Ne bekliyorduk?

Ne bekliyorduk?

Öncelikle, Kayseri’de olup bitenler; Türkiye’ye özgü bir durum değil. Göç, insanlık tarihi kadar eski ama özellikle Suriye Savaşı sonrası, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu-Avrupa aksındaki coğrafya için bambaşka bir “gerçeklik” haline geldi. Suriye Savaşı konusuna vurgu yapıyorum çünkü, 2010’lar öncesi; bu savaş çıkmadan “göç” konusunda Türkiye’de çok başka bir demografik ve zihinsel haldeydi. Avrupa da…

“Ne yazık ki, bitmez tükenmez bir Kassandra Sendromu ile geleceği öngörüp, bunu da dile getirmenin de kifayetsiz kaldığı dönemlerin sonucu bugün karşımızdaki kaotik Türkiye tablosu.”

Bu satırların benzerlerini 2014, 2016, 2017’de yazmış durmuşum.

Ne yazık ki, olası olumsuzlukları görüyor; dile getiriyor ve dile getirdiğimizle kalıyoruz.

“Ekonomik kriz geliyor” dedik…

Geldi.

“Türkiye’deki Suriyeliler ve düzensiz göç krizi geliyor” dedik…

Geldi.

Ve iki kriz birleşerek geldi.

Öncelikle, Kayseri’de olup bitenler; Türkiye’ye özgü bir durum değil. Göç, insanlık tarihi kadar eski ama özellikle Suriye Savaşı sonrası, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Ortadoğu-Avrupa aksındaki coğrafya için bambaşka bir “gerçeklik” haline geldi.

Suriye Savaşı konusuna vurgu yapıyorum çünkü, 2010’lar öncesi; bu savaş çıkmadan “göç” konusunda Türkiye’de çok başka bir demografik ve zihinsel haldeydi. Avrupa da…

2015’teki “göçmen krizi” ve sonrası, Avrupa için bir dönüm noktası oldu.

2000’leri Avrupa’da göçmen olarak geçirdikten sonra; 2015’te, 1.5 milyona yakın insanın sadece bir sene zarfında Avrupa’ya gelişi herşeyi değiştirdi. O zamandan beri de, bu değişen gerçekliği yaşıyoruz.

Avrupa Birliği, sadece bir senede İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana olduğundan daha fazla mültecinin sınırlarından girmesine tanık oldu.

2015, Avrupa için bir dönüm noktası oldu. Aşırı sağın “merkezleşmesi” gibi konuları, Türkiye’de “steril” biçimde, “ne kadar fena” gibi konuşuyorsak; özünde Suriye Savaşı, büyük göç, IŞİD’ın Suriye’deki “devletleşmesi”, “ılımlı” ve “son derece ılımsız” Suriyeli savaşçılar konusu, IŞİD’ın dünya genelindeki ve özellikle Avrupa’daki eylemlerinin yarattığı “İslamofobi”-tüm bunların da sebep-sonuç ilişkilerini de bir hesaba katmamız gerek.

1 Temmuz’da, “10 Ekim 2015” Ankara Garı Saldırısı’nın davasının son duruşmasında da, bir kez daha nasıl bir “anormali” yaşadığımızı hatırlamış olduk. IŞİD’ın Türkiye yapılanması, Türkiye’nin Gaziantep’i, Adıyaman’ı gibi yerlerde, budak budak gelişirken, sadece “izlendiler”. Gaziantep gibi bir yerin dönem valisi de, bugünkü İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya idi.

IŞİD’İN, TÜRKİYE YAPILANMASI GELİŞİRKEN SADECE “İZLENDİ”

Ve, Suriye’de devletleştiği dönemdeki IŞİD’a en iyi ihtimalle “mücadelesizlik” olarak adlandırılabilecek atalet, göz yumma veya hatta “teşvikin”, Türkiye içindeki Kürtlerle ilişkiye verdiği zararı da…

1 Temmuz’da, “10 Ekim 2015” Ankara Garı Saldırısı’nın davasının son duruşmasında da, bir kez daha nasıl bir “anormali” yaşadığımızı hatırlamış olduk.

IŞİD’ın Türkiye yapılanması, Türkiye’nin Gaziantep’i, Adıyaman’ı gibi yerlerde, budak budak gelişirken, sadece “izlendiler”. Gaziantep gibi bir yerin dönem valisi de, bugünkü İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya idi.

“Olağan seyrinde” gibiyken herşey, aslında Türkiye’nin Suriye’nin savaşına ile müdahilliği ile iyice “anormal” oldu. Ve her bir domino taşı, daha büyüklerini devirerek hayatımızı “gümletmeye” devam ediyor…

Ve de; her seferinde ya “teröre çözüm” veya “Suriyelileri göndereceğiz” diye girişilen askeri operasyonlar-Suriye içinde “genişlenen alanlar” var.

Türkiye’ye ne faydası oldu? Bugün oralarda, Beşar Esad ile girişilecek diyaloga karşı protestolar var.

Suriye Savaşı’nın çıkması ve dünyaya, uluslararası ilişkilere etkileriyle o kadar iç içe geçtik; o kadar negatif bir simbiyotik evrime geçtik ki, nereden nasıl çıkacağımız belli değil.

Evet; ekonomik krizin ve kalıcı bir ekonomik krizden bahsediyoruz-öyle “Dolce Vita” tahayyülüne dönüş yok. Hiçbir sınıf için, kendi standardında yok…

“Tatlı hayat” yok: o zaman “Tatsız hayat” var…

Ve pembe gözlükler çıktıkça; pembe gözlüklerin dönüş ümidi de sıfırlandığı için, önce bir oturup anlamak lazım.

Türkiye’de yerel yönetimlerin, bugün baş veren ama çoktandır “geliyorum” diyen krizle ilgili, bir seçmenlerine; yönettikleri kamuoyuna kulak vermeleri, araştırmaları, sokağa inip dinlemeleri gerek. Ne oluyor; dertleri nedir? Yoksa; ekonomik krizle beraber tahammülsüzlükler doğal olarak büyüyecek.

EKONOMİK KRİZLE BERABER TAHAMMÜLSÜZLÜKLER BÜYÜYECEK

Belli ki, bu “anlama” işini iktidar yapmayacak. O zaman, “çatışma çözümünde” hep olduğu gibi, “yarası olanı” veya “olduğunu düşüneni” bir dinlemek gerek.

Türkiye’de yerel yönetimlerin, bugün baş veren ama çoktandır “geliyorum” diyen krizle ilgili, bir seçmenlerine; yönettikleri kamuoyuna kulak vermeleri, araştırmaları, sokağa inip dinlemeleri gerek.

Ne oluyor; dertleri nedir?

Yoksa; ekonomik krizle beraber tahammülsüzlükler doğal olarak büyüyecek. Dünyada her yerde böyle oluyor. İktidar da, şimdi yapmaya çalıştığı gibi; “Dış mihraklar”, “terör örgütleri” vesaire deyip, kendi tabanını bile ezmeye çalışacak.

İşte, tam da bu noktada; kötü yönetimin, kötü politikaların faturasını doğru adrese kesen siyaset olacak mı?

O siyaset, sadece sokakta olmak değil; “yarayı” dinleyecek mi?

Önce siyasetin, Kayseri’de, Kilis’te, Gaziantep’te, Hatay’da (ve daha çok ötesinde) sokakta olması, dinlemesi lazım ki, çare de üretilsin…

 

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir