Görünen köy: Aşırı sağı durdurmanın üç yolu

Görünen köy: Aşırı sağı durdurmanın üç yolu

Sosyal politikayı merkeze oturtan bir politikayı benimseyen, düzensiz göç ve sığınma meselesini uluslararası bir zemine taşıyarak buna dair oluşturulacak bir küresel eylem planına öncülük eden, ucuz popülizm ve kolaycılık adına aşırı sağa benzemeye çalışmayan bir Avrupa merkez siyaseti, aşırı sağı yenmeye muktedir olacaktır.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Avrupa Parlamentosu seçimleri, özellikle Fransa ve Almanya’da aşırı sağcı partilerin kazandığı büyük başarı nedeniyle epey konuşuldu. Fransa ile Almanya’nın Avrupa Birliği’nin tarihsel ve güncel bağlamda çekirdek ülkeleri olduğunu ve iki ülkenin toplam nüfusunun AB toplam nüfusunun yaklaşık üçte birine tekabül ettiğini düşünürsek, bu iki ülkedeki aşırı sağcı yükselişin niçin önemli olduğunu daha iyi anlayabiliriz. Olup bitene biraz daha yakından bakmakta ve aşırı sağ vakasını irdelemekte fayda var.

Merkezde yer almayan sağ ve sol hareketlerin güçlenmesi için en uygun zemin olan bu durumda ekonomik veriler negatife dönmüştür, gelecek kaygısı hiç olmadığı kadar artmıştır ve güvenlik gibi yeni problemler de halkta tedirginlik yaratmaktadır. Bu noktaya varıldığında yeni şeyler söyleyen ve daha önce merkez partilerce dillendirilmemiş önerileri dillendiren siyasiler ve partiler, adım adım ön plana çıkmaya başlar.

AŞIRI SAĞ NİÇİN YÜKSELİYOR?

Siyasette merkezin sağındaki ve solundaki partiler, seçmen nezdinde mevut hayatın ve rutinlerin öze dokunmayan değişikliklerle sürmesini ifade eder. Nitekim merkez sağ ve merkez sol partiler, merkez ve kitle partisi olmanın verdiği motivasyonla toplumsal sorunlar karşısında çoğu kez köklü değişiklikler ve dönüşümler önermek yerine, mevcut sorunlara dönük daha kapsayıcı ve kontrollü çözümler bulma eğilimi taşır. Ekonominin görece iyi olduğu, gelecek kaygısının öne çıkmadığı ve gündelik akışın öngörülebilir olduğu durumlarda merkez partilerin başarılı olması kolay ve kuvvetle muhtemeldir.

Bununla birlikte, sosyal ve ekonomik dinamiklerin rutin gidişatın dışına çıktığı ve sorunlara daha köklü, hatta radikal çözümlerin gerektiği ortamlarda ise merkez partilerin işi zorlaşır. Merkezde yer almayan sağ ve sol hareketlerin güçlenmesi için en uygun zemin olan bu durumda ekonomik veriler negatife dönmüştür, gelecek kaygısı hiç olmadığı kadar artmıştır ve güvenlik gibi yeni problemler de halkta tedirginlik yaratmaktadır. Bu noktaya varıldığında yeni şeyler söyleyen ve daha önce merkez partilerce dillendirilmemiş önerileri dillendiren siyasiler ve partiler, adım adım ön plana çıkmaya başlar.

Bugün Avrupa’nın pek çok ülkesinde yaşanan hikayenin özeti, kabaca bu.

Suriye İç Savaşı’yla başlayan mülteci akınının doğru, insani ve adil bir şekilde yönetilememesi, 2010’ların sonlarına doğru durgunlaşan ekonominin pandemi ve Rusya’nın Ukrayna saldırısı ile daha da durgunlaşması, Avrupa’da iş başında olan merkez sağ ve merkez sol hükümetlerin gençlere, yoksullara ve orta sınıfa dönük sosyal politikalar üretmekte yetersiz kalışı ile insanların gelecek kaygısının oldukça artması gibi nedenler, özellikle Fransa ve Almanya’da merkez partilerin çöküşünü hızlandırırken, aşırı sağ hareketleri daha cazip hale getirdi. Sosyalist solun arkaik motifleriyle etkisiz kaldığı ve merkezin bıraktığı boşluğu dolduramadığı bu iklimde meydan, en açık haliyle aşırı sağ partilere kaldı.

Gelecek kaygısı duymayan, mevcut durumundan memnun olan yurttaş, bu durumu koruyacak ve geliştirecek partilere, yani merkez partilere yönelir ve esasen macera peşinde koşmaz. Fransa ve Almanya örneğinde ihtiyacımız olan ilk şey, oldukça güçlü ve kapsamlı bir sosyal politika.

SOSYAL POLİTİKAYI MERKEZE KOYMAK

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından yapılan araştırmalar, sözgelimi Almanya’da aşırı sağcı AfD’nin ağırlıklı olarak yoksullardan, işçilerden ve eğitim seviyesi ortalama ve ortalamanın altı kesimlerden oy aldığını gösteriyordu. Fransa’da da benzer veriler mevcut. Bu bilgilere ek olarak, her iki ülkede de özellikle 24 yaş altı gençlerde aşırı sağ partilere oy verme eğiliminin ciddi anlamda arttığı görüldü. Yani aşırı sağın temel bulduğu zemini yoksullar, az eğitimli insanlar, işçiler ve gençler olarak sıralayabiliriz. Toplumun sosyal açıdan en kırılgan ve aynı zamanda önemli bir kesimini oluşturan bu kitleler, merkez partiler tarafından yıllardır görmezden geliniyor ve çoğu kez, seçimden seçime gündeme getirilen bir detay olarak parti gündemlerine taşınıyor. Sözgelimi Macron’un çalışma barışını bozma ve toplumun büyük kısmını karşısına alma pahasına emeklilik yaşını yükseltmekten ve istihdam piyasasını esnetmekten çekinmemesi, Scholz hükümetinin ekonomik skalanın en altlarında yer alan insanlar için cesur adımlar atmaktan imtina etmesi ve benzeri açıklar, her iki ülkede de aşırı sağın ekmeğine yağ süren ve onların taban bulmasını kolaylaştıran faktörler oldu.

Şunu ortaya koymak elzem: Gelecek kaygısı duymayan, mevcut durumundan memnun olan yurttaş, bu durumu koruyacak ve geliştirecek partilere, yani merkez partilere yönelir ve esasen macera peşinde koşmaz. Fransa ve Almanya örneğinde ihtiyacımız olan ilk şey, oldukça güçlü ve kapsamlı bir sosyal politika. Çocuk ve genç yoksulluğunu azaltacak sosyal desteklerin arttırılması, istihdam piyasasındaki neoliberal esnekleştirme reformlarının tersine çevrilerek refah devleti ilkelerinin piyasalara uygulanması, emeklilerin şartlarının iyileştirilerek bugünün gençlerinin uzak geleceğe daha iyimser bakmalarını sağlanması ve aynı zamanda yıllarca çalışmış insanlara karşı ahlaki ödevini yerine getirmek, iyi bir sosyal politikanın ilk adımları olarak düşünülebilir.

Elbette sıraladığım sosyal reformların finanse edilebilmesi ve sürdürülebilir kılınması için, öncelikle köklü ve paradigma değişimine denk düşen bir vergi reformu elzem. Özellikle büyük şirketleri ve varlıklı yurttaşları ciddi oranlarda vergilendiren, alt ve orta sınıf üzerindeki vergi yükünü hafifleten adil ve verimli bir vergi düzeni, sosyal politikanın da temel finansmanı olacaktır.

Mevcut istihdam piyasasında çalışanların yararına yapılacak reformlar gelecek kaygısını azaltırken, emeklilerin hayat kalitesini güçlendiren sosyal reformlar da bugünün gençlerini ve dünün çalışanlarını geçim kaygısından uzaklaştıracak, onları mevcut durumlarını korumaya yöneltecek bir yere götürecektir.

Avrupa’daki merkez sağ ve sol partilere düşen iş, düzensiz göç ve sığınma akınına dönük politikaları önce Avrupa çapında, ardından küresel ölçekte sürdürülebilir bir politika inşa etmek ve uzun vadeli bir temel oluşturmaktır. Uluslararası temellere dayalı, geniş bir uzlaşıyla inşa edilen göç ve sığınma politikası, aşırı sağcıların istismarına daha kapalı olduğu gibi, toplum tarafından da büyük çoğunlukla benimsenecek bir yaklaşım olacaktır.

ULUSLARARASI GÖÇ MESELESİNE ULUSLARARASI ÇÖZÜMLER BULMAK

Suriye İç Savaşı’yla başlayan ve Avrupa’nın pek çok ülkesinde görülen mülteci ve sığınmacı yoğunluğu, Avrupalı liderlerin ve kurumsal olarak Avrupa Birliği’nin yönetemediği, tam da bu nedenle aşırı sağın kolayca istismar edebildiği bir mesele haline geldi. Spesifik bir göç ve sığınma politikası oluşturamayan Avrupa ülkeleri ve AB, kamuoyu nezdinde kararsız ve aciz bir görüntü verirken, bu konuya dair yanlış ve net şeyler söyleyen aşırı sağ partiler, kolayca taban bulabildi. Fransa’da ve Almanya’da aşırı sağcı partilerin merkez partiler karşısında en güçlü oldukları konu, şüphesiz düzensiz göç ve sığınma meselesi. Aslında bu konuda Avrupalı devletlerin AB gibi çok önemli ve bu meseleyi uluslararası bir zeminde çözme enstrümanı vardı, fakat bunu harekete geçirmek hiçbir zaman liderlere cazip gelmedi ve ucuz popülizme kaymak merkez partilere epey kolay geldi.

Bu noktadan sonra Avrupa’daki merkez sağ ve sol partilere düşen iş, düzensiz göç ve sığınma akınına dönük politikaları önce Avrupa çapında, ardından küresel ölçekte sürdürülebilir bir politika inşa etmek ve uzun vadeli bir temel oluşturmaktır. Uluslararası temellere dayalı, geniş bir uzlaşıyla inşa edilen göç ve sığınma politikası, aşırı sağcıların istismarına daha kapalı olduğu gibi, toplum tarafından da büyük çoğunlukla benimsenecek bir yaklaşım olacaktır.

Pek çok Avrupalı merkez sağ parti ve siyasi, aşırı sağın yükselişini önlemenin yolunun aşırı sağın söylemlerinin bir kısmını ödünç almaktan geçtiğini düşündü. Aşırı sağcı söylemlerin ana akım hale gelmesinden başka bir işe yaramayan ve günün sonunda yine aşırı sağ partileri güçlendiren bu tercih, merkez partilerinin de seçmen nezdindeki güvenilmez imajını güçlendiriyor, merkezin altını oyuyor.

HER KOŞULDA DEMOKRAT KALABİLMEK

Üçüncü son madde, en az ilk iki madde kadar hayati ve aynı zamanda Avrupalı liderlere politik, ahlaki ve tarihsel sorumluluklarını anımsatıyor. Pek çok Avrupalı merkez sağ parti ve siyasi, aşırı sağın yükselişini önlemenin yolunun aşırı sağın söylemlerinin bir kısmını ödünç almaktan geçtiğini düşündü. Bu hem kolay bir yol olarak görünüyordu hem de sosyal politikayı güçlendirmeye ve karmaşık bir iş olan uluslararası göç/sığınma politikası inşa etme süreçlerine girmeyi gerektirmiyordu. Sözgelimi Macron bunu denedi, son yılların en sağcı ve gerici göç yasasını yasalaştırdı, aşırı sağcılar tarafından “Bu yasanın mimarı biziz” denilerek desteklendi. Almanya’da CDU lideri Merz, “Önceliğimiz AfD’ye giden seçmenimizi yeniden kazanmak” demekten imtina etmedi ve dönemsel olarak aşırı sağ refleksleri okşayan söylemlerle ve demeçlerle partisini sağa kaydırmaya devam ediyor. Aşırı sağcı söylemlerin ana akım hale gelmesinden başka bir işe yaramayan ve günün sonunda yine aşırı sağ partileri güçlendiren bu tercih, merkez partilerinin de seçmen nezdindeki güvenilmez imajını güçlendiriyor, merkezin altını oyuyor. Ve günün sonunda bu denklemden kazançlı çıkan aşırı sağ partiler olurken, demokratik kurumlar ve değerler de daha kırılgan hale geliyor.

Özetle, sosyal politikayı merkeze oturtan bir politikayı benimseyen, düzensiz göç ve sığınma meselesini uluslararası bir zemine taşıyarak buna dair oluşturulacak bir küresel eylem planına öncülük eden, ucuz popülizm ve kolaycılık adına aşırı sağa benzemeye çalışmayan bir Avrupa merkez siyaseti, aşırı sağı yenmeye muktedir olacaktır. Zaman demokrasinin ve demokratların aleyhine işlemeye devam ediyor. Zaman bizi nereye götürecek, hep birlikte buna tanıklık edeceğiz.

Emrah Aslan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir