşı yaşanıyor ve Sinan Ateş/Ayhan Bora Kaplan davaları bir koz savaşı gibi ortaya dökülüyor. Çünkü yeni müfredat, çağdaş ve Atatürk ilkelerine bağlı bir eğitim sistemini değil; siyasal iktidarın var etmeye çalıştığı din temelli eğitime göre hazırlanmış. Çünkü Yargıtay, bağımsız olması gerekirken partilere, tarikatlara bağlı olduğu bilinen üyeleriyle bir seçim yarışına girdi ve bu yarış güçler dengesini ortaya koydu. Çünkü etki ajanlığı denilen şey, bu dijital çağda bu sosyal medya dünyasında herkesi kapsar.

İşte bu yüzden her bir gündemde, asıl olanla gösterilen arasındaki farkı görmek sadece günlük siyasi gelişmeler için değil, Türkiye’nin demokrasi eksenine yeniden girip bir hukuk devleti olarak kurulduğunun hatırlanması için de çok önemli. “Nasıl okumalıyız?” sorusuna verilecek gerçek cevaplar, bugünü doğru okuma faydasından çok; Türkiye’nin bile isteye değiştirilen ekseninin kurucu ayarlarına geri dönülmesini sağlayacaktır.

Ceren Kumbasar Mumay
Latest posts by Ceren Kumbasar Mumay (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir