Toplumun siyaseti yönlendirdiği anlar vardır

Toplumun siyaseti yönlendirdiği anlar vardır

Son birkaç seçimin gösterdiği gibi bugün kültür savaşlarının anlamını kaybettiği ve insan merkezli bir dirilmenin yaşandığı bir iklimi soluyorsak, bu, toplumsal iradenin, toplumsal eğilimin eseridir.

Beka söylemiyle uzun süre yönetilebilir bir toplum hiç olmadık. Siyasi otoriter dönemlerin baskınlığa rağmen, kutuplaşmaya, öteki fikrine dayanan, salt kriz diline dayanan içe kapanmacı iklim aslında bu ülkenin ruhuna uygun bir tarz değildir ve uzun sürmez.

Son birkaç seçimin gösterdiği gibi bugün kültür savaşlarının anlamını kaybettiği ve insan merkezli bir dirilmenin yaşandığı bir iklimi soluyorsak, bu, toplumsal iradenin, toplumsal eğilimin eseridir.

Türkiye toplumunun dokusunda otoriter siyasetin uzun vadede sürdürülemez olduğunu düşündüren iki temel husus bulunur.

Kimlikçi-otoriter siyasetin ölçüsü kaçınca, ülkenin cemaatçi dokusunun, kimliklere dayalı çok parçalı toplumsal yapısı bir panzehir gibi devreye girer. Zira toplulukçu siyaset, böyle bir yapıda, sonunda adına hareket ettiği kesim dahil olmak üzere tüm kesimlere zarar verir. 

AK Parti’nin bugün yaşadığı örselenme de bir ölçüde buradan kaynaklanıyor.

Toplulukçu siyaset, kutuplaşmanın, otoriter ve kimlik merkezli keyfi bir yönetimin kapısını açar. Kişi, kişiselliğin hükümranlığını davet eder, kurumların yapısını, siyasi gelenekleri bile altüst eder. Bunun bedeli kültürel, ekonomik, siyasi alanların kendi kurallarından koparılması, keyfi ve tekelci yönetime maruz kalmasıdır. Bu ise, ülke bakımından değil, topluluklar açısından da siyasi, ekonomik, ahlaki altüst oluşlar ve krizler serisiyle tanışmak demektir. Bu noktada zora düşen sadece karşı kimlikler olmaz, hakim kimlik dahil tüm topluluklar ahlaki, siyasi, ekonomik sarsıntılar yaşarlar. Supap işlevini gören ortak alanları ayakta tutan, “kişi ve kimlik faydası” arasında bağ kuran rasyonalite tahrip olur. Adım adım tüm toplumu kuşatan umutsuzluk, hukuksuzluk, hakkaniyet eksikliği, kişiye ve kibire olan tepkiyle beslenerek sonunda kuvvetli bir rüzgara döner, otoriter-kimlikçi siyaseti önüne katarak süpürür.

Milli Görüş’ün yerini bir kişinin, Erdoğan’ın alması ve bunun derin muhafazakar kesimdeki sonuçları bu durumun bir örneğidir.

Türkiye’de kimlik egemen toplumsal yapının denge unsurlarından birisi, aynı anda kişisel fayda, topluluk faydası, toplum faydası kefelerini içeren hassas terazidir. Sistemin rasyonelliği ya da rasyonellik tanımı bu kefelerin varlığı kadar, bunlar arasındaki geçişleri ve dengeyi varsayar. Her fayda kefesi diğer kefelerin varlığını koruyan bir işlev görür. 

HASSAS TERAZİ

Otoriter politikaların uzun süre sürdürülemez olmasının ikinci nedeni, fayda meselesinin iç dengeleriyle, ekonomi politiğiyle ilgilidir. Türkiye’de kimlik egemen toplumsal yapının denge unsurlarından birisi, aynı anda kişisel fayda, topluluk faydası, toplum faydası kefelerini içeren hassas terazidir. Sistemin rasyonelliği ya da rasyonellik tanımı bu kefelerin varlığı kadar, bunlar arasındaki geçişleri ve dengeyi varsayar. Her fayda kefesi diğer kefelerin varlığını koruyan bir işlev görür. 

Nitekim tarih, kemalizmin kısmi dönüşmesinde, 28 Şubat’ta muhafazakâr değer-çıkar ayrışmasında, hendek siyasetine yönelik bölge tepkisinde olduğu gibi İslami kesimden Kürtlere, seküler kesimden Alevilere değin her katmanda “rasyonellik-çıkar-kimlik” ilişkisini kanıtlayan onlarca tarihsel örnekle doludur.

Türkiye bugün bu serüvenin tüm yönlerini yaşıyor.

Sonuç olarak, başta muhafazakâr ve Kürt seçmen olmak üzere kutuplaşma ve kutuplar karşısında merkezde yeni alan oluşturma, merkeze yer açma ciddiye alınması gereken, önümüzdeki yılları belirleyecek bir toplumsal tepkidir.

MERKEZDE YENİ ALAN OLUŞTURMA

Bir yandan iktidarın adına hareket ettiği kimliğin varlığına ve değerlerine ilişkin saha genişliyor. Diğer yandan bu genişleme kaotik, kuralsız, ötekinin ve ortak değerlerin aleyhine oldukça, “yargı ve adalet”, “seçim ve demokrasi”, “siyaset ve hakkaniyet”, “ekonomi ve rasyonellik” arasındaki bağlar gitgide kopuyor. Bunlar ise Türkiye’yi her geçen gün biraz daha boğuyor. Kutuplaştırıcı siyaset, adım adım, iktidarı destekleyen grupların temel değerlerinin aleyhine de sonuçlar üretiyor.

Nitekim muhafazakâr seçmenin bir bölümünde başlayan AK Parti’ye mesafe alma hali, otoriter tahripkar siyasete verilen, “kişi, kimlik, toplum çıkarları” bütünlüğüne ilişkin bir refleksten doğan rasyonel bir tepkidir. 

Sonuç olarak, başta muhafazakâr ve Kürt seçmen olmak üzere kutuplaşma ve kutuplar karşısında merkezde yeni alan oluşturma, merkeze yer açma ciddiye alınması gereken, önümüzdeki yılları belirleyecek bir toplumsal tepkidir.

28 Şubat sonrası, 2000’lerin başında Türkiye’nin siyasi denklemlerinden birisini kabaca şöyle tanımlıyorduk: Demokrasi istikametinde değişim, kendi içinde bir değişim yaşayabilirse çoğunluğu oluşturan muhafazakâr kitle ve ona dayanan siyaset tarafından gerçekleştirebilir. Bugüne uygun yeni denklemde muhafazakâr kesimin yeri hâlâ aynıdır. Gidişe dur deyişte belirleyici olan onların tavrı olacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir