Türkiye’nin en büyük sorunu

Türkiye’nin en büyük sorunu

Türkiye yazık ki bankacılığın sayesinde ve bankacılıkla beraber ulaştığı makro istikrarı bankacılıkta sağlanan faydaları kuraldışı oyunla feda ederek tüketti. Kuralsızlığın kural olması yapılanları yok olma safhasına getirdi.

Türk Bankacılık Sistemi tek bir bankadan ibaret olsa dünyadaki sıralaması 43. İspanyol Banco Bilbao ile 44. İngiliz Standard Chartered’in arasında olurdu.  BDDK verilerine göre Türk Bankacılık sistemi Nisan 2024 itibariyle 830 Milyar Dolar büyüklüğe sahip. Dünyanın ilk 100 bankası içinde tek bir Türk bankası bile bulunmuyor.

Türkiye GSMH bakımından dünyada 18. Sırada yer alıyor. Buna karşılık İlk 100 banka 24 ülkeye dağılmış durumda. Bu demek oluyor ki GSMH sıralamasında Türkiye’nin gerisinde olmalarına karşın bankacılıkta Türkiye’nin önünde ülkeler var.

Tablonun detayına bakıldığında ilk 100 bankanın 13’ü Türkiye’den GSMH olarak daha geride olanlara ait.

20. İsviçre’nin 2, 23. Belçika’nın 1, 24. İsveç’in 2, 28. Avusturya ve 31. Norveç’in 1 32. Singapur’un 3, 38. Danimarka 47. Finlandiya ve son olarak 56. Katar’ın 1’er Bankası bulunuyor ilk 100’de

İlk 100’e dahil son Banka’nın aktif büyüklüğü 326 Milyar Dolar, son ülkenin GSMH’sı 244 Milyar Dolar. Yani Katarlı Banka’nın aktifi ülkesinin GSMH’sını aşıyor.

Türkiye’nin tek bir yapısal sorunu vardır. O da sermaye birikiminin cılızlığı, bankacılık yapısının sığlığıdır.

Görüşlerini çok zaman beğenmesem de Doğu Perinçek’in Erbakan’a faizi anlatışını unutamam. Erdoğan’ın da baş müderrisi olan Erbakan faizsiz ekonomi tavsiye ederken Perinçek ona faizin paranın fiyatı olduğunu tane tane anlatıyordu: “Siz parayı kaldırın ben faizi kaldıracağım” diyerek ufaktan dalgasını geçiyordu.

DOĞU PERİNÇEK’İN ERBAKAN’A FAİZ ANLATIŞI

Uzun yıllar bankacılık yaptım. Faize karşı pek çok amca, teyze, dayı tanıdım. Bu insanlar faize karşı olsalar da paralarını enflasyona karşı korumayı gayet iyi biliyorlardı. Altın ve doların artışı faizin eksikliğini göstermiyordu. Faize karşı olsa da alacağını vereceğini bırakın altını, dövizi; demir, çimento gibi emtiaların fiyatı üzerinden sabitleyen dindar halkımız için enflasyonla yükselen fiyatlar öte dünyaya gönül rahatlığıyla gitmeye engel değildi.  Biz faize karşıyız, fiyatların artmasına değil! Son dönemlerin gözdesi evler, arsalar, otomobiller de parayı saklamak için Bankayı aratmayan seçenekler olarak Türk halkının portföyünde yerini bulmuş durumda.

Görüşlerini çok zaman beğenmesem de Doğu Perinçek’in Erbakan’a faizi anlatışını unutamam. Erdoğan’ın da baş müderrisi olan Erbakan faizsiz ekonomi tavsiye ederken Perinçek ona faizin paranın fiyatı olduğunu tane tane anlatıyordu: “Siz parayı kaldırın ben faizi kaldıracağım” diyerek ufaktan dalgasını geçiyordu. Sonuçta Erbakan değil ama en başarılı öğrencisi parayı kaldırmadan faizi kaldırmayı denedi ve olanlar oldu.

Türkiye’de bankacılığın güdüklüğünün sebebi tabii ki sadece İhsan Eliaçık sivrisinek saz gelse de inançlı Müslümanların retorikte faiz hassasiyeti değil tabii.

Bu, Türkiye’nin uzun dönemli eğitimle ve kayıtdışılığın önüne geçerek çözeceği bir sorun. Bunun yavaş da olsa hayata geçtiğini görmekteyiz. Hayatın doğal akışı, teknolojinin yaygınlığı gibi unsurlar Türk insanını da finansallaşmaya yönlendirecek. Hala burada gidecek yol var. 60 milyon seçmeni olan ülkede KKB’de kaydı bulunmayan; kredi kartı yada ek hesabı bulunmayan 20 Milyondan fazla insan var. Bu insanların sisteme entegrasyonu zaman alacak ama sonunda mutlaka olacak.

Ancak temel sorun Türkiye’nin Bankacılığa bakışını 20 yıldan fazladır şekillendiren siyasi erktedir.  Bu aralar mumla aranan makro istikrara Türkiye 2010’ların başında büyük oranda kavuşmuştu. Bu dönemde Türk Bankacılık sistemi ilk defa uzun vadeli konut kredileri de dahil olmak üzere pek çok finansal ürünle buluşabilmişti.

2013’te Geziyi 2015’de Hendek çatışmalarını, 2016’da 15 Temmuz’u yaşamasına karşın Türkiye finansal sistemi ve makro dengeleri sarsılmış ama yıkılmamıştı. Ancak 2016’dan sonra yaşanan “kuralsız/kaotik” süreçler Türkiye’de ne makro istikrar ne de finansal istinat bıraktı.

Bu sürecin arka planında pek çok politik gerekçeler, yanlış kararlardan söz edebiliriz. Ancak siz ne kadar uğraşsanız da kurallı bir ekonomiyi sarsamazsınız.

Türkiye’de bankacılık pastasını yani aktiflerini büyütmeden yapısal reform yapamazsınız ve yapısal reform yapmadan da bankacılığı büyütemezsiniz. Yönetme zihniyetinize format atmadan da yapısal reform yapamazsınız.

YÖNETME ZİHNİYETİNE FORMAT ATMADAN OLMAZ

Türkiye yazık ki bankacılığın sayesinde ve bankacılıkla beraber ulaştığı makro istikrarı bankacılıkta sağlanan faydaları kuraldışı oyunla feda ederek tüketti. Kuralsızlığın kural olması yapılanları yok olma safhasına getirdi. Bu dönemde Türkiye kendi insanlarını, sermayeleriyle beraber dünyaya ihraç etti. Bankacılık aktifimizin önemli bir kısmı da bu şekilde bizi terk etti. Bankacılık bir taraftan yüksek kar üretmekle itham edildi, diğer taraftan devlet Kamu Bankaları kanalıyla tröstleşti. Bankacılığın kurallarına Einstein’in İzafiyet Teorisini bile sade gösterecek karmaşık müdahaleler yapıldı. Türkiye’de (belki de dünyada da) ilk kez devlet şirketlerin kullandığı krediye belli bir orana kadar koşulsuz kefil oldu. Kredi Garanti Fonu; kefaleti devlet olan kredilerle Bankacılık sistemini ve ekonomiyi semirtti. Ersin Bey’in muhteşem tanımıyla “Biz büyüdük ama neremiz büyüdü?”. Bankacılığa ve finansal sisteme müdahalenin zirvesi ise döviz çapalı TL mevduat yada bilinen adıyla KKM oldu. KKM yok olan TL mevduata suni teneffüs sağladı. Para ve Maliye politikalarına sırtını dönenler Bankacılığı arka bahçelerine çevirdiler.

Türkiye’de bankacılık pastasını yani aktiflerini büyütmeden yapısal reform yapamazsınız ve yapısal reform yapmadan da bankacılığı büyütemezsiniz. Yönetme zihniyetinize format atmadan da yapısal reform yapamazsınız.

Bu konuya dair söylenecek daha çok şey var…

Çağatay Arslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir