Yol ayrımı

Yol ayrımı

Son günlerde ekonomi ve dış politikada iktidarın söylemleri ile muhalefetin yaklaşımları, bir kez daha yol ayırımına geldiğimizi gösteriyor. Ancak ekonominin geldiği aşama ve Ortadoğu’daki siyasal harita değişiklikleri olasılığını arttıran dış politikadaki dengeler, bu kez eski yöntemlerin çözüm için yeterli olamayacağını gösteriyor. Kemal Tahir’in ünlü üçlemesinin son kitabının adı olan Yol Ayrımını keşke siyasetçilerimiz bir kez daha okusalar.

Gündemdeki gelişmeleri izlerken, ülkenin son yüz elli yıllık süreçte yaşadıklarının farklı boyutlarda olsalar da şaşırtacak kadar benzeştikleri ortaya çıkıyor. Ortadoğu’daki gelişmeler, 1984 yılından bu yana bir türlü çözemediğimiz Kürt Sorunu, Suriye ile ilişkiler ve sürekli büyüyen dış ticaret açığı temel sorun olma özelliklerini koruyorlar.

Gençlik dönemini de eklersem, siyasetle iç içe geçen yarım yüzyıl geride kaldı. Yaşadıklarımın çoğu dün gibi belleğimde. Örneğin çocukluğumun ilk on yılı DP’nin tek başına iktidarına rastladı. Serbest seçimle başa gelen Menderes yönetimi, önceki yüzyılın ikinci yarısından 27 Mayıs 1960 sabahına kadar sürdü. Atatürk-1920-1938- ve İnönü-1938-1950-ile simgelenen 30 yıllık dönemin ardından, Cumhuriyetin ikinci ya da üçüncü evresiydi DP İktidarı.

Nedense, bizde Cumhuriyetin numara ile anılması pek arzulanmaz. Kimileri; çok farklı özellikleri bulunan dönemlerin, böyle adlandırılmasını istemezler, ayrımcılıkla eleştirirler. İçlerinde “Numaralı Cumhuriyetçiler” diyerek küçümseyenlere de rastlanır. Bir anlamda; geçmişi fazla kurcalamayın yaklaşımının örtülü ifadesi gibi gelir bana.

27 Mayıs sürecinde “Yüksek Adalet Divanı” adı verilen mahkemenin kararıyla, Başbakan Menderes, Dış İşler Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın trajik sonlarını hatırlıyorum.

21 Mayıs darbe girişiminin ardından, bu kez Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın idamları geldi. 1960 sonrasına rastlayan ilk yıllarda, “Siyaset—Yargılama- Ölüm Cezası” ayrılmaz üçlü gibiydi. Darağaçları Cumhuriyet öncesinde vardı. Cumhuriyetin çok partili döneminde de sürdü.

27 Mayıs 1960 sonrasında 1962 ve 1963 yıllarında gerçekleşen, iki darbe girişimini daha anımsıyorum: 22 Şubat ve 21 Mayıs. Bu üçlünün çocukluktan delikanlılığa geçerken, bizlerde izlerini bırakmaları kaçınılmazdı.

Darbeler döneminin üzerinden 10 yıl geçmeden, 12 Mart Muhtırası geldi.

Yarım yüzyılı aşan uzun süreçte, toplumumuzun nedenlerle ilgilenmekten hoşlanmadığını fark ettim. Belli ki, bir ortak payda oluşturarak onda buluşmayı başaramamıştık. Sorgulamaktan kesinlikle kaçınıyorduk. Sanırım 68’liler adı verilen bizim kuşak; nedenleri sorgulayan ve çözüm düşünen yanıyla, öncekilerden biraz olsun farklıydı. Aklımıza gelen ilk soru; kuşkusuz “neden” olmuştu.

68’LİLER, NEDENLERİ DÜŞÜNEN YANIYLA BİRAZ OLSUN FARKLIYDI

Artık yirmilerinin başında bir delikanlıydım. Öğrenci olayları, Menderes ve arkadaşlarının intikamını almak amacıyla yanıp tutuşan DP’nin ardılı, AP’nin başını çektiği oylama sonucu, üç arkadaşımızın idamlarının Mecliste onaylanması. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan.

Yarım yüzyılı aşan uzun süreçte, toplumumuzun nedenlerle ilgilenmekten hoşlanmadığını fark ettim. Belli ki, bir ortak payda oluşturarak onda buluşmayı başaramamıştık. Sorgulamaktan kesinlikle kaçınıyorduk. Sanırım 68’liler adı verilen bizim kuşak; nedenleri sorgulayan ve çözüm düşünen yanıyla, öncekilerden biraz olsun farklıydı. Aklımıza gelen ilk soru; kuşkusuz “neden” olmuştu.

Neden “resmi tarihimiz” boyunca, sorunlara gerçekçi çözümler aramak yerine, bir an her şeyin bittiği izlenimine kapılıyorduk?  Neden sürekli yol ayrımlarına geldiğimize inanıyorduk?

Yer yüzünde bu duygulara bizim kadar sıklıkla kapılan, başka halklar da var mıydı?

Geçmişte bu topraklarda yaşananları araştırırken, “yol ayrımı” kavramını fark ettim. Nedenleri sorgulamak yerine, karşı çıkmadan kabul etmek anlamına geliyordu. Aslında kadercilikti. Birdenbire ortaya çıkmıyor, önce söylentiler başlıyordu. Ana fikir; ülkede işlerin iyi gitmediği idi.

ANA FİKİR, ÜLKEDE İŞLERİN İYİ GİTMEDİĞİ İDİ

“Resmi tarih” anlayışımızın kökeni, saray görevlileri olan “vaka nüvislere” dayanıyordu. Aslında geçmişimizle bağımız bizi yönetenlerin arzularına bağlıydı. Onların izin verdikleri kadar düşünmeli ve sorgulamalıydık. Otoritenin hoşuna giden tarih yazımı, kuşkusuz gerçeği ortaya koymakta yetersiz kalıyor, toplumun Dünya’dan soyutlanmasına yol açıyordu.

Geçmişte bu topraklarda yaşananları araştırırken, “yol ayrımı” kavramını fark ettim. Nedenleri sorgulamak yerine, karşı çıkmadan kabul etmek anlamına geliyordu. Aslında kadercilikti. Birdenbire ortaya çıkmıyor, önce söylentiler başlıyordu. Ana fikir; ülkede işlerin iyi gitmediği idi.

Kötüye gidişe ilişkin öne sürülen nedenler -aralarında uzun yıllar olmasına karşın-, hayli benzeşiyorlardı. Örneğin yöneten ya da lider iyi ama çevresi kötüydü. Sorunlar derinleşip eleştiriler arttıkça önce çevre değiştiriliyordu.

İstenilen elde edilemiyorsa, dış düşman kavramı gündeme getiriliyordu. Bir başka yaygın söylem ise içerideki işbirlikçileri olmadan, dış düşmanlarımızın bizi yenmelerinin asla söz konusu olamayacağı idi.

Ve sonunda mucize gerçekleşiyor, her defasında uçurumu boylamaktan kurtulmayı başarıyorduk. Nedendir bilinmez, bir süre sonra eski pozisyonumuza geri dönüyorduk. Süreç içinde geriliyor, yenilsek de asla teslim olmuyorduk. Sonraki yol ayrımına kadar vaktimiz -nasılsa- vardı.

Oysa baş döndürücü hızla değişen dünya dengeleri, geçmişte iktidara gelmeyi ya da iktidarda kalmayı sağlayan siyasal ortamdan hayli farklı.

Son günlerde ekonomi ve dış politikada iktidarın söylemleri ile muhalefetin yaklaşımları, bir kez daha bu yol ayırımına geldiğimizi gösteriyor. Ancak ekonominin geldiği aşama ve Ortadoğu’daki siyasal harita değişiklikleri olasılığını arttıran dış politikadaki dengeler, bu kez eski yöntemlerin çözüm için yeterli olamayacağını gösteriyor.

Kemal Tahir’in ünlü üçlemesinin son kitabının adı olan Yol Ayrımını keşke siyasetçilerimiz bir kez daha okusalar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir