Dünyanın en demokratik görünen ülkesinde bile yöneten kesim için şartlar her zaman bir adım önde olmayı zorunlu kılar. İngiltere de İsveç de Almanya da böyledir. Peki Türkiye’de farklı olan ne? Neden bütün bu süreç bu kadar fazla göze batıyor. Uygulamalar bu kadar tereddüt yaratıyor. Türkiye’nin yankı odasından çıkmaya, monolog anlatan iktidar anlayışından kendini soyutlamaya ihtiyacı var. Türkiye’de değişimin anahtarı Monolograsi’ye dur demekten geçiyor.
Türkiye’de siyasi rejimin türü konusunda ciddi bir tereddüt var. İktidara sorarsanız ileri demokrasi, muhalifler içinse totaliterliğin sınırlarında dolaşan bir sistem.
Son TÜSİAD süreci bu anlamda Laboratuvar imkanı sağladı. Hukuku sorgulayanlara Hukukun sopası gösterildi.
Bu oksimoron durumun iktidarda karşılığı “Hukuka müdahale edemezsiniz” oldu. Konuşarak hukuka müdahale edildiği iddiasıyla ortaya çıkanlar elleri önlerinde, kollarında polis adliye koridorlarında zaman geçirdi. Yetmedi bir de dış hat uçuşlarında uçamama ödülü kazandılar. En azından vize alma derdi kalmadı. Aslında toplu yurt dışı yasağı vize sorunu için parlak bir çözüm olabilir(!):
Kimileri adli kontrol kavramının bu ülkenin iktidarla barışmayan kesimleri için er ya da geç gerçekleşecek bir süreç olduğunu söylüyor. AKP’li değilsen söylediklerinin seni bir gün adli kontrol aşamasına getirebileceğinden endişe duyabilirsin.
Türkiye anayasası ve kurumları ile bir hukuk devletinin sahip olduğu tüm unsurlara sahip. Diğer yandan yargının üst düzey atamalarının yapılış sürecinde yürütmenin aldığı rol bu unsurların önemli bir bölümü için “silgi” işlevi görüyor.
Sorun da buradan çıkıyor.
Sadece iktidarın uygulamalarını eleştirenlerin yargı karşısına çıkmaları buna karşın muhalefete yönelik ağır tahkirde bulunanlara karşı suskunluk sorunun temel sebebi.
İktidar için bu çelişki bir anlam ifade etmiyor.
Özgür Özel’in eleştirisinin mahkeme tarafından “ağır eleştiridir, makuldür” tanımı ile aklanması emsal teşkil etmiyor. Özgür Özel dokunulmazlık koruması altında zaten güvenli bir alanda. Söylediklerinin suç teşkil edip etmemesi çok da önem taşımıyor. Suçlu olsa ne olacak günün sonunda. Diğer yanda sıradan insanlar her söylediklerini defalarca düşünerek, tartarak konuşmakla mükellef.
Türkiye’de Hürriyet’i Milliyet’i ve onların rakibi olarak doğan Sabah’ı iktidar medyasına dönüştüren süreç ve bunlara bağlı kamusal reklam kaynaklarına sırtını dayamış türevler ülkede olan biteni iktidar aynasından çoğaltan yankı odaları işlevini görmeye başladı.
Hakareti, kötü sözü, ithamı, niyet okumayı, nefret dilini kast etmiyorum. TÜSİAD’ın metnini okuduğunuzda yargıyı eleştirmiyor, yargının tutumunun ima ettiği düzeni eleştiriyor. Sıraladığı örneklerin suç olup olmadığını bilmediğini ifade ediyor.
Bütün bu olup bitenin arka planında ortasından olmasa da bir yerlerden bölünmüş bir sistem var. Yönetenlerin her zaman avantajlı olduğunu ve bunun dünyanın tamamında böyle olduğunu söyleyebiliriz.
Dünyanın en demokratik görünen ülkesinde bile yöneten kesim için şartlar her zaman bir adım önde olmayı zorunlu kılar. İngiltere de İsveç de Almanya da böyledir. Peki Türkiye’de farklı olan ne? Neden bütün bu süreç bu kadar fazla göze batıyor. Uygulamalar bu kadar tereddüt yaratıyor.
Cevabı 4. Kuvvetin geldiği halde. Basından söz ediyorum.
Türkiye’de tek kanallı zamanlarda TRT’ye sahip olmak iktidar için avantajdı ama hiçbir zaman yazılı basını kendi yanına sınırsız biçimde çekmiş bir iktidar olma biçimi olmadı.
İktidardan yana basın olabilirdi ama iktidarın basını/medyası kavramıyla yeni taşındık.
Türkiye’de Hürriyet’i Milliyet’i ve onların rakibi olarak doğan Sabah’ı iktidar medyasına dönüştüren süreç ve bunlara bağlı kamusal reklam kaynaklarına sırtını dayamış türevler ülkede olan biteni iktidar aynasından çoğaltan yankı odaları işlevini görmeye başladı.
Bugün Mehmet Şimşek, Yılmaz Tunç, Ali Yerlikaya gibi yürütmeci isimler basının karşısında konuşmalar yaptıklarında karşılarında sadece iktidarla özleşmiş basın organlarının temsilcileri oluyor.
İktidar çelişkili uygulamaların sorgulanacağı sorulara uzun zamandır kendini kapatmış durumda. Erdoğan’ın basın görüşmelerinde sıkça karşımıza çıkan “cevaplara sorular yöntemi” dalga şeklinde iktidarın tüm temsilcileri için açılmış durumda.
Ortada iki kişilik görüşmeler formatında bir monolog var aslında. Yunanca yalnız konuşmak sözcüklerinin birleşimi Monolog.
Sovyetler Birliği’nin tüm iktidar sürecinde halkın haber alımı Pravda ve onun benzeri görsel medya ile sınırlıydı. Türkiye’de basının karşısına çıktığını düşünen iktidar siyasetçileri aslında basının değil kendi yankılanmalarının karşısına çıkıyorlar.
Bir tür yankı odasında monologdan ibaret bir süreçle yüzleşiyoruz. Demokrasi Monolograsi’ye dönüşmüş durumda.
Muhalefetin de iktidar medyası ile konuşması yasaklanmış işin tuhaf tarafı. 2019 seçimlerinden önce bunu deneyen Turgay Güler’in Ekrem İmamoğlu’nun seçim zaferine önemli katkı verdiğini hatırlıyoruz.
Türkiye’nin yankı odasından çıkmaya, monolog anlatan iktidar anlayışından kendini soyutlamaya ihtiyacı var. Türkiye’de değişimin anahtarı Monolograsi’ye dur demekten geçiyor.

Yorum Yazın