Üç temel kriz neden gündem olmaz?

Üç temel kriz neden gündem olmaz?

“Devlet”, “Değerler” ve “Vasatlık” krizlerini çözmek için öncelikle bu üç başlığın ciddiyetini önceleyen siyasi bir anlayış ve ahlaki tutarlılığa ihtiyacımız var.

Bugünlerde kamuoyu gündeminde ağır vergiler var. Ağır vergilerin çoğunlukla muhatabı orta sınıf. Halk vergi yükünden ziyade vergi adaletsizliğinden şikâyetçi. İronik bir betimlemeyle Türkiye’ye ilişkin yolsuzluk endekslerini göz önünde bulundurduğumuzda, yeni pakete sadece yolsuzluk vergisi konulsa bile, belki bu yük halkın üstüne bu kadar ciro edilmeyebilirdi. Toplumu kaygılandıran bir başka durum ise bu vergi yükünün ekonomiyi yapılandırma veya toparlamanın bir parçası olarak değil de hazineye geçici kaynak sağlama veya bir finansman modeli olarak görülmesi. Kamu ihaleleri veya itibar harcamalarından ve yönetenlerin lüks konut ihtiyaçlarından kısılmaması ise toplumsal adalet duygusunu inciten bir başka husustur.

Sinan Ateş suikastı davasının dolaylı bir siyasî pazarlık görüntüsüne dönüşmesi, ailesinin çare arayan çabaları, ilgili seçmenin buna ilgisizliği ise adalet duygusunun incinmesine veya artık umursamazlığına ilişkin başka bir trajikomik manzarayı teşkil ediyor.

Kültür hayatını sadece bir iktidar sorunu olarak gören iktidarın, ilgili taşra seçmenini sadece konsolide edebilmek amacıyla resmi kanallarda ürettikleri embedet veya anakronik tarihsel diziler ise muhafazakâr kültürel iktidarsızlığı derinleştirmekten başka işe yaramadı. Alan Netflix veya benzer yapım dizilerine bırakılıyor. Geleneksel değerlerimize başta aile olmak üzere hakiki bir koruma alanı bırakılmıyor. Bu durumda dinin kimlikleştirilip kullanılması da rol oynuyor.

7 yıl önce geçilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sonucu kuvvetler ayrılığı fiilen ortadan kaldırıldı. Anayasaya göre tarafsızlık yemini etmiş cumhurbaşkanı aynı zamanda partili oluyor.

Devletin verimliliği açısından bir şirket veya belediye mantığı gerekli görülüyorsa da bunda da kurum içi ve dışı denetimin engellenmesi bu verimliliği de sağlamıyor. TSK ise devletin temel kurumlarından. Demokrasimizin geçmişte yaşadığı acı deneyimler ışığında TSK’daki terfi ve hiyerarşi sistemine yapılan müdahaleler maksadı aşmış kaygısını uyandırıyor.

MAKSADI AŞMIŞ KAYGISI UYANDIRAN MÜDAHALELER

Devlet adeta geleneğinden kopartılmış durumda. Sanki bir belediye veya patron şirketi yaklaşımı ile yönetiliyor. Bu durum köklü devlet geleneğimize ve görgüsüne ilgili prestijine zarar veriyor. Devletin verimliliği açısından bir şirket veya belediye mantığı gerekli görülüyorsa da bunda da kurum içi ve dışı denetimin engellenmesi bu verimliliği de sağlamıyor. TSK ise devletin temel kurumlarından. Demokrasimizin geçmişte yaşadığı acı deneyimler ışığında TSK’daki terfi ve hiyerarşi sistemine yapılan müdahaleler maksadı aşmış kaygısını uyandırıyor. TSK’nın kurumsal zafiyeti ise kendini devlet zanneden veteran ve mafyadan oluşmuş unsurları öne çıkarıyor. Bu durum, devlet ve adalet krizinin örneklerinden sadece birisi.

Ülkenin nitelikli orta sınıfı kendini değersiz hissediyor. Türkiye’nin beyaz yakalı, nitelikli üst-orta sınıfının diğer İslam veya Slav ülkelerinden en temel farkı, nitelikleriyle bırakın Türkiye’yi bir AB ülkesinin bile kurumlarını rahat yönetebilecek vasıflarda olmasıdır. Ülkemizde yeni sistemle vasfın değil grup sadakatinin öncelik alındığı politik atamalarla, bu nitelikli insanlar gücendirildi. Politik aidiyetine güvenilemeyen gençler sisteme girmekte zorlanıyor. Bu da onlarda aidiyet sorununa yol açıyor. Bu insanlar, hatta muhafazakârların güç sahipleri dahil, geleceklerini (emperyalist) batıda arıyor. Kutuplaştırarak, popülist bekâcılıklaülkenin diğer yarısını, vatanseverliği tartışmalı kesim ilan eden zihniyetin kendisi bir milli güvenlik sorunu. Bugün artık ülkede seçmenin çoğunun kime oy vereceğini belirleyen kaygı, korku veya öfke duyguları. Ülkenin geleceği için bu normal bir durumda değil. Umarız siyasetçilerin normalleşmeden kasıtları da bu olsa gerek.

Merhum Yavuz Arslanargun bir gün bana “Evladım bir ülkede gece yarısı kaygısız sokağa çıkıp emniyet içinde dolaşabiliyorsan orada devlet var demektir” diyerek devleti tanımlardı. Durmuş Hocaoğlu da “Orta Asya veya Ortadoğu ülkelerindeki gibi birileri gece yarısı senin evine baskın yapıp seni nedenini bilmeden hapse götürüp tutuklanıp sonradan sebebini bilmeden serbest bırakıyorsa orada da demokrasi yoktur” diyerek demokrasinin farkını vurgulardı.

Ne dersek diyelim gelinen nokta bize birbiriyle de ilişkili olan şu üçlü krizi işaret ediyor:İlki “devlet” krizi. Buna kurumların işlememe veya kurumlara güvenilirlik krizi de diyebiliriz. İkinci kriz toplumun ortak aidiyetinin harcı veya muhafaza etmek zorunda olduğu “değerler”, belki de aynı anlamda etik “ahlak” krizi. Üçüncü temel kriz de “vasatlık” veya “entelektüel” kriz.

ÜÇ TEMEL KRİZ

Büyüklerimiz padişahlara nasihatlarında “oğlum insanı yaşat ki devlet yaşasın” demişler. Bugün insanının rızasını almayı yük gören, bir kısmını potansiyel hain ve kendini de devletin ebedi sahibi gören bir devlet anlayışı, vatandaşlarına aidiyet sorunu yaşatmaz mı?

Ne dersek diyelim gelinen nokta bize birbiriyle de ilişkili olan şu üçlü krizi işaret ediyor:

İlki “devlet” krizi. Ki yukarıda bazı sade örneklerini vermeye çalıştım. Buna kurumların işlememe veya kurumlara güvenilirlik krizi de diyebiliriz. İkinci kriz toplumun ortak aidiyetinin harcı veya muhafaza etmek zorunda olduğu “değerler”, belki de aynı anlamda etik “ahlak” krizi. Üçüncü temel kriz de “vasatlık” veya “entelektüel” kriz.

Şu an yaşanan geçim sıkıntısı için ilgili seçmenin tavrı sadece “Neden bu oldu? Bari tepkimizi yerel seçimde göstermiş olalım” tavrıdır. Hakikat ile ilişkisi kalmayan veya kendi gerçekliğine hapsedilmiş muhafazakâr mahalle veya toplumun kahir ekseriyeti bu üçlü krizleri iliklerine kadar hissediyor ancak sonuçlarının ne kadar kendi torunlarını ilgilendirdiğine dair bir ilişkiyi kuramıyor. Bu aynı zamanda hem dindarlar hem de sekülerler için adeta popüler bir milli Agnostizm durumu.

Ana muhalefet ekseni ise sorunu, sadece çok yönlü bir iktidar devir alma ve rantı, ilgili tabanlar içinde yeniden yapılandırma sorunu olarak görüyor. Devleti devre mülk sistemi gibi ele geçirmeye çalışan paralel yapılardan kurtulmanın belki de bir çaresi, ciddi olduğuna inanmak istediğimiz, yeni Anayasa tartışmaları içinde 2024 model bir “ikinci Tanzimat’ı” gündeme getirebilmektir. Bu ikinci Tanzimat da ayrı bir yazı konusudur.

“Devlet”, “Değerler” ve “Vasatlık” krizlerini çözmek için öncelikle bu üç başlığın ciddiyetini önceleyen siyasi bir anlayış ve ahlaki tutarlılığa ihtiyacımız var.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir