Bir eski zaman efendisi: Nahid Sırrı Örik ve romanları üzerine (2)

Bir eski zaman efendisi: Nahid Sırrı Örik ve romanları üzerine (2)

Zaman zaman Balzac ve Dostoyevski’den esintiler sunan her iki romanı da rafine edebiyat okuyucusuna muhakkak öneririm. Edebiyatımızda sıkça rastladığımız “roman zannedilen uzun hikâye” formatının tümüyle dışında; karakterleri, olay örgüsü, psikolojik tahlilleri, arka plan ve sahne tasvirleriyle gerçek birer roman hem Sultan Hamid Düşerken hem de Kıskanmak.

Bir önceki yazıda  “bir bâsübâdelmevt vakası” olarak Nahid Sırrı Örik’in Türk okurunun yeniden gündemine girmesi, hayatı ve eserleri üzerine yapılan akademik ve düşünsel çalışmaların artmasıyla birlikte son dönemde adeta yeniden keşfedilmesi üzerinde durmuş ve hayatına, eserlerine ve tanıdıklarının şahitliklerine göre bazı karakter özelliklerine yer vermiştim.

Bu yazıdaysa, sağlığında adeta görmezden gelinen, bir nevi ademe mahkum edilen Nahid Sırrı’nın, bu muameleyle adeta istihza edercesine, ölümünden 60 yıl sonra yeniden büyük teveccühe mazhar olan iki büyük romanına odaklanmak ve bazı notlarımı paylaşmak istiyorum.

Sultan Hamid doğrudan iyi veya kötü bir karakter olarak tavsif edilmez, ama Nahid Sırrı kendi kuşağının umumiyetle yaptığı gibi eski dönemi ezbere tahkir ve karalama, kötü gösterme basitliklerine de girişmez.

SULTAN HAMİD DÜŞERKEN BİR ESKİ -YENİ PARALELLLİĞİ

Nahid Sırrı’nın roman niteliğini haiz dört çalışması içinde kanaatimce en kayda değer eseri, 1957’de kaleme aldığı Sultan Hamid Düşerken başlıklı tarihi roman karakterindeki çalışması. Ölümünden birkaç yıl önce kaleme aldığı bu son romanı, 1959’da yayınlanan ve bir nevi anıları sayılabilecek Eski Zaman Kadınları Arasında ile birlikte, dil ve üslubunun tam olarak kristalize edilebildiği, romancılığının da zirvesi sayılabilecek bir eser olarak göze çarpıyor. Bu romanın bir başka özelliği, diğer romanlarının aksine herhangi bir gazetede tefrika edilmeden, bir yayınevi tarafından doğrudan neşredilmesi.

Mithat Cemal Kuntay’ın 1938’de yayınlanan ve Abdülhamid devrinden, Meşrutiyet ve İttihat-Terakki’ye, oradan da Mütareke devrine geçiş yıllarını işleyen abidevî romanı Üç İstanbul’u –hem muhteva hem kitabın kaderi açısından- andırır şekilde, uzunca dönem kıymeti bilinmemiş, yok sayılmış denemese de görmezden gelinmiş bir roman Sultan Hamid Düşerken.

Ancak Nahid Sırrı, Üç İstanbul’daki geniş vakit panoramasının aksine daha kısıtlı bir döneme ve daha dar bir mekâna odaklanır Sultan Hamid Düşerken’de. Romanda her ne kadar geçmişe kısa dönüşler ve çeşitli mukayeseler yapılsa da bütünüyle odaklanılan dönem bellidir ve aslında gayet kısadır: 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesinden başlayıp, Hareket Ordusu’nun 31 Mart Vakası’nın ardından bu kalkışmayı bastırmak için Selanik’ten İstanbul’a geldiği ve Çatalca-Silivri dolaylarını ele geçirdiği 16-17 Nisan 1909 tarihine kadarki yaklaşık dokuz aylık sıkıntılı geçiş dönemi.

Kitabın bütününde Nahid Sırrı’nın çizdiği II. Abdülhamid portresini, aşk-nefret sarmalından uzak ve gerçeğe yakın bulduğumu ifade etmeliyim. Makam ve mevki peşindeki nâzırlar, devlet işlerindeki düzen ve insicamdan ziyade kişisel hırs ve menfaatlerinin peşindeki üst düzey bürokratlar, aynı masanın etrafında oturup birbirinin kuyusunu kazmakla meşgul saray ve kabine erkânı, geniş memleketin dört bir yanında çıkan kargaşa ve kanlı hadiseler, uzunca bir dönem jurnaller ve hasımlar arasındaki mücadeleyi körükleyerek kişisel iktidarını tahkim etmeye yatırım yapan bir padişah…

Sultan Hamid doğrudan iyi veya kötü bir karakter olarak tavsif edilmez, ama Nahid Sırrı kendi kuşağının umumiyetle yaptığı gibi eski dönemi ezbere tahkir ve karalama, kötü gösterme basitliklerine de girişmez. Padişahın zayıflıklarını, çaresizlik ve açmazlarını, güvensizlik içinde geçen 33 yıllık tek adam yönetiminin verdiği usanç ve ümitsizlik halini, hem içeride hem de dışarıda bir kapana kısılmışlık halini, etrafındaki yetersiz ve haris adamlardan duyduğu bıkkınlığı satır aralarında takip etmek mümkün.

Romandaki asıl karakter belirgin şekilde Nimet’tir, babasının Âyân Meclisi üyeliğini temin etmenin yanında, önce askerlikten istifa ettirdiği İttihatçı subay Şefik’i mebusluğa teşvik eden de, gelişmeleri doğru okuyarak nâzırlık istemeye yönelten de, Dâhiliye Nâzırlığı gibi gösterişli bir makama talip olup bunu elde etmesini sağlayan da arka planda Nimet’tir.

ŞAHABEDDİN PAŞA, NİMET VE ŞEFİK: ÇİRKİN BİR MENFAAT ÜÇGENİ

Romanın ana karakteri, padişahtan en azından metinde rol çalan Nimet’tir. Babası eski nâzırlardan Mehmet Şahabeddin Paşa, Abdülaziz döneminden itibaren kabine içinde kendine yer bulabilmiş, II. Abdülhamid döneminde Maliye Nâzırlığı mevkiini işgal etmiş, bu dönemde kanayan yara haline gelen yabancılarla yüksek faizlerle istikraz (borçlanma) işlemlerinde yüklü miktarda komisyon ve rüşvet alarak Rumelihisarı’nda yalı ve Nişantaşı’nda konak edinebilmiş, İttihatçıların nazarında eski ve kokuşmuş düzeni temsil eden, ömrünün son demlerinde sadrazamlık hırsıyla yanıp tutuşan ve Said Paşa, Kamil Paşa gibi sultanın gözde sadrazamları olan eski dostlarını kıskanmakla kalan günlerini geçiren ihtiyar bir vezirdir.

Nimet’in babasına karşı tavrı başlarda şefkate benzeyen bir tat bırakır okuyucuda, ancak sadrazam olma haberini alamadan ölmesi üzerine tavrı biraz daha hırs ve ihtiras yönüne kayar, bu sayede sahip olduklarını terk etmemek arzusunun diğer insani hislerine galip geldiği de anlaşılıyor. Keza evlenmek için kendisine talip olan, İttihatçıların İstanbul’daki önde gelen isimlerinden Binbaşı Şefik Bey’e yaklaşımı da insani müspet hislerden tümüyle uzak, çirkin bir menfaat birlikteliğidir ve evlenip yuva kurmaktan ziyade “business as usual” havasını net şekilde verir.

Nahid Sırrı, Sultan Hamid Düşerken’de Nimet üzerinden işlediği ve kadın ruhunu çok iyi etüt ettiğini gösteren derinlikli bakışını, Kıskanmak romanında bu sefer Mükerrem karakteri üzerinden okuyucuya hissettirir. Keza Binbaşı Şefik karakterinde tecessüm eden, menfaatleri peşinden giden ve ideallerinden ziyade haz dolu hayatını yaşamaya odaklanmış hercai erkek karakteri, Kıskanmak’ta bu sefer Halit ve ondan daha canlı olarak Nüzhet’in şahsında karşımıza çıkar.

Ancak Sultan Hamid Düşerken, büyük oranda eski düzenin burjuvazisi ve konak-saray çevresi ekseninde gelişir, sıradan halka ise hemen hiç dokunmaz. Sanıyorum kişisel hayatı ve aile arka planının da etkisiyle, sıradan insana ve onun duygularına gerçekten uzaktır Nahid Sırrı; romandaki canlı konak hayatı ve saray erkânı tasvirlerinin yanında, İttihatçı zabitlerin sönük ve cansız anlatımı da bu durumu açık şekilde gösterir. Keza Örik’in sıradan insana gerçekten uzaklığını Kıskanmak’ta da takip etmek mümkün.

Romandaki asıl karakter belirgin şekilde Nimet’tir, babasının Âyân Meclisi üyeliğini temin etmenin yanında, önce askerlikten istifa ettirdiği İttihatçı subay Şefik’i mebusluğa teşvik eden de, gelişmeleri doğru okuyarak nâzırlık istemeye yönelten de, Dâhiliye Nâzırlığı gibi gösterişli bir makama talip olup bunu elde etmesini sağlayan da arka planda Nimet’tir. Hatta meşhur Talat Bey’in ağzından, Şefik’in eşi Nimet’in bu hırsı doğrudan dile de getirilir metinde. Şefik, eşinin telkinleri karşısında adeta “gassalın elindeki meyyit” gibi iradesiz ve zayıf bir profil çizer, vasıfsızlıklarına ve arkadaşlarının aksi yöndeki ısrarlarına rağmen –Cemiyet’in kararı dışında- büyük zirvelere sevdalıdır.

Nitekim Nimet’in ihtiraslı hayalleri ikisini birden bir felakete sürükleyecektir. Nahid Sırrı, Kıskanmak’ta cömertçe ortaya oyduğu felaket dolu son perdeyi, Sultan Hamid Düşerken’de de okuyucudan esirgemez. Şefik’i avucunun içine alan Nimet, Hareket Ordusu İstanbul önlerine kadar gelmiş ve şehre girmek için beklemekteyken, kocasını önce Abdülhamid’den sadrazamlık istemeye ve isyanı tek başına bastırabileceğine inandırması için görüşmeye gönderir. Şefik’ten de nâzırlarından ve sadrazamdan da etrafındaki hemen herkesten daha akıllı olan padişah, bu saçma öneriyi çabucak reddeder ve kendi istikbalini düşünerek bu fantastik görüşmenin gizli kalmasını temin etmeye dahi gayret eder.

Bu başarısız hamlenin ardından Nimet son kozunu oynar, beş parasız kocasını bu sefer Hareket Ordusu karargâhına yollar ve onlara dehalet ettiğini söylemeye teşvik eder. Ancak bu son hamle artık bardağı taşıracaktır; bir gün önce Abdülhamid’le görüşmesi ve İttihatçılar aleyhindeki fantezileri ortaya çıkar Dâhiliye Nâzırı’nın, hemen oracıkta derdest edilip tutuklanır. Nimet ise Rus Sefareti’ne iltica ederek Odesa’ya doğru giden bir vapura binmek üzere başka bir hayale yelken açar.

***

Zaman zaman Balzac ve Dostoyevski’den esintiler sunan her iki romanı da rafine edebiyat okuyucusuna muhakkak öneririm. Edebiyatımızda sıkça rastladığımız “roman zannedilen uzun hikâye” formatının tümüyle dışında; karakterleri, olay örgüsü, psikolojik tahlilleri, arka plan ve sahne tasvirleriyle gerçek birer roman hem Sultan Hamid Düşerken hem de Kıskanmak.

Bir eski zaman efendisi: Nahid Sırrı Örik ve eserleri üzerine (1)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir