Tarihte kazanan hep halk olmuştur. Diktatörler kaybetmeye mahkumdur. Bu sebeple kazanan yine halk olacaktır. Adalet er ya da geç tecelli edecek ve esas suçlular cezalarını çekeceklerdir çünkü bozdukları bu kantar, elbet bir gün onları da tartacaktır. O gün hiç olmadığı kadar yakındır.
Dünya tarihini biraz süzgeçten geçirecek olursak rahatlıkla görebiliriz ki şiddet ve hukuk bilmezlikle hareket eden diktatörler, iktidarlarını er ya da geç hep kaybetmişlerdir. Temsili bir demokrasi altında dikta rejimi uygulayan iktidar sahipleri, hukuk kurallarını hep kendi çıkarlarına göre şekillendirmişlerdir. Bu iktidar sahipleri dışardan bakıldığında her zaman hukukun üstünlüğünden, adaletin herkes için eşit olduğundan bahsetmiş, yargının da bir o kadar “bağımsız” olduğunu dile getirmişlerdir. Fakat bunlar hep lafta kalmıştır. Çünkü bir dikta rejiminde hukuk, sadece iktidar sahiplerini ve onların çıkarlarını korumak için vardır. Bu noktada da devleti yönetenler, halkı tedvir eden ve denetleyen, yeri geldiğinde vatandaşa iki katı sertlikle uygulanan yasalardan her zaman muaf kalmışlardır.
Anayasal hakkınızı kullanarak şiddete başvurmadan protesto yaptığınızda tutuklanabilirsiniz. Gazeteciyseniz, mesleğinizi yaparken kendinizi bir anda demir parmaklıklar ardında bulabilirsiniz. Halkın iradesiyle seçilmiş bir belediye başkanının, gizli tanık ifadeleriyle bir anda “yolsuzluk” suçlamasıyla tutuklandığına tanıklık edebilirsiniz.
Tüm bunların yanında da; maruz bırakıldıkları tüm baskılara ve hukuksuzluğa rağmen, demokrasiye, adalete, geleceklerine sahip çıkmak için korku nedir bilmeden kendini sokaklara atan genç bir kitleye şahit olabilirsiniz.
Bir yolunu bulup giden binlerce genç gibi ben de cebimdeki son parayı bir bilete verip saraçhaneye gidenlerdenim. Oradaki ortamı anlatmaya kalksam, hep bir yanıyla eksik kalacaktır. Zira oradaki direnişi, umudu ve maruz bırakıldığımız tüm hukuksuzluklara rağmen bir şeylerin değişeceğine dair çoğalan inancı, en iyi o havayı soluyanlar anlayacaktır.
Türkiye’nin dört bir yanında patlak veren bu mücadele, bir belediye başkanının tutuklanmasından çok daha fazlasıdır aslında.
Saraçhane'deki gençler, sadece İmamoğlu’na yapılan haksızlığı değil, ellerinden alınan özgürlüklerin, ülkedeki namütenahi eşitsizliğin getirdiği gelecek kaygısının, deyim yerindeyse kaybettikleri geleceklerinin hesabını sormak için oradaydı. Hiçbirinin gözlerinde korku yoktu, çünkü kaybedecek bir şeyleri yoktu.
“Siz bilmezsiniz eskileri, bizler tüp kuyruğunda beklerdik, oturun da devletimize şükredin” diyen AKP’li amcalara-teyzelere bir haberim var; siz de hiçbir zaman bilemeyeceksiniz gelecek kaygısının, okuduğu mesleği yapamamanın, hadi onu geçtim en basiti bir ev ve bir araba bile alamayacak olmanın ne demek olduğunu… çünkü bugün partizanca duygularla kullandığınız oylarla bizim kaderimizi belirleyen sizler, zamanında tüp kuyruğunda beklemenize rağmen bir ev ve bir araba alabilmiş, demokrasinin size vermiş olduğu özgürlükle Ecevit’in önüne yazar kasa fırlatabilmiştiniz.
İnsanı diğerlerinden ayıran yegâne özelliği değerleridir… konuşabilmesi ve düşünebilmesidir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti, onu kendi malı gibi görenlerin değil, onu canından aziz bilenlerin ülkesidir. O yüzden bugün susanlar değil, konuşanlar ve mücadeleden vazgeçmeyenler kazanacaktır.
Bugün “marjinal” olarak adlandırılan bu gençler, belki de hayatlarının sonuna kadar bir araba sahibi bile olamamak bir yana, en demokratik hakları olan ‘ifade özgürlüklerini’ bile kullanamaz hale geldiler.
Türk bayrağı taşıdılar, polisten tekme yediler. Gençlere güvenli, refah bir gelecek vaat edemeyen, halkın özgürlüğünü ellerinden alan hükümete anayasal haklarınca istifa çağrısı yaptılar, biber gazı yediler. “Ey büyük Atatürk, açtığın yolda, gösterdiğin hedefe…” dediler, mermi yediler.
Mevcut hükümet böylesi vatanperver gençlere şiddeti reva görüp, gençleri “marjinal” ve “terörist” etiketleriyle yargıyı bir kukla gibi oynatıp tutuklatırken, bir seçimi daha garantilemek uğruna gerçek bir bebek katili teröriste umut hakkı, özgürlük vaadinde bulunmakta bir beis görmedi.
Siyasetin emrine verilmiş hukuk, bir bıçak gibi demokrasiyi katletti. Milletin iradesiyle seçilmiş bir belediye başkanı siyasi tehdit oluşturduğu için tutuklandı, cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olamasın diye mezuniyetinden 30 yıl sonra diploması iptal edildi. Vatandaşın anayasal hakkını kullanıp protesto ve boykot yapması engellendi, yüzlercesi tutuklandı. Gözaltına alınanlar şiddete ve tacize maruz bırakıldı.
Yapılan her hukuksuzluk karşısında iktidar sahiplerinin adeta bozuk plak gibi tekrar ettikleri “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir” ya da “yargı bağımsızdır” minvalinde sarf ettikleri cümleler sadece bir romantizmden ibarettir, bir nevi bir inkâr biçimidir. Hukuk devleti olmak sadece bir anayasaya, kanunlara, mahkeme binalarına sahip olmaktan ibaret değildir. Hukuk devleti seçilmişe operasyon düzenlemez, hukuk devleti gençler protesto haklarını kullandıkları için onları tutuklamaz, hukuk devleti suç uydurarak sanatçıları susturmaya çalışmaz, hukuk devleti eleştiriden korkmaz. Hukuk devleti, eşitlik ve adalet temelinde işleyen bir anlayış ve ilkedir. Kısacası, bugün AKP iktidarında ülkemizde olmayan tek şeydir.
23 yıllık AKP iktidarı, bir jenerasyonu ve onların geleceğini yiyip bitirdi, geriye kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlar kaldı. Ölen sadece demokrasi değil, bir milletin umudu ve istiklali aynı zamanda. O yüzden bugün aynı sebeple sadece demokrasiyi değil, Ekrem İmamoğlu’nu da savunacağız. Bu durum tüm vatandaşlar için artık bir haysiyet sınavıdır. Zira bu dönemde “ama İmamoğlu şöyleydi böyleydi” diyenler en az bu rezalete imza atanlar kadar vebal altında olacaklardır. Böylesi bir hukuk bilmezliğe karşı örgütlü, somut ve kararlı bir duruş sergilenmezse, bu enkazın altında kalmamız kaçınılmaz olacaktır.
Tarihte kazanan hep halk olmuştur. Diktatörler kaybetmeye mahkumdur. Bu sebeple kazanan yine halk olacaktır. Adalet er ya da geç tecelli edecek ve esas suçlular cezalarını çekeceklerdir çünkü bozdukları bu kantar, elbet bir gün onları da tartacaktır. O gün hiç olmadığı kadar yakındır. Çoğumuz o günleri görmek için yaşıyor, büyüdüğümüz değerler ve ilkeler doğrultusunda adalet ve özgürlük mücadelesi veriyoruz. İnsanı diğerlerinden ayıran yegâne özelliği değerleridir… konuşabilmesi ve düşünebilmesidir. Unutulmamalıdır ki, Türkiye Cumhuriyeti, onu kendi malı gibi görenlerin değil, onu canından aziz bilenlerin ülkesidir. O yüzden bugün susanlar değil, konuşanlar ve mücadeleden vazgeçmeyenler kazanacaktır.

Yorum Yazın