Anayasa yapabilen, ancak kendi koyduğu anayasaya uymayanların ülkesinde Erdoğan gibi bir lider, yapacağı yeni anayasaya uyacak mı? Tabi ki işine geldiği kadar uyacak, çoğunlukla da uymayacak.Yeni anayasa tartışmaları önümüzdeki dönemde hız kazanacak gibi görünüyor. Bu yazıda iki temel soruya yanıt aramaya çalışacağım: 1) Gerçekten de Türkiye’ye yeni bir anayasa gerekiyor mu? 2) Erdoğan gibi bir lider, hangi hükmü içerirse içersin bir anayasayla kendi bağlı kabul eder mi?İlk soruya verilecek kısa yanıt, kocaman bir soru işareti olur aslında. 1876 Kanun-ı Esasi’den beri, bu topraklarda süregiden bir “uyma-uymama” tartışmaları ekseninde, kısa yoldan “uyulmayacaksa anayasaya da hukuka da gerek yok” yanıtı verilebilir.1808 Sened-i İttifak, II.Mahmud döneminde Alemdar Mustafa Paşa tarafından hazırlanarak merkezi otoritenin Anadolu derebeyleri tarafından tanınması amacıyla hazırlanmıştı. Türk tarihinde padişahın mutlak iktidarına bir ölçüde sınırlandırma getirdiği için ilk anayasal belge olarak anılır. 1839’da Mustafa Reşid Paşa tarafından hazırlanan ve ilan edilen Tanzimat Fermanı ile padişah Abdülmecid, fermanda ilan edilen ilkelere ve sonrasında konulacak kanunlara uyacağına dair yemin etmişti. Tanzimat’ın pekiştiricisi olarak hazırlanan Islahat Fermanı da 1856 yılında ilan edildi. Aydın ve yazarlardan oluşan Genç Osmanlılar’ın Avrupa’dan etkilenerek savundukları meşrutiyet yönetimi, 1876’da Mithat Paşa’nın hazırladığı Kanun-ı Esasi ile şekle büründü. Abdülhamid döneminde yalnızca bir yıl uygulanabilen bu şekli anlamdaki ilk anayasamız, 93 Harbi olarak bilinen 1877 Osmanlı-Rus Savaşı yüzünden yürürlükten hızlıca kaldırıldı.1908’de II.Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte yeniden yürürlüğe konan Kanun-ı Esasi, 1909 değişikliği ile meşruti bir parlamenter monarşi anayasası olarak Osmanlı’nın sonuna kadar yürürlükte kaldı.11 Nisan 1920’de son Meclis-i Mebusan’ın Damat Ferit Paşa tarafından feshettirilmesinden sonra, Ankara’da 23 Nisan 1920 tarihinde açılan TBMM, 20 Ocak 1921’de “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” olarak 1921 Anayasasını kabul etti. Tam bir kuvvetler birliği sistemi getiren 1921 Anayasası, meclis hükümeti sistemi öngörerek “güçlerin tek elde toplandığı” sistemin ana hatlarını oluşturdu. Cumhuriyetin ilanından sonra hızlanan yeni anayasa tartışmaları ile 1924 Anayasası’nın kabulü sonrası, parlamenter rejim üzerine atılan bir adım ve “kuvvetler birliği, görevler ayrılığı” ilkesinin benimsendiği bir meclis hükümeti sistemi-parlamenter sistem karması, Türk tipi bir sistem kurulduğu söylenebilir. Görüldüğü üzere, “yetki bölüşümü”, “kuvvetin tek elde toplanması”, “Türk tipi sistem” gibi kavramlar ilk defa bu yüzyılda tartışılmıyorlar, hatta anayasacılık tarihine bakılırsa tartışmaların hep bu kavramlar etrafında döndüğü kolaylıkla görülebilir. Elbette, acaba “bu anayasalara uyuldu mu?” sorusuyla birlikte düşünülürse mesele daha anlaşılır olabilir.
İki meclisli parlamenter sistem denemesinin, Türkiye’de şimdiye dek konulmuş en demokratik anayasa olduğu söylenebilir; ne var ki 1961 Anayasası da 60’ların sonundaki siyasi şiddet ortamına kurban gitti, 70’lerden itibaren de nadiren uygulanabildi.
TÜRKİYE’DE ŞU ANA KADARKİ EN DEMOKRATİK ANAYASA
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra, 1961 Anayasası halkoylaması ile kabul edilmişti. İki meclisli parlamenter sistem denemesinin, Türkiye’de şimdiye dek konulmuş en demokratik anayasa olduğu söylenebilir; ne var ki 1961 Anayasası da 60’ların sonundaki siyasi şiddet ortamına kurban gitti, 70’lerden itibaren de nadiren uygulanabildi. 12 Eylül 1980 darbesinden sonra hazırlanan ve 7 Kasım 1982’de halkoylaması ile kabul edilen 1982 Anayasası ise bir parlamenter sistem anayasası olarak yürürlüğe konduğu halde, zaman içindeki değişimlerle giderek başkalaştı. Nihayet, 2017 Anayasa değişikliklerinin oylandığı 2017 referandumu sonrasında yürürlüğe giden değişikliklerle parlamenter sistem anayasası, başkanlık sistemine dönüştürüldü.2016 başarısız darbe girişiminde sonra, iktidarın ortaya koyduğu en dikkat çekici söylem, Türkiye’nin iç ve dış düşmanlar tarafından büyük bir tehdit altında olduğu, bu düşmanların sürekli ülkede karışıklık çıkartarak güvenliği tehlike altına sokuyor oluşlarıydı. İktidara göre bu durumla parlamenter demokrasi içinde başa çıkılması mümkün değildi; güçlü bir liderin etrafında toplanılmalı, liderin de kimseyle gücü bölüşmeksizin, elbette bu arada kimseye de danışmaksızın, hızlı ve isabetli kararlar alıp uygulayarak güveni yeniden tesis edebileceği öngörülüyordu. AKP-MHP koalisyonu tarafından jet hızında değişiklik önerisi hazırlandı ve halk oyuna sunuldu. %51,41 çoğunlukla evet oyu kazandı ve parlamenter sistem bir anda ve bu oy oranıyla başkanlık sistemine dönüşmüş oldu.Bu geçen zamanda, her şeyden tek sorumlu Cumhurbaşkanı olduğu için artık meclis denetim sistemi çalışmıyor, bakanlar meclis sorularına ya hiç yanıt vermiyorlar ya da yarım yamalak yanıt veriyorlar ki, dostlar alışverişte görsün. Hızlı ve isabetli kararlar alındığına dair bir fikir var mıdır, onu da bilemiyorum.Baştaki iki soruya dönecek olursak, 1) Gerçekten de Türkiye’ye yeni bir anayasa gerekiyor mu? 2) Erdoğan gibi bir lider, hangi hükmü içerirse içersin bir anayasayla kendi bağlı kabul eder mi?Elbette, Türkiye’ye 1982’den beri onlarca defa değişerek bütünlüğünü kaybetmiş bir metinden daha iyisi gerekiyor. Peki bu iktidar yeni bir anayasa yapabilir mi? Eskisine uymadığı, neredeyse ihlal edilmedik madde bırakmadığı için, yapılacak bu yeni anayasaya uyacağının hiçbir garantisi yok. Mesela geçen hafta açıklanan Anayasa Mahkemesi iptalinde, tek bir KHK ile 293 ayrı ihlalin gerçekleştiğini biliyoruz. Bu durumda, yalnızca eskisinden daha kötü bir siyasi düzen ve ekonomi isteyenler yapılsın diyebilirler. Yeni anayasa, bu iktidar tarafından yapılamaz.Hukuk kurallarıyla zaten arasının hiç de iyi olmadığı bilinen bir lider, özellikle milliyetçiliği bu derece yükselterek “tek adam” kimliğini elde ettikten sonra, neden kendini hukukla sınırlamak istesin?
Yorum Yazın