Mostar yolunda

Mostar yolunda

Mostar’a gelmeden her köşe bucağı çevrelemeye başlayan Hırvatistan bayrakları insana kendisinin Bosna-Hersek’te değil de Hırvatistan’da olduğunu düşündürüyor. Buna bir de Poçitel’e gelmeden önce geçtiğimiz köprülerden birinin adının Franjo Tucman olabildiğini ekleyin, varın durumun vahametini siz düşünün.

Saraybosna’dan Mostar’a gitmeye karar verdiğinizde Bosna’dan da Hersek’e gitmiş oluyorsunuz.

Hersek’e varmadan kelimenin kökenini anlatayım istiyorum: Osmanlı’nın eline en son geçen bölge Mostar civarındaki Hum Prensliği olmuştu. Hum Prensi Stefan Vukcic Kosaca da Kutsal Roma İmparatoru’ndan “Dük” unvanı almıştı. Bu unvanın Almancası olan “Herzog”u kullanmayı tercih etti. Dolayısıyla, hakim olduğu bölgeye de Herzegovina dendi. Osmanlılar ise Herzog’u kendi dillerine uyarlayıp buraya “Hersek” adını verdiler.

Yamaçlara kurulmuş küçük Boşnak köylerini izleyip dağları delen tünelleri geçerek yol üstündeki ilk durağa geliyoruz: Konjic.

Bosna-Hersek, bir “güzel köprüler” coğrafyası, gerçi Balkanların tamamı öyle.

Konjic Köprüsü, 14. yüzyılda ahşaptan yapılmış ama tabii ki nehrin dalgalarına direnememiş, yıkılmış, bugünkü taş köprü Avcı Mehmed döneminde inşa edilmiş, 1682’de.

Ama bu da orijinali değil, aslına uygun şekilde yeniden inşa edilmiş hali, çünkü işgal sırasında Naziler bu köprüyü havaya uçurmuşlar.

Konjic’i meşhur edenlerden Niksic ailesi, ahşap oymacılığındaki hünerlerini nesilden nesile aktararak burada bir de müze kurmuş.

Müzeyi gezmedim, onun yerine Konak adlı restoranda köprüye karşı bir Boşnak kahvesi içtim.

Konjic’ten Mostar’a uzun ama güzel bir yol var.

Gene de biz her zamanki gibi iki nokta arasına olabilecek en uzun şekilde gidelim ki hedefe vardığımızda görülecek şeyleri olabildiği ölçüde görmüş olalım.

Kravica şelalesine giderken bir tepenin üstündeki hisar dikkat çekiyor, buralara adını veren Herzog Stefan yaptırmış.

Hatta zamanla Hersek içinde bir de Stefangrad diye bir yer kayıtlara geçmeye başlamış.

Kravica şelalesi, gerçek bir doğa harikası.

Yazın, hatta baharda bile insanlar burada gelip yüzüyorlarmış.

Ben bir kış günü geldiğim için yüzemedim ama bir süre, başkaca hiçbir şey yapmadan, öylece durup çağlayarak akan suyun sesini dinledim.

Şu güzel Poçitel’de gördüğüm her şeyin banisi olan Şişman İbrahim Paşa’nın kimliğini de Evliya Çelebi’den öğrenelim: “Vezîriâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın adamı İbrâhim Kethüdâ…”

Sonra, içim burayı bırakmak istemese de, Poçitel’e doğru devam ettim.

Poçitel’i, benim o bayıldığım, Balkanların köşe bucağında aradığım dokusuyla karşımda görünce heyecanlandım.

Minimini bir köy ama görkemli gözükmeye çalışan yamacın ucundaki hisarı, yıkıldığını belli etmemeye çalışan camisi, mektebi, medresesi, hamamı ve taş evleriyle, birörnek sokaklarıyla adeta bir başka zamanı bugüne taşıyor gibi.

16. yüzyılın ikinci yarısında inşa edilen Şişman İbrahim Paşa Camii de 1993’teki Hırvat mezaliminden payına düşeni almış, yerlebir edilmiş.

Avluya dizilmiş caminin orijinal taşları kırık dökük de olsa yapılanlara meydan okuyor.

Şu güzel Poçitel’de gördüğüm her şeyin banisi olan Şişman İbrahim Paşa’nın kimliğini de Evliya Çelebi’den öğrenelim: “Vezîriâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa’nın adamı İbrâhim Kethüdâ…”

Stratejik bir öneme sahip olan Poçitel, 1471’de Osmanlı’ya katılmış.

Bu Poçitel bu kadar küçük olmasa benim birkaç gece geçirmek isteyeceğim bir yer olurdu hiç şüphesiz.

Tabii acıktık, birazdan yemek arası verebiliriz.

Blagaj

O zaman Blagaj’daki balık lokantasında biraz soluklanalım.

Alabalık benim mümkünse tercih etmediğim balıklardan biridir ama Vrelo’da özellikle alabalık yemek tavsiye edildiği için burada alabalık yedim.

Evet, Blagaj’da manzaraya karşı yemek iyi ama günün sonunda alabalık, alabalıktır; çok da bir şey beklememek gerekir.

Blagaj’ı meşhur eden 16. yüzyıl başlarından kalma tekkeyi de ziyaret ettim.

Dua odasını, çilehaneyi, mutfağı; üst katta ise oturma odasını, zikirhaneyle hamamı, bir de şömineli yemek odasını gezdim.

Blagaj tekkesine dair ilginç bir anekdot, Fethullahçılar güçlüyken bu tekke de Cemaat’in kontrolündeymiş, 2016’dan sonra pek çok şey gibi bu tekkeye de veda etmişler.

İşte böyle böyle geldik Mostar’a, ama bu şehre dair konuşmak istediğim çok daha ciddi meseleler var.

Daha Mostar’a gelmeden her köşe bucağı çevrelemeye başlayan Hırvatistan bayrakları insana kendisinin Bosna-Hersek’te değil de Hırvatistan’da olduğunu düşündürüyor.

Buna bir de Poçitel’e gelmeden önce geçtiğimiz köprülerden birinin adının Franjo Tucman olabildiğini ekleyin, varın durumun vahametini siz düşünün.

Mesele tabii ki bayraklar değil, o olmuş bu olmuş, benim için çok mühim değil ama bu “sürekli fethetme ve işgal altında olma hislerinin” bir kıvılcımı yeniden çakması muhtemel gözüküyor.

Bosna-Hersek’tesiniz ama Republika Srpksa bölgesinde sadece Sırp bayrakları, güneyde sadece Hırvat bayrakları dalgalanıyor; müseccel faşistlerin isimleri yollara, köprülere verilebiliyor.

Mostar’da bu konuları etraflıca konuşuruz.

Bosna-Hersek yazıları serisinin beşinci yazısını okumak için lütfen tıklayınız

Bilgehan Uçak
Latest posts by Bilgehan Uçak (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir