Elbette bizi öldürmeyen her şey bizi güçlendirmez. Özellikle çocukluk döneminde yoğun bir şekilde strese maruz kalmak kronik stresle sonuçlanabilir ve bu da kişinin devamlı stres hormonları üretmesine, beyninde belirli hasarlar oluşmasına, bu sebeple de kişinin bazı bedensel ve zihinsel hastalıklara daha meyilli olmasına sebebiyet verebilir. Ancak bir yetişkinsek ve kendimizi her an kırılmaya hazır, incecik kristal bir vazo gibi hissediyorsak, bu duygusal kapasitemizi güçlendirmemiz gerektiğine dair bir noktaya işaret ediyor olabilir. Her stres unsurunu olumsuz olarak etiketlememize sebep olan bazı popüler söylemler var.Örneğin:Bir şey sana iyi hissettirmiyorsa onu yapmaya devam etme.Bir kişi seni mutlu etmiyorsa onu hayatından çıkar.Hayatında sadece sana iyi hissettiren şeylere izin ver.Ancak bu mottolar gerçeklikle çok da uyuşmaz. Özellikle bu "iyi hissetmeme" halinin sebeplerini araştırmadan sadece "ortadan kaldırma"ya yönelik yaptığımız eylemler, bizi "öğrenme" dediğimiz çok önemli bir fonksiyondan yoksun bırakabilir. Bir kişi bizi mutlu etmiyorsa, belki bu durum onunla değil, bizimle ilgilidir. Bir şeyi yapma düşüncesi bize iyi hissettirmiyorsa, belki korkumuz isteğimizin önüne geçiyordur. Bazen tüm bunları öğrenmek için o şeyle "kalmamız" gerekir. Stresli ortamda, yeni ve yabancı olanla, hafif kaygı uyandıranla, şimdiye kadar üstesinden gelmeyi denemediğimizle hemhal olmamız gerekir. Bunu yapabilmek, duygusal olarak olgunlaşabilmemize, kendi kendimizi yatıştırma becerimizin gelişmesine ve psikolojik sağlamlığımızın artmasına yardım eder.
Bir şeyden tamamen sakınıyor ya da kaçınıyor olmaksa, genellikle masum gözükse de içlerinde bazı gizli mesajlar barındırıyor olabilirler. Örneğin kişi, devamlı savunucu bir haldeyse kendisiyle ilgili şöyle inançları olabilir: Bu şeyle başa çıkamıyorum. Bu şeyle başa çıkmak için hazırlıklı değilim.
Yorum Yazın