Dünya sağa mı yatıyor dersiniz?

Dünya sağa mı yatıyor dersiniz?

Avrupa Birliği’ni oluşturan ulus-devletlerin siyasi alanlarında milliyetçi ve hatta ırkçı partilerin desteklerini arttırmış olduklarını ve üstelik bu desteklerinin daha çok gençlerden geldiğini düşünürsek Avrupa’da bir şeyler olduğunu daha net görebiliriz.

Nasıl bir zamanlar imparatorluklar yıkılmış yerlerini ulus-devletler almışsa, tıpkı onun gibi, bugün de ulus-devletler içinde benzer bir yıkımı düşündüren olaylar yaşanıyor. Bu yeni süreçte, eskiden olduğu gibi sınırlar değişmeyecek belki ama önemli değişikliklerin olacağı çok açık.

Son Avrupa Parlamentosu seçimlerinde sağcı partilerin başarılı sonuçlar alması bu çerçevede oldukça düşündürücü. Fransa’da aşırı sağcı parti (Ulusal Birlik) 2019’a göre oylarını yüzde 10 arttırarak yüzde 31.5 oy aldı. Almanya’da muhafazakar parti (CDU/CSU) yüzde 30, aşırı sağcı AfD yüzde 16 oy aldı. Bu çerçevede ilginç sonuçlardan biri ise 30 yaşın altındaki seçmenlerin Yeşiller’e desteği 18 puan azalırken AfD’ye destekleri 5 yıl öncesine göre yüzde 10 artmış olması. İtalya’da sağ siyaset zaten iktidarda. İtalya’nın Kardeşleri Partisi (FdI) oy oranını yüzde 6.4’den yüzde 26-30’e çıkardı.

Avrupa’nın diğer ülkelerinde de bu durumun aşağı yukarı aynı olduğunu, Avrupa Birliği’ni oluşturan ulus-devletlerin siyasi alanlarında milliyetçi ve hatta ırkçı partilerin desteklerini arttırmış olduklarını ve üstelik bu desteklerinin daha çok gençlerden geldiğini düşünürsek Avrupa’da bir şeyler olduğunu daha net görebiliriz.

Bugün dünyanın birçok ulus-devletinde benzer biçimde milliyetçi partiler yükselişte. Peki böyle bir dünya nereye doğru gidiyor dersiniz? Neler oluyor? Yazının başında söylediğim gibi ulus-devletler içinde bir zamanlar İmparatorlukların yıkılışına benzer bir yıkımı mı olacak önümüzde?

NELER OLUYOR?

Oysa bu gelişmelerin Avrupa Birliği’nin kuruluş ruhuna aykırı olduğu çok açık. Artan ulus-devlet milliyetçiliğinin iki dünya savaşı çıkarttığı bu topraklarda Avrupa Birliği’nin kurucu babalarının bu birliğin amacının savaşların bir daha olmayacağı bir bölge yaratmak hayali değil miydi?

Bu durum sadece Avrupa’da da değil üstelik. Bugün dünyanın birçok ulus-devletinde benzer biçimde milliyetçi partiler yükselişte. Peki böyle bir dünya nereye doğru gidiyor dersiniz? Neler oluyor? Yazının başında söylediğim gibi ulus-devletler içinde bir zamanlar İmparatorlukların yıkılışına benzer bir yıkımı mı olacak önümüzde? 

Doğrusu zor bir soru ama ben aklım erdiğince bir cevap bulmaya çalışacağım.

Bir kere günümüzde ulus-devletlerde olanların üç kaynağı var bence. Bunlardan biri göçler! Göçler, ulus-devlet içinde, ulus-devlet olurken var olan ekonomik, siyasi ve kültürel dengeleri bozuyor. Bu durum özellikle Batı’daki homojen topluluklar üzerinden kurulmuş ulus-devletlerde görülen bir durum. Örneğin, Fransa, İngiltere, Almanya vs.

İkincisi, küreselleşmenin yarattığı belirsizliklerin yoğun olduğu bir dünyada var olabilmek için herhangi bir ulus-devlet içinde benzer özellikleri olan insanların belirli kimlikler etrafında yaşamak istemelerinin sonucu oluşan farklılıkların (kimliklerin) yarattığı yeni bir siyaset alanının oluşması. Bu durum bütün ulus-devletlerde gözlemlenebilir.

Üçüncüsü ise kuruluştan beri farklı kimlikler üzerinden oluşmuş bulunan ulus-devletlerde yine küreselleşmenin etkileriyle bu farklı kimliklerin ulus-devlet çatısı altında yaşamak istememelerinin, ya da kendi kimliklerinin de ulus-devlet tarafından tanınmasına ilişkin yeni bir talebin ortaya çıkmasının yarattığı durum. Örneğin Türkiye, Filipinler vs.

Ulus-devletlerin içinde oluşan bu yapısal değişimler ya da değişim talepleri ulus-devletin bildik fonksiyonlarını etkisizleştirdi. Ortaya çıkan bu kaotik duruma ilişkin ilk cevap da kendini ulus-devletin sorumlusu (sahibi?) gibi gören egemen kimliğin (ya da kimliklerin)ulus-devlete sahip çıkan, onun iç dengelerini yeniden oluşturarak ulus-devletin varlığını sürdürmesini sağlayacak, niteliği “milliyetçi” olan bir siyaseti besliyor. Son zamanlarda neredeyse bütün dünyada gözlenen “milliyetçi” siyasetlerin yükselişlerinin ardındaki mekanizma bence bu.

Peki ulus-devlet içindeki kavga neden? Çünkü ulus-devletler içindeki egemen kimliklerin kendi kimliklerini öne çıkarmaları, kendilerini o kimliğin parçası olarak görmeyen diğer kimliklerin taleplerinin baskılanmasına neden oluyor da ondan!  Böylelikle siyaset, ulus-devlet içinde, ulus-devletin kendilerine ait olduğunu düşünenlerle, ulus-devletin herkesin olması gerektiğini düşünenler arasında oluşmaya başlıyor. Kavga görüntüsünün ardında da bence var olan da bu. 

Gelelim Türkiye’ye!

Türkiye, yukarıdaki ayrımlar içinde üçüncü olan duruma denk düşüyor. Türkiye, kuruluştan itibaren çok kimlikli bir yapıya sahip. Gerek inanç ve gerekse etnik köken, kültür ve dil bakımından Osmanlı bakiyesi olan bu toplum yüz yıl önce Cumhuriyete dönüştürüldü. Kurucu babaların gayesi bu çok-kimlikli toplumdan bir ulus yaratmaktı. Bunu da kısmi olarak başardılar da. Ama ne var ki herkesin kendini içinde hissedeceği bir “biz” duygusu üretemediler.

Önümüzdeki yıllarda ulus-devletlerin “milliyetçileri” güçlenirlerken, ulus-devletlerin “ötekilerinin” de demokrasi talepleri yükselecektir. Bu mücadele sonuçta nasıl bir ulus-devlet üretecektir hep beraber göreceğiz. Olasılıklar ise bir ucu faşizm diğer ucu katılımcı bir demokrasi olan yeni bir siyaset olacaktır. 

BİR UCU FAŞİZM, DİĞER UCU KATILIMCI DEMOKRASİ

Cumhuriyetin 100’üncü yılına gelirken bu yapı daha bir görünür oldu. Siyasal İslam, sekülerler, Türk milliyetçileri, Kürtler, Aleviler, Sünniler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Çerkesler velhasıl Osmanlı topraklarında yaşayan “yedi düvel” kendi kimliksel taleplerini dile getirmeye başladı. Sonuçta toplumda, ulus-devletin kendilerine ait olduğunu düşünen Erdoğan ve arkadaşlarının AKP’si ile Cumhuriyeti kurmuş, kurmuş olduğundan dolayı da ulus-devletin kendilerine ait olması gerektiğini düşünen seküler kesimin partisi CHP büyük siyaseti belirlerken, daha küçük kimlikler Kürtler, Aleviler, Süryaniler de hız kesmeyip kendi taleplerini dile getiriyorlar. Böylelikle Türkiye siyaseti de ulus-devletin kendilerine ait olduğunu düşünenlerle, ulus-devletin herkesin olması gerektiğini düşünenler arasında oluşmakta.

Bu süreç nasıl gelişir? 

Doğrusu bunu kestirmek zor. Ama şunu söyleyebiliriz. Önümüzdeki yıllarda ulus-devletlerin “milliyetçileri” güçlenirlerken, ulus-devletlerin “ötekilerinin” de demokrasi talepleri yükselecektir. Bu mücadele sonuçta nasıl bir ulus-devlet üretecektir hep beraber göreceğiz. Olasılıklar ise bir ucu faşizm diğer ucu katılımcı bir demokrasi olan yeni bir siyaset olacaktır. Tabii bizim bu iki uç arasında nasıl bir yerde kendimizi bulacağımız büyük ölçüde bizim hangi tarafta yer alacağımıza bağlı.

Erol Katırcıoğlu
Latest posts by Erol Katırcıoğlu (see all)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir