Srebrenica, bir daha asla

Srebrenica, bir daha asla

Soykırımın simgesel günü olan 11 Temmuz’da, Republika Srpska yönetimindeki Srebrenica kasabasında, senenin en görkemli eğlenceleri düzenleniyor, konserler veriliyormuş. Bütün bunları görüp Miloseviç hayranı Peter Handke’nin 2019’da Nobel Edebiyat Ödülü kazanmasını insanın içi almıyor, bir mana veremiyor.

Bazı yerlerin tarihinde bir olay olur ve orası artık başka türlü anılamaz.

Srebrenica da bu yerlerin başında geliyor hiç şüphesiz.

Srebrenica’nın tarihi 1995 senesinde durdu adeta ne sanayi ne otomobil aküsü üreticiliği ne başka bir şey, tek kelime: Soykırım.

Srebrenica’ya, soykırımın izlerini görmeye giderken aklımda hep Milosevic, Karaciç ve Mladiç triumvirası vardı, nasıl olup da binlerce insanın ölüm emrini verebildikleri…

Saraybosna’dan Srebrenica istikametinde gitmek için yola çıkınca arka arkaya iki tabela dikkatimi çekiyor: İlki, “Republika Srpska’ya hoşgeldiniz”; ikincisi, “Doğu Sarabosna’ya hoşgeldiniz”.

Yalnız ikinci tabelanın altında dipnot gibi bir de açıklama yer alıyor: “157 bin Sırp’ın terk etmek zorunda kaldığı şehir.”

Republika Srpska, 9 Ocak 1992’de, daha sonra Lahey’de “savaş suçlusu” bulunan Radovan Karaciç tarafından kuruldu, dediğimizde izah etmemiz gereken bir soru daha çıkıyor hemen.

Bir soykırım suçlusunun kurduğu yapı bugün eğer çok güçlüyse, nihai durum o yapının kazandığını mı yoksa yenildiğini mi gösterir?

Republika Srpska mesela bir özeleştiri verse ve giriştiği etnik temizlik harekâtının suçlularını içinden çıkarıp atsa, herhalde kimsenin diyecek bir lafı olmaz.

Ama soykırım suçluları hâlâ birer “vatan kahramanı” gibi anılıyorsa, burada ciddi bir sorun olduğunu görmemiz gerekir.

Misal, şöyle gazetelere bakıyorum, Republika Srpska’nın kuruluşunun her sene olduğu gibi bu sene de Banja Luka’da coşkuyla kutlandığını görüyorum.

Bense bir 10 Ocak günü gittim Srebrenica’ya.

Öyle yerlerden geçiyoruz ki insanın kendini Sırbistan’da hissetmemesi olası değil.

Her yerde Sırbistan ve neredeyse aynısı olan Republika Srpska bayrakları, neredeyse her apartmanın cephesinde, her camda, boş buldukları her yerde dalgalanıyor.

Bu sakilliği görünce aklıma tabii Çetin Altan’ın müthiş saptaması geliyor.

Çetin Altan, Türklerin her yere devasa bayraklar asmalarının altında yaşadıkları coğrafyaya yerleşememişlik duygusunun olduğunu söyler ve şöyle bir örnek verirdi: “Evinizin duvarlarına kendi adınızı böyle kocaman harflerle yazma ihtiyacı hissettiniz mi hiç?”

Republika Srpska’da yaşayanların bayrak fetişizmi de bende aynı duyguyu uyandırıyor: Yerleşememişlik, dahası, buradaki özel durumda başkasının toprağında olduğunu bilmenin suçluluk duygusu.

Dolayısıyla, buradakilerin milliyetçilikleri muhtemelen Sırbistan’daki Sırp milliyetçiliğinden daha keskin ve tavizsizdir.

Yol üstünde bir kasabayı geçerken rehberim Cengiz arabayı kenara çekti.

“Edin Salahareviç, döneminde Yugoslavya’nın en büyük basketbolcularından biriydi. Herkes tanırdı, dünyanın gözü üstündeydi. Republika Srpska ordusu onu babasıyla birlikte kaçırdı ve bütün tekliflere rağmen serbest bırakmayı kabul etmedi. Peki, Salahareviç hangi takımın oyuncusuydu? Bosna’nın mı? Hayır. Yugoslavya’nın. Yani hem kaçıranların hem kaçırılanların milli takımı.”

Dili dolanınca konuşmasına ara veriyor.

“Kemikleri 2009 senesinde bir toplu mezarda bulundu. Geçen sene, kardeşi, doğdukları ve şimdi tabii ki başkasının eline geçmiş olan evlerini görmeye gitti. Evin bahçesine girdiğinde komşu evden patlak bir basketbol topu fırlattılar.”

Salaharevic’in korkunç hikayesi bize yaşananların ne kadar bilinçli ve nefretin hâlâ ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

Tam çevirisi “Gümüşköy” olan Srebrenica, soykırımdan önce bir madencilik adası, suyunun şifalı olduğu söylenen bir spa beldesiymiş.

Srebrenica’ya yaklaşırken Nova Kasaba’ya geliyoruz, cami 16. yüzyıldan kalma, kilise ise bu yenilerde yapılmış.

Ama kiliseyi konumlandırdıkları yerle kasabanın meydanını da değiştirmişler.

Böylece, kadim bir Müslüman kasabası, kendini bir Ortodoks kasabası olarak bulmuş.

Bu insanlar bölgeyi rızalarıyla terk etmemişler ya da çoğunluğun içinde zamanla erimemişler, düpedüz etnik temizliğe uğratılmışlar, soykırımla karşılaşmışlar.

Milyon civarında insanın savaş yüzünden evini terk ettiği tahmin ediliyormuş.

Zaten bu metruk binaları her yerde görmek mümkün, kimi harap kimi yıkık, öylece bekliyorlar.

Binaların bazılarında mermi izleri görülüyor.

Ama onların arasında bir kadın kahramandan söz etmezsem olmaz: Nana Fata Orlovic.

Nana Fata’nın ailesindeki erkeklerin tümü öldürülmüş, o da çareyi altı çocuğuyla birlikte İsveç’e gitmekte bulmuş.

Çocukları dönmek istemese de Nana Fata savaştan hemen sonra kendini ait gördüğü toprağa, evine geri gelmiş.

Republika Srpska için on üç yaşından büyük olan herkes yetişkin kabul edildiği için hepsi öldürülmüş ama o dinlediğim kişi, on üç yaşında olduğu için, bir şekilde, kendisini katliamdan kurtarmış.

1997’de geldiğinde arazisinde evinin olmadığını, bahçesinin olması gereken yerdeyse bir ortodoks kilisesi dikildiğini görmüş.

Dava açmış ama ilk davayı kaybetmiş.

Republika Srpska’nın kendisine teklif ettiği büyük meblağdaki paraları reddetmiş ve davayı AİHM’e taşımış, en nihayetinde 2018’de haklı bulunduğu sonuca bağlanmış, 2021’de de kilise bahçeden kaldırılmış.

Nana Fata’nın evini dışarıdan gördüm.

Barınma ihtiyacını sağlayan bir konuttan çok meydan okuyuşun simgesel yapısı gibi göründü bana.

Tabii Nana Fata’dan sonra ne olacak, sadece onun evi değil, Boşnakların bölgedeki izi, tarihi ne olacak, hayata farklı ülkelerde başlayan yeni nesiller bu meydan okuyuşu sürdürecek mi yoksa boş mu verecek; bunu da zaman gösterecek.

Srebrenica’ya çok yaklaştık, Kravica’dayız.

Bu kasaba, kitlesel kıyımın en feci şekilde uygulandığı yerlerden biri.

1.300 Müslüman Boşnak erkeği, eskiden fabrika binası olan bu yapının içinde öldürülmüş.

6-7 ay öncesine kadar mermi izleri dururken, Srebrenica Belediyesi, cepheyi güzelce yeniletmiş ve savaşın bütün izlerini temizlemiş -gizlemiş.

Ama dikkatli bakan gözler için içerideki mermi izleri hâlâ görülebiliyor.

Birleşmiş Milletler Koruma Gücü, Srebrenica’yı “güvenli alan” ilan ettikten sonra kasabanın nüfusu ansızın 12 binden 50 binlerce fırlamış.

Barınacak yeterli hane olmadığı için pek çoğu sokaklarda yatmaya başlamış, Srebrenica’da alışılagelmedik bu yeni düzen birkaç hafta içinde kurulmuş.

Ağır çekim bir soykırım, günden güne hayata geçmiş.

Önce Kanada, arkasından da Hollanda bölgeye gelip “güvenli alan” oluşturduğunu söyleyince Boşnaklarda bir umut uyandı ama felaketlerin en büyüğü aslında kendilerini bir ölçüde güvenli saydıklarında yaşanmış.

Bu bilgileri, BM adına burada görev yapan Hollanda birliğinin karargâh olarak kullandığı yapının içindeki anı müzesinden alıntıladım.

Detayları bilmeyenler ya da unutanlar için soykırımın gelişini gün gün anlatmışlar.

Hollanda birliğinin başında Tom Karremans diye biri vardı ve Mladiç’in askerleri bu zayıf birliğe saldırdığında Hollandalıların neredeyse tamamını esir almayı başardı.

Ve sonra, esir askerlerin serbest bırakılması için Mladiç ile Karremans görüştü, kimilerine göre onu sorguladı, yapabileceklerini anlatarak korkuttu, sindirdi.

Ama şunu biliyoruz ki amacına ulaştı ve Karremans’ın birliği Mladiç’in ordusuna her istediğini yapabilmesini sağlayacak imkânı sağladı.

En az 8.372 kişi birkaç gün içinde öldürüldü.

Hatta Karremans, karargâhına sığınan Boşnakları da Mladiç’e vermekten çekinmedi.

Onları öldürerek değil sürerek yok edeceğini söylemişti Mladiç, ama Karremans buna inanmıştı.

Seneler sonra, Hollanda, o sığınan üç yüz kadar kişinin öldürülmesinden sorumlu tutuldu ve tazminata mahkûm edildi.

Oysa, Hollanda’nın sorumluluğu karargâhın içinden ibaret değildi, bütün bölgenin sorumluluğu onlardaydı.

Dolayısıyla, bugün hâlâ soykırım suçlularının bir şekilde paçayı sıyırdıklarını -üzülerek ve öfkeyle- söyleyebiliriz.

Karargâhta soykırımdan kurtulan birinin yaşadıklarını dinledim, gerçek görüntülerden oluşturulmuş yarım saatlik bir film seyrettim.

Hollanda’nın sorumluluğu karargâhın içinden ibaret değildi, bütün bölgenin sorumluluğu onlardaydı. Dolayısıyla, bugün hâlâ soykırım suçlularının bir şekilde paçayı sıyırdıklarını -üzülerek ve öfkeyle- söyleyebiliriz.

Republika Srpska için on üç yaşından büyük olan herkes yetişkin kabul edildiği için hepsi öldürülmüş ama o dinlediğim kişi, on üç yaşında olduğu için, bir şekilde, kendisini katliamdan kurtarmış.

Ailesini bir daha görememiş, hepsi öldürülmüş.

Karargâhtan çıkıp sekiz kilometre ilerdeki Srebrenica kasabasının içinde bir tur attım.

Ne bir lokanta vardı ne bir pastane ne kahve ne başka bir şey.

Sanki savaş hiç yaşanmamıştı ama bu insanlara bir şey olmuştu ve sosyalleşmekten de vazgeçmişlerdi.

Dönüşte Srebrenica soykırımının şehitliğine uğradım.

Bugün hâlâ yeni kemikler bulunuyor, tespiti yapıldıktan sonra mezara gömülüyormuş.

Bazı ölülerin kemikleri de başka başka yerlere gömüldüğü için bazen onları bir araya getiriyor bazen de yeni ölüler için mezar açıyorlarmış.

Soykırımın simgesel günü olan 11 Temmuz’da, Republika Srpska yönetimindeki Srebrenica kasabasında, senenin en görkemli eğlenceleri düzenleniyor, konserler veriliyormuş.

Bütün bunları görüp Miloseviç hayranı Peter Handke’nin 2019’da Nobel Edebiyat Ödülü kazanmasını insanın içi almıyor, bir mana veremiyor.

Handke, Republika Srpska’nın davetlisi olarak Banja Luka’daki törene gelmiş, oradan da Vişegrad’a uçmuş.

Vişegrad’ın bugün en bilinen oteli olan Vilina Vlas’tq kalmış.

O Vilina Vlas ki yüzlerce Boşnak kadının sistematik tecavüze uğradığı, binlerce kişinin işkence gördüğü, öldürüldüğü bir merkez olarak “hizmet etmişti” savaş boyunca.

Handke orada mutlu uyumuştur.

Bilgehan Uçak
Latest posts by Bilgehan Uçak (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir