İmamoğlu’nun Almanya ziyareti: İki ülke ilişkilerini yerelden kurtarmak mümkün mü?

İmamoğlu’nun Almanya ziyareti: İki ülke ilişkilerini yerelden kurtarmak mümkün mü?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Almanya ziyareti, tam da iki ülke ilişkilerinin “kayıp geleceğin meçhulüne” sürüklendiği bir dönemde gerçekleşiyor. Yerel yönetimler üzerinden kurulacak sosyal ve ekonomik bağlar, oluşturulacak projeler, Türkiye ve Almanya’nın ulusal çapta tıkanmış ilişkilerine alternatif oluşturabilir. Üstelik de, sadece İstanbul özelinde değil; Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı da olduğu gözönüne alınırsa, Türkiye genelindeki yerel yönetimlerle Almanya’dakiler “kayıp dönemi”, kazanç dönemine çevirebilirler.

Türkiye ve Almanya arasında ilişkilere, hep “göç paradigması” üzerinden yaklaşılıyor. Evet, gerçekten de Almanya ve Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında  benzersiz bir özel bir bağa sahip çünkü Almanya’da 3 milyona yakın Türkiye kökenli göçmen var.

“Göç bağına”, ekonomik ilişkiler ve özellikle mülteci akışıyla ilgili stratejik endişeleri de ekleyince, iki ülke arasında “ortak çıkarların” ağır bastığını görüyoruz. Ancak son 10 yılda, iki ülkenin ulusal değerleri ve kimlikleri arasındaki uçurum da genişliyor. Özellikle, Almanların Türkiye’nin “rehin diplomasisi” olarak algıladıkları, gazeteci Deniz Yücel gibi Türkiye’deki Alman vatandaşlarının 2016 Darbe Girişimi sonrası OHAL dönemindeki tutuklulukları, 2017 Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş referandumu kampanyası esnasında Recep Tayyip Erdoğan’ın Almanya’da miting düzenlemesine izin verilmemesine karşılık dönemin Şansölyesi Angela Merkel’e karşı “Nazi geçmişi atıfları”, 2020’de Türkiye’nin Yunanistan sınırını açmasıyla yaşanan göç krizi gibi meseleler ilişkileri dibe çekti.

Nisan 2024’teki Türkiye ziyaretinde, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, Almanya-Türkiye ilişkilerinin yeniden canlandırılması çağrısında bulunmuştu. Her ne kadar, böyle bir niyet olsa da; şu aşamada ulusal çapta iki ülke ilişkilerinin canlandırılması için pek de imkan bulunmuyor.

Steinmeier’ın iyi niyet beyanına ve Türkiye’den Almanya’ya işçi göçünün 60. Yılına istinaden gerçekleşen ziyareti esnasında ülke yönetiminin “kapsamlı varlığına” rağmen, ne gibi somut adımlar atılabileceği şüpheliydi. Ancak, Almanya’daki güncel siyasi denklem de, bugünkü hükümetin elini isteseler de istemeseler de bağlayacak gibi.

Hükümetteki koalisyon ötesinde, Avrupa ve Avrupa Birliği ilintili konularda, denge unsuru ve arabuluculuk rollerini üstlenen Almanya’nın, kendi içinde bölünmüşlük ve “dengesizlik” içinde olduğu algısı da kuvvetlendi. Zira Avrupa seçimlerinin, “iki Almanya’nın” birleşmesinden otuz dört yıl sonra,  ülkenin siyasi olarak süregelen “bölünmüşlüğünü” yansıttığı düşünülüyor.

Almanya’da güncel siyasi tablo

Almanya’da bugünlerde, 6-9 Haziran’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin etkisi gündemde: Öncelikle, iktidardaki Sosyal Demokratlar (SPD), İttifak 9-Yeşiller (Bündnis 90–Grüne) ve Liberaller/Özgür Demokrat Parti (FDP) koalisyonun her bir ortağı, ciddi biçimde oy kaybetti. Koalisyon lideri, Şansölye Olaf Scholz’un partisi SPD, sadece Avrupa Parlamentosu seçimlerinde değil; %13,9 ile partinin tarihinde elde ettikleri en düşük oy oranlarından birine ulaşabildi. En çok destek kaybedenler ise, Yeşiller oldu: 2019’da %20,5 oy toplarken, bu sefer %11,9’luk oy profiline ancak eriştiler. Almanya’daki oy kaybı, tüm Avrupa Parlamentosu’nda Yeşiller grubunu da etkileyerek aşağı çekti. Daha da düşündürücü olan Yeşiller’in özellikle genç seçmenler arasındaki desteğini kaybetmesi oldu.

Hükümetteki koalisyon ötesinde, Avrupa ve Avrupa Birliği ilintili konularda, denge unsuru ve arabuluculuk rollerini üstlenen Almanya’nın, kendi içinde bölünmüşlük ve “dengesizlik” içinde olduğu algısı da kuvvetlendi. Zira Avrupa seçimlerinin, “iki Almanya’nın” birleşmesinden otuz dört yıl sonra,  ülkenin siyasi olarak süregelen “bölünmüşlüğünü” yansıttığı düşünülüyor.

Aşırı sağcı AfD partisi, eski Doğu Almanya’da birinci oldu (%29,7); ancak, ülkenin geçmişte Demir Perde’nin batısındaki bölümünde yalnızca dördüncü (%13) olabildi. Öte yandan, ülke çapında birinci (%30) gelen muhafazakâr sağ  Hıristiyan Demokratlar (CDU-CSU) Batı’da net bir zafer elde ettiler (%31,5). Buna karşılık, Doğu’da yalnızca ikinci gelebildiler ve AfD’nin yaklaşık dokuz puan gerisinde kaldılar.

Aşırı sağın, eski Doğu Almanya’da başarısı sürpriz olmadı: AfD eski Batı Almanya’da, özellikle demografik olarak “yaşlanan” ve endüstrinin zayıfladığı Hesse ve Bavyera’nın bazı yerlerinde de yüksek oy profiline ulaştı.

AfD,  ulusal çapta %15,9 oy aldı: Avrupa Parlamentosu seçimlerine giden süreçte, bu oranın %20’lere yaklaştığı ve hatta geçtiği görülmüştü. O nedenle, AfD’nin “beklenen şok orana” ulaşmaması söz konusu diye düşünmek de mümkün. Öte yandan, “aşırı sağ” tabusunun bu denli güçlü olduğu Almanya genelinde, artık “resmen” sandık onayıyla AfD, ikinci parti konumunda demek de…

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Almanya ziyareti, tam da iki ülke ilişkilerinin “kayıp geleceğin meçhulüne” sürüklendiği bir dönemde gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Steinmayer’ın Nisan’daki ziyaretinde İstanbul ilk durak ve İmamoğlu temas kurulan “ilk seçilmiş” idi, ama o zamanki “sıcaklık”, ilişkilerde somut bazı kazanımların da yolunu açabilir mi?

Dış politikada da yerel siyaset çözüm olabilir mi?

Almanya, kendi iç politikasındaki denge arayışı, kendi içinde ve Avrupa Birliği genelinde aşırı sağın ne olacağı sorularıyla mücadele edeceği bir döneme girdi. Temmuz başında Fransa’nın “baskın” parlamento seçimlerinde neler olup biteceği, aşırı sağ eksenli bir parlamento şekillenip şekillenmeyeceği de Almanya için önemli olacak. Öte yandan, Kasım 2024’te ABD Başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın seçilip seçilmediği de, Almanya ve Fransa’nın sadece Transatlantik değil; tüm dış ilişkilerinde belirleyici olacak. Buna karşılık, 2025’te Almanya’nın kendi genel seçimlerinde ne olacağı belli olmadan, Türkiye ile ilgili dış politik çizgisinde de yapıcı adımlar atması çok mümkün gözükmüyor. Tabii en başa dönersek, asıl krizlerin son 10 yılda yaşandığı düşünülürse; Almanya açısından, Türkiye’nin şu an için 2028’e kadar “seçimsiz” olarak öngörülen döneminde çok da bir “büyük adım” atılmak istenmemesi de mümkün.

Hal böyle olunca, Almanya ve Türkiye’nin gelecek yıllarını “kaybetmesi” mi gerekiyor?

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Almanya ziyareti, tam da iki ülke ilişkilerinin “kayıp geleceğin meçhulüne” sürüklendiği bir dönemde gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Steinmayer’ın Nisan’daki ziyaretinde İstanbul ilk durak ve İmamoğlu temas kurulan “ilk seçilmiş” idi, ama o zamanki “sıcaklık”, ilişkilerde somut bazı kazanımların da yolunu açabilir mi?

Evet; yerel yönetimler üzerinden kurulacak sosyal ve ekonomik bağlar, oluşturulacak projeler, Türkiye ve Almanya’nın ulusal çapta tıkanmış ilişkilerine alternatif oluşturabilir. Üstelik de, sadece İstanbul özelinde değil; Ekrem İmamoğlu’nun Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı da olduğu gözönüne alınırsa, Türkiye genelindeki yerel yönetimlerle Almanya’dakiler “kayıp dönemi”, kazanç dönemine çevirebilirler. Türkiye’nin, ekonomik kriz ve “vize krizi” gibi “krizler silsilesi” içine yuvarlandığı ve içe kapandığı bu dönemde, tam da olması gereken yerelden yerele temaslar, projelerle “dışa açılmak”.  Böylelikle, Türkiye-Almanya ilişkileri de, yıllardır içine sıkıştığı “göç ile çerçevelenme” kısıtından da kurtulur; göçten göçerek hak ettiği derinlikte yeni bir paradigmaya kavuşabilir.

Sezin Öney

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir