Murat Aksoy 3 Ocak 2013’te Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı’ya gitmesi ile fiili olarak başlayan “Çözüm Süreci” boyunca 28 Şubat 2015 yılında Dolmabahçe Mutabakatı’na kadar olan dönemde sırasıyla Yeni Şafak, T24 Gazeteleri’de yazdığı kimi yazıları, dönemleri kıyaslamak, neler yaşandığını paylaşmak ve dönemin ruhunu görmek açısından anlamlı olacağını düşündüğü için "Çözüm Süreci Yazıları" başlığıyla yeniden yayımlıyor.
* Bu yazı 13 Ocak 2013’te Yeni Şafak’ta yayımlandı.
Kürt sorunu ve PKK'nın silah bırakması hedefini kapsayan yeni çözüm süreci hızlı adımlarla devam ederken Paris'ten gelen cinayet haberi herkesi şaşırttı. Özel şifrelerle girilen binada biri PKK kurucusu (Sakine Cansız) , diğeri Kürt Enstitüsü çalışanı (Fidan Doğan), bir diğeri gazeteci (Leyla Söylemez) üç Kürt kadını susturucu silahlarla öldürüldü.
Bu cinayetler bu kez herkesin daha umutlu olduğu yeni sürece yönelik ilk ciddi provokasyondur. Daha önemli bu provokasyon yıllar sonra Avrupa"da gerçekleştirmiştir.
Bu cinayetlerin kim ya da kimler tarafından yapıldığının/yaptırıldığının ortaya çıkarılması elbette önemli ve elzemdir. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere PKK'ya yakın tüm STK"ların, aktörlerin yakın izleme altında olduğunu düşünürseniz son cinayetin ortaya çıkarılması zor olmasa gerek. Yok eğer cinayet gününe ilişkin güvenlik kayıtları ortaya çıkmaz ya da tesadüfen kameralar çalışmıyor ise ortada daha derin bir şüpheden bahsetmek de mümkün olacaktır.
Ancak bundan daha önemli olanı ise bu tür eylemlerle bundan sonra da her an karşılaşabileceğimizdir.
Dün cenazeye katılmak üzere Paris'te bulunan Aysel Tuğluk ile uzun bir görüşme yaptım. Tuğluk; "Sakine Cansız"ın seçilmesi bu cinayetin sıradan bir eylem olmadığını gösteriyor. Bu cinayeti işleyenler Türkler ve Kürtlere mesaj veriyorlar. Verdikleri mesaj şu; Bu sorunu 'bizsiz' ve 'kolay' çözemezsiniz." Bu cinayetleri kimler yaptırmış olabilir soruma ise Tuğluk; "Bu cinayetler, sorunun çözülmesini istemeyen gücün, güçlerin işidir. Türkiye"de, Kandil"de eylem yapamıyoruz ama burada yaparız diyorlar. Keşke bu sorunun çözümünü daha önce konuşabilseydik. Keşke bu sorunu, siyasete ve gündelik hesaplara malzeme yapmadan konuşabilseydik. Görüyoruz ki sorun artık Türkiye'nin Kürtlerle Türklerin sorunu olmaktan çıkmış. Bizim dışımızda pek çok taraf bu sorunun çözümünde rol almak istiyor. Bu noktaya gelmemizde hepimizin payı var" cevabını verdi.
Ne yapmalıyız sorusuna ise; "Bu cinayetlerle birlikte bir kez daha gördük ki, barışı istemek tek başına yetmiyor. Çünkü isteyenlerden daha çok istemeyenler var. Bu güne kadar bu sorunun varlığından beslenenler bu sorunun çözülmesini istemiyor. Çözüm istemeyenler sadece çıkarlarının bozulmasından değil, Kürtlerin mutlu ve huzurlu yaşamasını, Türkiye'nin Kürlerle birlikte bölgede güçlü bir ülke olmasını da istemiyorlar."
Tuğluk konuşmamızı şu uyarı ile bitirdi; "Paris'te işlenen cinayetler çözüm sürecinde karşılaştığımız ilk provokasyon da olabilir. Umarım olmaz ama devamı da gelebilir. Avrupa'nın başka ülkelerinde de bu tür eylemler olabilir. Bu yüzden Avrupa ülkelerinde sorumluluk düşüyor. Bize düşen, ne olursa olsun, çıktığımız barış yolundan, dört elle sarıldığımız bu çözüm umudundan vazgeçmememizdir."
Tuğluk'un söyledikleri böyle.
Paris'te işlenen cinayetler gösteriyor ki, Kürt sorunu çözümü artık Türkiye'nin dışında başka aktörleri de yakından ilgilendiriyor. Bunca yıl Türkiye'nin bölgede güçsüz bir ülke olarak kalması için kullandıkları PKK ve terörün ellerinden kayıp gitmesini istemeyen güçler yavaş yavaş sahne almaya başlıyor. Yıllardır Türkiye'ye karşı kullandıkları operasyonel gücün ellerinden kaybolmasını istemeyen ülkeler, istihbarat örgütleri ve derin yapılar işbirliği içinde girmiş durumda.
Sırf bu tablo bile Türkiye'nin Kürt sorununu çözmesinin ve böylece teröre ortam sağlayan şartların ortadan kaldırılmasının ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.
Tuğluk'un şu sözlerini tekrar hatırlatarak bitirelim; "Keşke bu sorunun çözümünü daha önce konuşabilseydik. Keşke bu sorunu, siyasete ve gündelik hesaplara malzeme yapmadan konuşabilseydik" ve "Paris'te işlenen cinayetler çözüm sürecinde karşılaştığımız ilk provokasyon da olabilir. Umarım olmaz ama devamı da gelebilir. Bize düşen, ne olursa olsun, çıktığımız barış yolundan, dört elle sarıldığımız bu çözüm umudundan vazgeçmememizdir."
Evet bize düşen vazgeçmemek olmalı…
Yorum Yazın