İran – İsrail gerilimi bitti mi?

İran – İsrail gerilimi bitti mi?

İran, saldırılarına şimdilik son verdiğini açıklasa da İsral’in saldırılara karşılık vermesi beklenmedik bir gelişme olmayacaktır. İran-İsrail savaşının başlaması, bölgedeki istikrarı ciddi şekilde tehdit edeceği gibi bu ihtimal, küresel çapta ciddi sonuçlara gebe bir durumu teşkil etmektedir.

Orta Doğu, uzun yıllardır siyasi çekişmelerin, askeri çatışmaların ve jeopolitik gerilimlerin merkezi olmuştur. Bu bölgedeki en önemli oyunculardan biri İran, diğeri ise İsrail’dir. İki ülke arasındaki ilişkiler gerilimli uzun bir geçmişe sahip olurken son yaşanan İran saldırısı, bu gerilimi bölgede bir savaş tehlikesi yaratma potansiyeline taşımıştır.

İran ve İsrail arasındaki çatışmaların kökleri derinlere kadar uzanan bir hüviyete sahiptir. İran İslam Cumhuriyeti, İsrail’i yok etmeyi amaçlayan açık bir retorik benimseyerek Filistin halkının haklarını desteklediğini iddia ederken İsrail ise, İran’ın nükleer programını ve bölgedeki yayılmacı politikalarını ciddi bir tehdit olarak görmekte ve İran’ın bölgedeki nüfuzunu sınırlamak için çaba göstermektedir. Ayrıca, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerdeki çatışmalarda İran’ın etkili olduğu ve İsrail’in buna karşı askeri müdahalede bulunduğu bilinmektedir.

Bu durum, bölgedeki tansiyonu sürekli olarak yükseltirken İran’ın nükleer programla ilgili uluslararası anlaşmaları ihlal etmesi ve İsrail’in bu ihlallere sert tepki vermesinin ardından İsrail’in, Filistin üzerindeki saldırıları bölgedeki gerilimi tırmandırmıştır. Son olarak İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluğu ve büyükelçilik konutuna saldırı düzenlemesiyle 13 kişi hayatını kaybetmiş hayatını kaybedenler arasında İran Devrim Muhafızları komutanlarından Tuğgeneral Muhammed Reza Zahedi de yer almıştır. İsrail’in diplomatik misyon saldırılarının ardından İran, misilleme mahiyetiyle bir hava harekâtı başlatarak 300’den fazla insansız hava aracı (İHA) ve füzelerle İsrail’e karşılık vermiştir. Ancak İHA’ları 2016 yılında Irak’ta IŞİD’e karşı kullanan İran’ın İsrail’e karşı düzenlediği hava harekâtı beklenilen etkiyi yaratmadığı gibi beraberinde “Dağ fare doğurdu.’’ yorumlarını getirmiştir.

Orta Doğu’da en fazla füzeye sahip olan ülke olan İran’ın füzeleri ordusunun en önemli parçalarından birini oluşturmaktadır. Zira Suudi Arabistan ve İsrail gibi rakipleriyle hava kuvvetleri bakımından rekabet edemeyen İran için bu füzeler, hava gücü açısından bir denge unsuru oluşturmaktadır.

İRAN’IN FÜZELERİ ORDUSUNUN EN ÖNEMLİ PARÇALARINDAN

İran’ın askeri gücü; asker sayısı bakımından Dünya’da 13.büyük, Ortadoğu askerî güçleri sıralamasında ise 3.sırada yer alsa da özellikle sınır dışı operasyonları adına zannedildiği gibi büyük bir askeri güç potansiyeli taşımamaktadır. İngiltere merkezli Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nün çalışmasına göre İran ordusunda 523 bin aktif personel olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının 350 bini ordunun ana gövdesinde, 150 bini Devrim Muhafızları’nda, 20 bini ise Devrim Muhafızları’nın donanma birliklerinde yer aldığı düşünülürken Devrim Muhafızları’nın, Besiç milis güçlerini de kontrol ettiği bilinmektedir. Ayrıca Besiç milislerinin yüz binlerce milisi mobilize etme gücü olduğu tahmin edilmektedir. 5 bin kişiden oluştuğu düşünülen Kudüs Gücü, Suriye Ordusu’na ve Beşar Esad yanlısı milislere danışmanlık yaparken Irak’ta IŞİD’in mağlup olmasına yardımcı olan ve Şiilerin kontrolünde bulunan bir milis gücüne de destek vermiştir. Orta Doğu’da en fazla füzeye sahip olan ülke olan İran’ın füzeleri ordusunun en önemli parçalarından birini oluşturmaktadır. Zira Suudi Arabistan ve İsrail gibi rakipleriyle hava kuvvetleri bakımından rekabet edemeyen İran için bu füzeler, hava gücü açısından bir denge unsuru oluşturmaktadır.

İran’ın mevcut gücü; potansiyel ordu kapasitesinden ziyade, bölgedeki çeşitli terör örgütleriyle kurduğu bağlantılara dayanmaktadır. Keza Tahran yönetimi İslam Devrimi sonrasında, stratejisini kurgularken daima terör yöntemini kullanarak siyasi amaçlarına ulaşmayı hedeflemiştir. Siyasi hedefleri uğruna Ortadoğu coğrafyası başta olmak üzere komşu ülkelerdeki dini ve etnik temelli terör örgütlerine çeşitli şekillerde desteklerde bulunan İran, terör örgütlerini destekleyerek onlarla işbirliği yapmak konusunda uzun bir geçmişe sahiptir. Özellikle İslam Devrimi sonrasında bölgedeki etkisi artan İran, terör örgütleriyle yakın temaslar kurmaya başlamıştır. Bu süreçte Hizbullah, Lübnan’da İran’ın önemli bir müttefiki olarak faaliyet gösterirken İran’dan finansal ve askerî açıdan destek almıştır. Bu sayede Hizbullah, bölgede İran etkisini artırmak için bir alan açmıştır. Zira devlet destekli terörizmde, terörist faaliyetleri yürütenler; kendilerini destekleyen devletin bir maşası olarak hareket etmektedir.

Timothy Bellon 1999 yılında yaptığı çalışmasında, terörizme destek veren ülkeler listesinde Irak, İran, Küba, Libya, Kuzey Kore, Sudan ve Suriye’yi gösterirken terörizme destek şekli ve desteğin seviyesine göre bu yedi ülkeyi, kategorizelendirmiştir. Bellon çalışmasında; yedi ülkeyi terörizme lojistik destek, daha üst seviyede operasyonel destek ve en üst seviyede terörizme doğrudan destek olmak gibi seviyelerine göre değerlendirirken yedi ülke içinde sadece İran’ın üç seviyede de terörizme destek olduğunu ve İran’ın dünyanın en önde gelen terörizm destekçisi devlet olduğunu belirtmiştir. Daniel Byman, devletlerin terör örgütlerine sağladıkları destekle ilgili çalışmasında ise İran’ın 1979 İslam Devrimi’nin ardından Hizbullah, Hamas, Filistin İslami Cihat, PKK, Irak İslam Devrim Konseyi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Tehrik-i Caferiye Pakistan, Suudi Hizbullahı ve Bahreyn İslamcıları gibi çeşitli örgütleri desteklediğini belirtmiştir.

Humeyni’nin liderliğinde hayat bulan İslam Devrimi’yle birlikte kendi tarihinin haricinde ABD ilişkileri ve dış politika eğilimlerinde yeni bir sayfa açan Tahran, Ortadoğu jeopolitiğinde tüm dengeleri değiştirecek bir politika geliştirmiştir.

İRAN İSLAM DEVRİMİ VE ORTADOĞU’NUN DEĞİŞEN DENGELERİ

İran, 1979 İslam Devrimi sonrasında Ayetullah Humeyni’nin iktidarı ele geçirmesiyle birlikte uluslararası terörizmle birlikte anılmaya başlamıştır. Ayetullah Humeyni terörizmi, yeni İslam Cumhuriyeti’nin gücünün bir uzantısı haline gelecek ve çıkarlarına ulaşmak adına kullanılacak yasal bir araç olarak konumlandırmıştır. Humeyni’nin liderliğinde hayat bulan İslam Devrimi’yle birlikte kendi tarihinin haricinde ABD ilişkileri ve dış politika eğilimlerinde yeni bir sayfa açan Tahran, Ortadoğu jeopolitiğinde tüm dengeleri değiştirecek bir politika geliştirmiştir. Bu süreçle İran’ın uluslararası alanda tecrid edilmesi, İran-Irak Savaşı’nda uluslararası aktörlerin Irak’ı destekleyerek İran’a karşı olumsuz tavır almaları önemli bir husustur.

Önemli miktarda Şii nüfusa sahip olan İran, Arap ülkelerine devrimi taşımak Ortadoğu’da İsrail karşıtlığı propagandası yapmak, Batı yanlısı Arap devletlerinde istikrarsızlık yaratmak, rejime muhalif olanları pasifize etmek ve kendisine tehdit oluşturan ülkelere karşı terör örgütlerini tampon olarak kullanmak amacıyla terörizmi yıllarca bir araç şeklinde kullanmıştır.

İran, ideolojisini yaymak ve politikalarını geliştirmek adına Ortadoğu, Orta Asya, Orta ve Güney Amerika’da terörizmi etkili bir enstrüman olarak kullanırken Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Güçlerini aktivite ederek bölgedeki etkin örgütleri iktisadi, askeri ve lojistik anlamda desteklemektedir. Bu doğrultuda İran’ın El-Kaide’ye verdiği destek, ABD’nin teröre destek veren ülkeler raporunda da ifade edilmiştir. Raporda; İran’ın Taliban rejiminin yıkılmasının ardından ülkeden kaçan bazı El-Kaide militanlarının kendi topraklarında barınmasına olanak sağladığı, El-Kaide militanlarını yargıya teslim etme konusunda ağırdan aldığı, gözaltına alınan militanların kimliğini kamuoyuna açıklamayı reddettiği ve 2009 yılından günümüze El-Kaide fonlarını Güney Asya ve Suriye’ye taşıdığı belirtilmiştir. Ayrıca İran, Türkiye’ye karşı yıllarca PKK terör örgütünü desteklemiştir. İran, örgütün kamplarına kendi topraklarında yer verirken silah, mühimmat, istihbarat, sınır geçiş imkânları ile fiziki boyutta da PKK terör örgütüne destek sağlamıştır.

İran’ın İsrail’e olan hava saldırısında ABD’nin üstlendiği hamiliğe bakılacak olursa; ABD, İsrail’i sadece kendi topraklarında koruma misyonuyla esasında Ortadoğu’da zayıflamaya başlayan mevcut otoritesini yeni bir caydırıcılık misyonuyla inşa etmeye çalışmaktadır.

ABD’NİN HAMİLİĞİ VE YENİ CAYDIRICILIK MİSYONU

İran’ın İsrail’e olan hava saldırısında ABD’nin üstlendiği hamiliğe bakılacak olursa; ABD, İsrail’i sadece kendi topraklarında koruma misyonuyla esasında Ortadoğu’da zayıflamaya başlayan mevcut otoritesini yeni bir caydırıcılık misyonuyla inşa etmeye çalışmaktadır. Biden yönetimi, son dönemde ABD’nin Ortadoğu’da elde ettiği ve eleştirilere maruz kalan “başarısız kariyerini’’ yeniden yapılandırırken yeni caydırıcılık inşasını, Irak ve Afganistan çeperinden farklı yeni bir Körfez politikasıyla şekillendirecektir.

İran, saldırılarına şimdilik son verdiğini açıklasa da İsral’in saldırılara karşılık vermesi beklenmedik bir gelişme olmayacaktır.

İran-İsrail savaşının başlaması, bölgedeki istikrarı ciddi şekilde tehdit edeceği gibi bu ihtimal, küresel çapta ciddi sonuçlara gebe bir durumu teşkil etmektedir. İki ülke arasındaki çatışma, bölgedeki diğer aktörleri de etkileyeceği gibi geniş çaplı bir bölgesel savaşa dönüşebilme ihtimalini taşımaktadır. Ayrıca, İran’ın bölgedeki petrol ve doğal gaz rezervleri üzerindeki kontrolü, enerji fiyatları ve dünya ekonomisi adına ciddi bir risk oluşturmaktadır. Bu tehlikeli durumu engellemek için uluslararası toplumun diplomasi ve diyalog yoluyla çözüm araması son derece önemlidir. Ancak her şeyden önce İsral’in Filistin üzerindeki saldırı ve işgale son vermesi bölgedeki huzurun kalıcı bir mahiyetle sağlanması gerekmektedir. Aksi halde, bölgedeki gerginliklerin giderek artması kaçınılmaz bir sonuç olacaktır.

Tunay Şendal
Latest posts by Tunay Şendal (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir