Yaşamak şakaya gelmez

Yaşamak şakaya gelmez

Mükemmel Günler’in basit, neredeyse diyalogsuz hikayesiyle sıkılmadan geçecek 2 saat hayatınızı değil varoluşumuzu sorgulamak için başlangıç noktası olacak. Saf anlamıyla ekolojinin bir seçenek değil zorunluluk olduğunu anlamak için bir başlangıç noktası.

Eğer 100 yaşına dek yaşarsanız tanık olabileceğiniz gün doğumu sayısı 36525’dir. Sıkı bir çabayla 12 saatte 36525’e kadar sayabilirsiniz. İnsan aklının ürünüdür dünyadaki varlığına hayatın bu basit günlük döngüsüne ilave pek çok farklı şey katmak. Doğada insandan başka güneşin etrafında atılan o mucizevi 24 saatlik turun parçası olmaktan daha fazlasını uman hiç bir canlı yok desek abartmış olmayız.

İnsana akıl denilen varoluş bilincinin nasıl ulaştığını ister yaradılışın akıllara ziyan bilimdışı kuramı ile isterse evrimin kalp kıran katı gerçekçiliği ile açıklayın sonuç değişmez. İnsan sahip olduğu akılla dünyadaki tüm canlılara hükmetmeye heveslenmekle yetinmez bir de üstüne bu azami 35-40 bin günlük yolculuğu hiç bitmeyen bir biriktirme ve çoğaltma mücadelesine dönüştürür.

Çok satan Homo Sapiens kitabında neanderthal insanını yenen büyük atamızın genlerine atfedilmiştir bu bitmeyen mücadele. Avcı toplayıcılıktan tarım toplumuna geçiş insanlığa Facebook’tan İHA’lara SİHA’lara pek çok buluşu bahşetse de unutturduğu güneşin her gün hiç yorulmadan doğmasının olmasa da en azından onu bizim görebilmemizin bir mucize olduğu gerçeği oldu.

Mükemmel Günler’in Hirayama’sı babamın güneşten aldığı hazzı her sabah gökyüzüne bakarak kutluyor. Her sabah evinden gökyüzüne gülümseyerek çıkıyor. Güneşin doğuşunu bir kez daha görebilmiş olmanın gülümsemesi bu.

MÜKEMMEL GÜNLER’İN HİRAYAMA’SI VE BABAMIN GÜNEŞTEN ALDIĞI HAZ

Dün ölüm yıldönümüydü babamın. Son 1 yılı Kanserin hükmünde geçmişti. Güçten düşen bedenini güneşin parlak ışıklara verir, bu ışıktan hiç mahrum olmamayı dilerdi. Mükemmel Günler’in Hirayama’sı babamın güneşten aldığı hazzı her sabah gökyüzüne bakarak kutluyor. Her sabah evinden gökyüzüne gülümseyerek çıkıyor. Güneşin doğuşunu bir kez daha görebilmiş olmanın gülümsemesi bu.

Bir evi, bir işi var. Arabayla işe gidebiliyor ama iş dışı zamanlarda yol alabilmek için de bir bisikleti de var. Daha çok arabada dinlediği kasetleri, fotoğrafçıda tab ettirdiği resimleri çektiği bir fotoğraf makinesi ve haftada 1 defa sahaftan aldığı kitapları var. Öğlenleri parkta sandviç yiyerek kahvaltı ediyor ve tatil günlerinde mutlaka meyhaneye gidip 2 tek atabiliyor.

İşi ise pek çokları için hayatta başarısızlığın diploması olabilecek kadar iç karartıcı. Şehrin dört yanına yayılmış ücretsiz tuvaletleri temizlemek.
Bir tuvalet temizleyicisi her gün tuvalet temizlemek için uyanıyor ve her güne güneşi ilk defa (belki de son) görür gibi heyecanla başlıyor.
Lou Reed arka fonda Mükemmel Günü anlatıyor :

“Sadece mükemmel bir gün/Parkta sangria içer/Ve daha sonra/Hava kararınca eve gideriz
Sadece mükemmel bir gün/Hayvanat bahçesindeki hayvanları besler/Daha sonra da bir film izler
Ve sonra eve gideriz…”

Mükemmel günün başından sonuna sağlık içinde nefes aldığımız bir gün olduğunu hatırlamak için böyle bir film izlemeye ihtiyacımız var mı?

İstanbul gibi ve İstanbul’a benzemek için yarışan Türk tipi şehirlerde üzerimize yürüyen betondan canavarları giderek daha da büyütmeye olan iştahımızla özellikle tam da bizim ülkemiz için Wim Wenders’in 2 saat boyunca üşenmeden anlattığı hikayenin okullarda ders olarak anlatılmasına ihtiyaç var.

WIM WENDERS’İN HİKAYESİNİN DERS OLARAK ANLATILMASINA İHTİYAÇ VAR

İstanbul gibi ve İstanbul’a benzemek için yarışan Türk tipi şehirlerde üzerimize yürüyen betondan canavarları giderek daha da büyütmeye olan iştahımızla özellikle tam da bizim ülkemiz için Wim Wenders’in 2 saat boyunca üşenmeden anlattığı hikayenin okullarda ders olarak anlatılmasına ihtiyaç var.
Hayatın daha çok belirsiz (yada aşırı belirli) bir geleceğe yatırımdan ibaret olmadığı bu ülkede yazık ki filmlerde anlatılmıyor. Wim Wenders bir Türk değil ve belli ki dünyanın da genel olarak gidişinden memnun değil ki böyle bir film yapmış ama bu bizim aklımızı başımızı almak zorunda olduğumuz gerçeğini değiştirmiyor.

Japonya’da baş döndüren teknolojinin ve mükemmel arabaların arasında her günü kutlayarak yaşayabilmenin filmini yada Nazım Hikmet’in kısa anlatımıyla “mutluluğun resmini” yapmak…. Bu nasıl olacak?
Hümanist düşüncelerin, barışçıllığın , hırstan arınabilmenin hedeflendiği bir dünya kurmak….
Bu dünya sadece zihinlerimizde kurulabilir. Gelişmenin bir amaç değil bir araç olduğunu ve sınırlarının olması gerektiğini anlamak bir zihinsel devrime ihtiyaç duyar. Yine bir Japon olan Kohei Saito’nun eko-sosyalist “tersine gelişme” tezlerini benimsemek için vakit belki de o kadar erken değil. Geç bile kalmış ve gerçekten gelişmenin sınırlarına varmış olabiliriz.

Mükemmel Günler’in basit, neredeyse diyalogsuz hikayesiyle sıkılmadan geçecek 2 saat hayatınızı değil varoluşumuzu sorgulamak için başlangıç noktası olacak. Saf anlamıyla Ekolojinin bir seçenek değil zorunluluk olduğunu anlamak için bir başlangıç noktası.

Çağatay Arslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir