Soykırım suçunu işleyen bir rejim var olma hakkına sahip midir?

Soykırım suçunu işleyen bir rejim var olma hakkına sahip midir?

İsrail’in var olma hakkına yönelik sorgulayıcı bir tutum geliştirenlerin büyük bir bölümü, tezlerini genel olarak hukuka ama özellikle de uluslararası hukuka dayandırmakta. Bunun yanında konuya etik düzlemde bakanlar, soykırım suçunu işlemiş bir devletin meşruiyeti meselesini, Nazi Almanyasıyla karşılaştırmalı bir şekilde ele alıyorlar.

İsrail’in Gazze’de tamamen soykırıma dönüşen saldırıları, bir taraftan Filistin meselesinin farklı boyutlarını bizlere yeniden hatırlatırken İsrail’deki rejimin (Sadece Netanyahu değil yani) meşruiyetini ve var olma hakkını sorgulayan bir takım teorilerin bir kez daha gündeme gelmesine neden oldu. İsrail’in var olma hakkına yönelik sorgulayıcı bir tutum geliştirenlerin büyük bir bölümü, tezlerini genel olarak hukuka ama özellikle de uluslararası hukuka dayandırmakta. Bunun yanında konuya etik düzlemde bakanlar, soykırım suçunu işlemiş bir devletin meşruiyeti meselesini, Nazi Almanyasıyla karşılaştırmalı bir şekilde ele alıyorlar. Nasıl ki altı milyon Yahudinin katili olan Nazi devleti meşruiyetini ve bir anlamda var olma hakkını yitirdiyse İsrail de benzeri şekilde değerlendirmeye maruz kalabilir mi? 

Gazze’de İsrail’in gerçekleştirdiği eylemler, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında ciddi tartışmalara yol açtı. Birçok uzman ve akademisyen, bu eylemlerin soykırım suçu oluşturduğunu savunmakta ve bu konuda çeşitli görüşler ileri sürmektedir.

HUKUKÇULARIN GÖRÜŞLERİ

2024 yılında Gazze’de İsrail’in gerçekleştirdiği eylemler, uluslararası hukuk ve insan hakları bağlamında ciddi tartışmalara yol açtı. Birçok uzman ve akademisyen, bu eylemlerin soykırım suçu oluşturduğunu savunmakta ve bu konuda çeşitli görüşler ileri sürmektedir.

Princeton Üniversitesi Uluslararası İlişkiler öğretim üyesi Richard Falk, uluslararası hukukun ve insan haklarının ciddi ihlallerine dikkat çeken bir isim. Falk’a göre, İsrail’in Gazze’deki sivillere yönelik saldırıları, yaşam koşullarını kötüleştirme politikaları ve insani yardımı engellemesi, soykırım niyeti taşımakta. Falk, İsrail’in bu eylemlerinin uluslararası hukukun ciddi ihlali olduğunu ve bu durumun uluslararası toplum tarafından dikkate alınması gerektiğini savunmaktadır.

Eweter Üniversitesi öğretim üyesi, İsrail vatandaşı Tarihçi Ilan Pappé ise, uzun süredir İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarını etnik temizlik ve soykırım olarak nitelendirmekte. Pappé, Gazze’deki eylemlerin de bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini belirtirken İsrail’in kuruluşundan bu yana Filistinlilere yönelik sistematik bir yok etme politikası izlendiğini, Gazze’deki son saldırıların da bu politikanın bir parçası olduğunu ifade etmektedir. Pappé, tarihsel perspektiften bakıldığında, bu eylemlerin soykırım olarak kabul edilmesi gerektiğini savunur.

Uluslararası hukuk uzmanı John Dugard, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve bu eylemlerin soykırım suçunu oluşturabileceğini kaydediyor. Dugard, İsrail’in sivillere yönelik geniş çaplı saldırılarının ve yaşam koşullarını yok etme politikalarının soykırımın unsurlarını taşıdığı kanaatinde. Ayrıca, Dugard, uluslararası toplumun bu duruma karşı harekete geçmesi gerektiğini ve sorumluların uluslararası ceza mahkemelerinde yargılanması gerektiğini savunur.

İsrail’in soykırım işlediğini savunan önemli bir uzman da Virginia Tilley’dir. İsrail’in Gazze’deki sivillere yönelik saldırılarının ve insani yardımın engellenmesinin soykırım niyetiyle yapıldığını belirten Tilley, Politik ve hukuki analizlerinde, Gazze’deki durumun soykırımın tüm unsurlarını taşıdığını ve bu nedenle uluslararası hukukun bu durumu ciddiye alması gerektiğini vurgular. Norman Finkelstein ise, İsrail’in Gazze’deki eylemlerinin, Filistin halkını yok etme amacı taşıdığını ve bu nedenle soykırım suçu oluşturduğunu savunmaktadır. Finkelstein, İsrail’in askeri operasyonlarının ve sivillere yönelik saldırılarının soykırımın unsurlarını içerdiğini belirtir. Eleştirilerinde, İsrail’in Gazze’deki politikalarının uluslararası hukukun ve insan haklarının ciddi ihlalleri olduğunu vurgular ve uluslararası toplumun bu duruma karşı harekete geçmesi gerektiğini savunur.

Walzer’e göre, bir devletin kendi vatandaşlarına karşı soykırım suçu işlemesi, devletin iç meşruiyetini tamamen kaybetmesine yol açar. Vatandaşlar, devlete olan güvenlerini ve bağlılıklarını yitirirler. Devlet, vatandaşlarının gözünde meşruiyetini kaybeder ve otoritesi sorgulanır.

SOYKIRIM MEŞRUİYETİ ORTADAN KALDIRIR MI?

Michael Walzer’in 1977 yılında yayımlanan “Just and Unjust Wars” adlı eseri, savaşın ahlaki ve etik boyutlarını derinlemesine irdeleyen önemli bir çalışma olmasının yanı sıra soykırımın bir devletin meşruiyetine zarar verip vermediğini irdeler. Walzer, bu eserinde savaş etiği ve uluslararası çatışmalar üzerine derinlemesine düşünceler sunar. Walzer’in çalışmaları, özellikle adil savaş teorisi bağlamında, devletlerin meşruiyetini ve etik sorumluluklarını ele alır. 

Walzer’e göre, devletlerin temel etik sorumlulukları arasında vatandaşlarının güvenliğini ve refahını sağlamak yer alır. Devletler, vatandaşlarına karşı adil ve insani davranmak zorundadır. Bu sorumluluklar, devletlerin meşruiyetinin temelini oluşturur. Devletlerin meşruiyeti, bu temel görevleri yerine getirme kapasitesine ve niyetine bağlıdır. Soykırım, bir devletin kendi vatandaşlarına veya belirli bir etnik, dini veya ulusal gruba karşı kasıtlı olarak yok etme niyetiyle gerçekleştirdiği sistematik ve geniş çaplı katliamlardır. Walzer, soykırımın devletlerin en temel etik sorumluluklarını ihlal ettiğini savunur. Soykırım suçu işleyen bir devlet, vatandaşlarına karşı ihanet etmiş ve onlara yönelik temel görevlerini yerine getirmemiş olur. Bu durum, devletin iç ve dış meşruiyetini ciddi şekilde zedeler.

Walzer’e göre, bir devletin kendi vatandaşlarına karşı soykırım suçu işlemesi, devletin iç meşruiyetini tamamen kaybetmesine yol açar. Vatandaşlar, devlete olan güvenlerini ve bağlılıklarını yitirirler. Devlet, vatandaşlarının gözünde meşruiyetini kaybeder ve otoritesi sorgulanır. Bu, iç huzursuzluklara, isyanlara ve hatta devletin çöküşüne yol açabilir. Walzer, soykırım gibi suçların işlenmesinden sorumlu olan devletlerin ve liderlerin hesap vermesi gerektiğini vurgular. Adaletin sağlanması, hem mağdurların hem de uluslararası toplumun taleplerini karşılamak için gereklidir. Bu, devletlerin meşruiyetini yeniden kazanması için bir kaçınılmazdır. Ancak hesap verme süreci, genellikle karmaşık ve uzun bir süreçtir.

Sonuç olarak Michael Walzer, soykırım suçunun bir devletin hem iç hem de dış meşruiyetini ciddi şekilde zedelediğini ve bu tür suçların devletlerin temel etik sorumluluklarını ihlal ettiğini savunur. Walzer, soykırımın devletlerin meşruiyetini kaybetmesine neden olduğunu ve bu tür suçların uluslararası toplum tarafından müdahale edilerek ve hesap sorularak ele alınması gerektiğini belirtir. Bu görüşler, devletlerin etik ve yasal sorumluluklarını vurgularken, soykırım gibi ciddi suçların devlet meşruiyetine olan yıkıcı etkilerini de açıkça ortaya koyar.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) ve Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) gibi kurumlar, soykırım suçlarını yargılamak ve cezalandırmak için kurulmuş olup sorumluları yargılar. Uluslararası hukukta, bir devletin var olma hakkının tamamen ortadan kalkması nadirdir ancak bu durum rejimler için geçerli değildir.

SOYKIRIMCI DEVLETE KARŞI UYGULANAN PROSEDÜR

Soykırım suçu işleyen rejimlerin var olma haklarını yitirip yitirmediği sorusu, teorik açıdan da tartışılabilir ama tarihte gördüğümüz şey, soykırımcı rejimlerin yaşadıkları meşruiyet krizi nedeniyle varlıklarını sürdüremedikleridir. 

Soykırım suçu, uluslararası hukukun en ciddi ihlallerinden biri olarak kabul edilir. Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICC) ve Uluslararası Adalet Divanı (ICJ) gibi kurumlar, soykırım suçlarını yargılamak ve cezalandırmak için kurulmuş olup sorumluları yargılar. Uluslararası hukukta, bir devletin var olma hakkının tamamen ortadan kalkması nadirdir ancak bu durum rejimler için geçerli değildir. Devletlerin cezalandırılması ve hesap sorulması, genellikle yaptırımlar, diplomatik izolasyon ve uluslararası baskılar yoluyla gerçekleşir. 

Etik açıdan, soykırım suçu işleyen bir devlet, meşruiyetini ciddi şekilde kaybeder. Vatandaşlarına veya belirli gruplara karşı büyük bir ihanet ve insanlık dışı eylemler nedeniyle ülke iç ve dış politikada büyük krizlere tanıklık ettiğinden bu durum, rejimin kendi halkı tarafından reddedilmesine bile yol açabilir. Politik olarak, soykırım suçu işleyen bir devlet, uluslararası toplum tarafından kınanır ve yaptırımlara maruz kalır. Bu durum, devletin uluslararası arenada izole olmasına ve ekonomik, askeri ve diplomatik yaptırımlarla karşı karşıya kalmasına neden olabilir. Ancak, bu yaptırımlar genellikle devletin varlığını tamamen sona erdirmek yerine, rejimi değiştirmeyi veya sorumluları yargılamayı amaçlar.

Soykırım suçunu işleyen rejimler gerek uluslararası toplumun baskısı gerekse içerde ve dışarıda meşruiyet kaybına maruz kaldıkları için kendiliklerinden yıkılıp gitmişlerdir.

TARİHSEL ÖRNEKLER VE UYGULAMALAR

Nazi Almanyası, II. Dünya Savaşı sırasında Holokost’u gerçekleştirerek milyonlarca Yahudi ve diğer azınlık gruplarına karşı soykırım suçu işlemiştir. Savaşın sonunda, Almanya’nın Nazi rejimi yıkılmış, varlığını sürdürememiştir. 1994 Ruanda Soykırımı, Hutu milislerin Tutsiazınlığa karşı gerçekleştirdiği katliamları içermektedir. Soykırımın ardından, Ruanda’da yeni bir hükümet kurulmuş ve sorumlular uluslararası mahkemelerde yargılanmıştır. Burada da katliamcı rejim varlığını sürdürememiştir

Soykırım suçunu işleyen rejimler gerek uluslararası toplumun baskısı gerekse içerde ve dışarıda meşruiyet kaybına maruz kaldıkları için kendiliklerinden yıkılıp gitmişlerdir. Nazi Almanyası, Sırp etniklerinin iktidarda olduğu Sırbistan, 20. YY.’ın en büyük katliamlarından birine tanık olmuş, yüzbinlerce insanın hayatını kaybettiği Ruanda ve Kamboçya da benzer süreçler yaşamış, kitlesel katliamları nedeniyle bu ülkelerdeki rejimler kendiliğinden yıkılıp gitmişlerdir. 

Buradan hareketle Gazze’de de benzeri bir sürecin yaşandığını, soykırımcı Siyonist rejimin meşruiyetini bütünüyle yitirdiğini ve yıkılıp gidileceğini söyleyebiliriz. Bunun aynı zamanda hukuki, etik ve moral temelleri de mevcuttur. İsrail’deki mevcut rejim, varlığını sürdürmesi durumunda uluslararası alanda özgürlükçü bütün toplumsal hareketlerin, dünyanın bütün özgür insanlarının İsrail’deki faşist ve ırkçı rejimin yerine Müslümanı ve Hristiyanı ile Filistinli Arapların ve Yahudilerin birlikte yaşayacağı demokratik-laik bir hukuk devletinin kurulması için gerekli çabaları ortaya koyması gerekiyor.

İslam Özkan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir