Siyasette tutarlılık değil neden güven esas?

Siyasette tutarlılık değil neden güven esas?

Kimlik siyasetinde belirleyici olan ilkesel tutarlılık değildir. Burada belirleyici olan korkutulmuş kaygılandırılmış seçmene gücü adresleyerek içgüdüsel güveni sağlatabilmektir. Tutarlılık ve ahlakın sağladığı güven ile otoriterlik ve korkunun sağladığı güven ilişkisi farkı adeta batı demokrasilerinin refahı ve doğu otoriterliğinin yoksulluğu arasındaki farkı andırmaktadır.

Uzun süredir nitelikli sağ muhalefetin ilgili seçmen kitlesinde karşılık bulamamasına ilişkin yazılar yazmaktayım ve kafa yormaktayım. Ayrıca da Davutoğlu’nun devlet ve entelektüel birikimine, Babacan’ın reformcu vizyonuna sonuçta her ikisinin de dürüstlük ve ahlaki tutarlılıklarına kimsenin de itiraz edebileceğini sanmıyorum. Hele ki ülkede devlet ve değerler krizi yaşadığımız şu sıralarda. 

İlgili seçmenin muhalif demokrat muhafazakarlara karşı mesafesinin özünde bir tutarlılık sorununun yattığını görmekteydim. Genellikle de seçmenin kafasındaki bu tutarlılık sorununu, Gelecek ve DEVA partilerinin kurucu liderlerinin, AK Parti’deki sorunları kuruluşundan itibaren gördükleri halde bunları partiden kopuş süreçlerinden sonra sesli itiraz etmelerine ilaveten bunun da yapısal eleştirisini vermemelerine bağladığını düşünmekteydim. 

Ancak öte yandan da özellikle karizmatik liderliği ön planda olan Erdoğan ve ittifak ortağı Bahçeli’de ise belki stratejide olmasa da taktik ve söylemde hem de güncelde oldukça ciddi bir tutarlılık sorunu olduğunu müşahede edebilmekteyiz. Ayrıca Cumhur ittifakı liderlerinin söylemlerindeki taktiksel pragmatizm veya tutarlılık sorununun kendi seçmen tabanlarında hiçbir zaman bir tercih veya güven krizine de yol açmadığını gözlemlemekteyiz. Ve hatta buna son örnek olarak Sinan Ateş cinayetindeki tavra mahalledeki kayıtsızlığa veya mahallelinin siyasi tercihlerinde bir belirleyicilik arz etmeme durumunu da ilave edebiliriz.

Bu müşahede edilen örnekler siyasette tutarlılığın değil güvenin belirleyici olduğunu ilgili kitle açısından bize göstermekte. Türkiye’de her şeye karşın çok ciddi bir belirleyici seçmen kitlesi Erdoğan’a güven duymaktadır. Aynı şekilde %10 bir seçmen kitlesi de MHP’nin geçmişi veya misyonunu temsilen Bahçeli’ye güven duymakta ve tercihini son kertede bu güven üzerine yapmaktadır.

Erdoğan’ın liderliğinde, sosyoloji ve başarılı hizmeti ulaştırma sicili esastır. Bu destekte psikolojik dikey sınıfsallık veya kendini değersiz hissedenlerinin değerlilik duygusunun önünün açılması vardır. Bahçeli’ye duyulan güven ise MHP’nin varsayılan tarihsel kurumsalına olan güvendir. Anadolu taşrasında haklı olarak tarihsel devletsizlik travması mevcuttur. Toplumun bir kesimi için MHP derinliği ve ilgili yan unsurlarıyla devleti temsil etmektedir. 

ERDOĞAN VE BAHÇELİ’YE DUYULAN GÜVENİN NEDENLERİ

Erdoğan ve Bahçeli’ye yönelik duyulan güvende kimlik siyaseti ortak özne olsa da niteliksel farklar da mevcuttur. Erdoğan’ın liderliğinde, sosyoloji ve başarılı hizmeti ulaştırma sicili esastır. Bu destekte psikolojik dikey sınıfsallık veya kendini değersiz hissedenlerinin değerlilik duygusunun önünün açılması vardır. Bahçeli’ye duyulan güven ise MHP’nin varsayılan tarihsel kurumsalına olan güvendir. Anadolu taşrasında haklı olarak tarihsel devletsizlik travması mevcuttur. Toplumun bir kesimi için MHP derinliği ve ilgili yan unsurlarıyla devleti temsil etmektedir. İlgili kitle, MHP’yi kurumsal ve süreçsel olarak kendi kendini temizleyen bir denize benzetme fantezisini bilinçaltında diri tutmaktadır. Mahalle açısından ayrıca Erdoğan güçlü liderliği ile MHP ise devlet ile özdeşimiyle otoriteyi, gücü veyahut bekanın direğini temsil etmektedirler. Son kertede bu tip güvenin sonuçlarını Çözüm süreci veya Öcalan’a idamın uygulanmaması gibi radikal kararların ilgili kitlelerce kabullenmesinde görebilmiştik.

Siyasette güven tartışmalarının bir başka veçhesi de muhafazakar belirleyici kitle ve CHP ilişkisi üzerinedir. Kişisel olarak imkanım olsa ciddi kamuoyu araştırmacılarına muhafazakar mahalleli seçmenin, CHP’nin ülke bütünlüğü, dış güçler ve içerideki bölücülük hakkındaki duyarlılığını sorduran bir anketi yaptırırdım. Varsayımsal olarak bu anketin sonucunu az çok da tahmin edebilmekteyim. Tabi ki CHP’nin bu anlamda sicili konusunda zerre şüphe yok. 

Otoriter pazarlığın ana yakıtı ise ekonomik sürdürülebilirliktir. Bugünkü ekonomik kriz ve alınan seçim yenilgisi otoriter pazarlığın limitlerinin dolduğunun göstergesidir. Ayrıca dindarlarda kamusal alanda kazanımlarının korunması için yeni arayışların sinyallerini de vermekteler. MHP açısından ise otoriter pazarlığın limitlerini mafya tartışmaları bu sefer zorlamaktadır.

OTORİTER PAZARLIĞIN ANA LİMİTİ EKONOMİK SÜRDÜRÜLEBİLİRLİKTİR

Ancak Kavala ’ya yapılan haksızlığı komploya veya Ateş cinayetinin hapçılara bağlanmasına sessiz kalan Sağ mahallenin kitle psikolojisinin gerçeği bu.  Belki de akademisyen Ayşe Zarakol’un “Yenilgiden sonra” kitabının ana metaforu gibi halkımız Osmanlının geçmişimiz kimliği ile muhtaç olduğumuz Batı veya reformlarını, Popülist bekacı Sağ siyaset ve CHP olarak bilişsel çelişkiyle karşılamaktadır. Bu tespitler de ayrı yazının konusu olacaktır.

Ülkede demokrasinin sadece sandıkta oy kullanmak olduğuna dair mahallede genel bir kabullenme var. Hukukun üstünlüğü ve refah ilişkisi ciddiye alınmamakta. Tersine iş bitiricilik ve yolsuzluk hizmetin parçası kabul edilmekte. Bu da muhalif Sağ siyasetin ilkeli “Muhafazakar demokrasi” kavramının ilgili seçmence anlaşılması ve güven duyulmasına ilişkin tereddütleri yaratmakta. Muhalif muhafazakar demokratlar için yazının başında belirttiğimiz tutarlılıkla bir güven ilişkisine başlangıç yapmak tabi ki mümkündür. Nitelikli ilkesel iddialı muhafazakar muhalefetin başka da çıkışı yoktur. Ancak Cumhur ittifakı mahalle ilişkisindeki güven kavramının tutarlılıkla da pek ilgisi olmadığı belirttiğimiz üzere açıktır. Bu güven ilişkisi özde güç veya otoritenin sürdürülebilirliğine ilişkindir.

Vamık Volkan içe kapanmış kimliklerin güvenine “blind trust” yani “kör bir güven-teslimiyet” olarak tanımlamaktadır. Erdoğan ile füzyona girmiş ve kimliğini bu doğrultuda belirlemiş kitle, bu kimliğinin sürdürebilirliğini otoriter pazarlığa bağlamış gözükmekte. Otoriter pazarlığın ana yakıtı ise ekonomik sürdürülebilirliktir. Bugünkü ekonomik kriz ve alınan seçim yenilgisi otoriter pazarlığın limitlerinin dolduğunun göstergesidir. Ayrıca dindarlarda kamusal alanda kazanımlarının korunması için yeni arayışların sinyallerini de vermekteler. MHP açısından ise otoriter pazarlığın limitlerini mafya tartışmaları bu sefer zorlamaktadır

Muhalif siyasetin ise özellikle belediye başkanlarının özelinde erken Cumhurbaşkanlığı tartışmalarına girerek kimsenin parlamenter sistemin olmazsa olmazlığından bahsetmemesi ise ortalama seçmende ana muhalefet aktörlerine karşı güveni sarsmaktadır.

Ne yazık ki kimlik siyasetinde belirleyici olan ilkesel tutarlılık değildir. Burada belirleyici olan korkutulmuş kaygılandırılmış seçmene gücü adresleyerek içgüdüsel güveni sağlatabilmektir.

Tutarlılık ve ahlakın sağladığı güven ile otoriterlik ve korkunun sağladığı güven ilişkisi farkı adeta batı demokrasilerinin refahı ve doğu otoriterliğinin yoksulluğu arasındaki farkı andırmaktadır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir